BİR FOTOĞRAFIN PEŞİNDE?..

BİR FOTOĞRAFIN PEŞİNDE?..

Av Mustafa Büyükgüner - Köşe Yazısı

Söğüt Şenlikleri ile ilgili kamuoyunun da bildiği en eski fotoğraflar hemşehrimiz Sultan İkinci Abdülhamid Han döneminde çekilmiştir. Şu anda İstanbul Üniversitesinin bünyesinde bulunan bu fotoğraflardan birinde bir ayrıntı dikkati çekmekte. Fotoğrafta türbe avlusu içinde pilav ikramı yapıldığı, avlunun tamamının dolu olduğu ve vatandaşların oturdukları yerden pilav bekledikleri, bu esnada da üzerlerindeki resmi üniformadan görevli oldukları anlaşılan kişilerin de şenliklerin organizasyonunu yaptıkları görülmektedir. Aynı fotoğraf içerisindeki asıl enstantene ise, fotoğrafın tam merkezinde, ayakta, bir kısmının elindeki neyleri üflediği görülen Mevlevi dervişleridir.

Hangi dönemde çekildiğini tam olarak kestiremediğim bu fotoğrafları ilk gördüğüm tarihten itibaren, bana ilginç gelen husus, şenliklerde Mevlevi dervişlerinin bulunması olmuştu.

Zira hepimizin bildiği veya düşündüğü gibi bizim kısacı “İhtifal” dediğimiz ve başlangıcı Ertuğrul Gazi dönemine kadar götürülen bu şenlikler hiçbir dönemde dini bir ritüele bürünmemiş ve şenlikler gerek günümüzde gerekse geçmiş kaynaklarda dönem dönem tören havasında geçmiş ise de bir anma ve toplanma günü olma özelliğini hiç kaybetmemişti.

Hemşehrimiz Sultan İkinci Abdülhamid Han dönemine kadar yerel kaynaklar ve halk organizasyonu ile organize edilen törenler bildiğimiz kadarıyla ilk defa bu tarihte resmi bir hüviyet kazanıyor ve sultanın takdirlerinde daha kapsamlı bir şekilde kutlanmaya başlanıyor. Hemşehrimizin fotoğrafa olan merakı herkesin malumu, çağının bütün yeniliklerine devletin kapısını açan ve himaye eden Sultan Abdülhamid Han, kendi döneminde Anadolu’nun neredeyse tamamının fotoğraflarını çektirmiş ve bunları kategorize etmiştir.

O halde bu fotoğrafın büyük ihtimalle Abdülhamid Han dönemine ait olduğunu kabul etmek gerekir. Yine de Mevlevi dervişlerinin şenliklerde bulunma sebeplerini anlamlandırmak mümkün değil. Abdülhamid Han döneminde törenlerin devlet himayesinde yapılması sebebiyle dervişlerin davet üzerine gelmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Ancak tarihi kayıtlara göre Sultan Abdülhamid Han önce Nakşibendi ardından ise Kâdiri tarikatına bağlı idi. Yani dervişlerin devlet eliyle geldiğini kabul etsek dahi sultanın özel ricası veya emrinin bulunmadığı da ortadadır.

Peki bu dervişler şenliklere neden katılmış olabilir?..

Tarihi kayıtlarda ve internette yaptığım araştırmalar beni Bilecik’te Şeyh Edebali Türbesinin etrafında bulunan mezarlığa ulaştırdı. Yaptığım araştırmalarda mezarlık içerisinde bir adet Mevlevi dervişine ait mezar taşı bulunduğunu öğrendim. Osmanlı döneminde mezar taşlarında, mezarda yatanın az çok hangi eğitimleri aldığı, tarikat ehli mi, yoksa bürokrat mı veya zanaatkâr mı olduğu belli olur. Tarikat ehlinin dahi mezar taşları birbirinden ayrılmaktadır. Edebali türbesi içerisinde bulunan bu mezar taşının ise Mevlevilere ait olduğu, taş üzerinde bulunan Mevlevi sikkesinden tespit edilmektedir. Ayrıca gayet okunaklı olan mezar taşı kitabesinde ise bu Mevlevi şeyhinin isminin “Sadık” olduğu tespit edilmiştir.

Bilecik’te Osmanlı döneminde bir Uşşakiye Tekkesi olduğunu biliyordum. Ancak bunun dışında başka tarikat veya cemaatlere ait tekkeler bulunduğunu ise duymamıştım. O halde Şeyh Sadık ya başka bir şehirde eğitimini ve çilesini tamamladıktan sonra memleketine dönen bir Bilecikli idi veya Bilecik’te bizim bilmediğimiz bir Mevlevi tekkesi bulunmakta idi.

İnternetten yaptığım araştırmada Mevlevilik üzerine pek çok çalışması olan bilim adamlarının Bilecik’te de bir adet Mevlevi tekkesi bulunduğuna dair ilmi bir çalışma yaptıklarını öğrendim.

Bildiğiniz üzere Osmanlı Devleti’nin fetih politikasında bir yandan toprakların fethi yapılırken, diğer yandan da gönüllerin fethi ile uğraşan manevi komutanlar bulunmakta idi. Özellikle Balkanlar’ın fethi ve İslamlaşması bu gönül erlerinin çalışması neticesinde olmuştur. Osmanlı’nın fethettiği her coğrafyaya tekkeler ve zaviyeler kurulmuş, hem Anadolu’dan buralara göç eden Müslümanların manevi eğitimi hem de bölge insanının İslamlaşması bu tekkeler sayesinde gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın ricat döneminde de Balkan coğrafyasında kaybedilen her toprakta bu bölgede kurulmuş bulunan manevi kaleler de kaybedilmiş, bu tekkelerin kimisi kapanmış kimisi de Anadolu’da uygun bir yere taşınmıştır.

İşte Yunanistan’ın Taselya bölgesinde bulunan Yunanlılar’ın Larissa bizimse Yenişehir dediğimiz yerleşim yerinde de yaklaşık 17ü. Yüzyılda kurulan bir adet Mevlevi tekkesi bulunmakta idi. Bölgenin Yunanlılar’a geçmesinden sonra, baskılar sebebiyle Müslüman halkın Anadolu’ya ricati ile tekkenin başında bulunan Bahaeddin Dede de hükümete bir mektup yazarak buradaki mevlevihanenin satılarak elde edilecek gelir ile Anadolu’da bir yere yeni bir Mevlevihane açmak istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine kendisine şimdi Bursa’ya bağlı olan ancak o dönem Erturul Sancağı yani Bilecik’in bir ilçesi konumunda bulunan Yenişehir’e mevlevihanenin inşaatı için izin verilmiştir. 1896 yılında başlayan inşaat, ekonomik sebepler ve devletin destek verememesi yüzünden bitirilememiş bunun üzerine Bahaeddin Dedi, yeniden hükümete yazı yazarak Mevlevihanenin Yenişehir yerine şehir merkezi olan Bilecik’e yapılmasını talep etmiştir. Bu talebi üzerine 1900 yılında bu sefer de Mevlevihane inşaatı Bilecik’te başlamış, benzer zorluklar sebebiyle çok uzun süren inşaat ancak 1910-1911 yılları arasında bitirilebilmiştir. Bu tarihten sonra Mevlevihane Bilecik’te Bahaeddin Dede’nin postnişliğinde hizmete girmiştir.

Hükümetin talebi için yazılan bir yazıda yalnızca 17 adet kitap ve demirbaşının bulunduğunu öğrendiğimiz Mevlevihane’nin en kayda değer eşyası gümüş şamdanlıktır. Bunun dışında tarikatle ilgili el yazması kitapların da bulunduğu Mevlevihane yine de kısa bir süre içerisinde Bilecik’te çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşının başlaması ile birlikte Bilecik Mevlevihanesi’nin postnişti Bahaeddin Dede iki dervişi ile birlikte 1914 yılında yapılan Kanal Harekatı için kurulan Mücahidin-i Mevleviyyan Alayına katılmış. Harekat sonuçlandıktan sonra da yeniden Bilecik’e dönmüştür. Ancak 1917 yılında Bilecik’te bulunan Mevlevihane çıkan bir yangın sebebiyle tamamiyle yanınca dönemin şartları da düşünüldüğünde burası yeniden imar edilmemiş Bahaeddin Dede de başka bir mevlevihanede görevlendirilmiştir. Bu tarihten sonra hukuken Bilecik Mevlevihanesi varlığını devam ettirse de, fiilen ortadan kalkmış ve 1925 yılında çıkartılan Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılması hakkındaki kanundan sonra da bir daha hiç açılmamıştır.

Bu Mevlevihanenin nerede olduğuna dair bir kayıt henüz bulunmamış ise de, yazılan bir resmi yazıda Mevlevihane’nin bulunduğu mahalle anlatılırken 1500 nüfustan bahsedilmekte ve nüfusun yarısının Ermenilerden oluştuğu belirtilmektedir. Yapılacak araştırmalar açısından bu bir ipucu sağlamaktadır.

Her ne kadar Bilecik’te bir Mevlevihane bulunduğunu tespit etmiş isek de, Söğüt Şenlikleri’ne katılan dervişlerin Bilecik Mevlevihanesi ile irtibatlarının bulunup bulunmadığını tespit etmenin imkanı bulunmamaktadır.

Daha önce de birkaç kez ismini andığımız Ali Erdal Hocamıza ait “Kaynağı Bulan Ertuğrul Gazi” isimli eserde söz konusu fotoğrafın bir örneği bulunmakta. Aslının İstanmbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunduğu belirtilen fotoğraf altındaki yazıda fotoğrafın 1895 yılına ait olduğu belirtilmekte. Bilecik’teki Mevlevihane’nin 1910’lu yıllarda açıldığı düşünüldüğünde aradaki bu zaman aralığına göre fotoğraftaki dervişlerin Bilecik Mevlevihane’si ile ilgilerinin bulunmadığını söyleyebiliriz.

En iyi ihtimalle Karakeçili aşiretinin yoğun olarak yaşadığı ve Mevlevihane bulunduğunu bildiğimiz Eskişehir, Bilecik veya Kütahya’dan geldiklerini tahmin edebileceğimiz bu Mevlevi Dervişlerinin sırrını şimdilik çözemedik.

bir-fotografin-pesinde.-001.jpg

Bu haber toplam 2178 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.