MİSAFİR KALEMLER - KİTAP KURDU
Kitap Kurdu
Tarihsel süreçler ve olaylar dikkatli bir şekilde analiz edilirse dünyada insanların iki şey peşinde koştukları görülür. Bilgilerin yarattığı fikirler çerçevesinde hareket edenler ve fikirlerin yarattığı bilgilerin peşinden koşanlar. Birinci sınıfta olanlar sayıca çok az olmalarına rağmen tarihte büyük olayları yaratırlar, ölümsüzdürler. İkinci sınıftakiler ise çoğunlukta olmalarına rağmen sadece başkalarının birer oyuncağı gönüllü uşakları olmaktan öteye gidemezler. Hem kullanılan ve mutsuzluk denizinde kulaç atıp boğulan geride ise enkazdan başka bir şey bırakmayan ikinci sınıftakiler yalnızca kendilerine değil etraflarına hatta insanlığa bile büyük zarar verirler. Peki bilgilerin yarattığı fikirlere sahip olmak için ne yapmalıyız? Bu önemli sorunun ilk cevabı oldukça basittir. En son gelen ve insanlığı tekrar doğru yola döndürmeye çalışan yüce dinimizin biricik kaynağının ilk ifadesi en mükemmel yanıttır: “oku, anla ve uygula”. Hayatın gerçeklerine ait bilgileri elde edebilmek için yapılacak ilk şey zihin ve ruhumuzu doğru kaynaklardan beslemek, yani gerçekleri anlatan kitapları okumaktır. Şimdi sizlerle bu kapsamda değerli bir eserin kısa bir bölümünü paylaşmak istiyorum. eserin adı “Haçlı Sefer ve Kruvazadlar”.Eser Fuat Carım tarafından yazılmış olup 1999 yılında Ufuk Yayınları tatarından basılmıştır. Sözü fazla uzatmadan eserin 50 ve 52 sayfaları ile arka kapağında yer alan ifadeleri birebir yazıyorum.
Sayfa 50-52 arası;
Bu yazıyı ne diye kaleme aldık? Merak uyandırarak tarih bakımından bir eksikliğimizi doldurmaya ve üzerimize yükletilen uydurma ithamları silkip atmaya genç tarihçilerimizi teşvik etmek için.
Konu Türkleri derinden derine ilgilendirdiği halde, her nedense ya yeter derecede işlenmemiş ya da hiç işlenmemiştir.
Frenklerin ithamlarına koyulmalarının sebebini izah mümkün: dini ve siyasi yayılma ve istila amaçlarına Türkler engel olmuştur.
Buna karşılık bugünkü varlıkları Türklerin istilaya engel oluşlarına dayanan birtakım grupların takındıkları tavrı izah güçtür. Güçtür, çünkü yerinde ve haklı bir izahı yoktur.
Araplığın, hem sekiz asır süren en parlak merkezlerinden biri Endülüs idi. Ne kalmıştır şimdi? İki buçuk yüzyıl süren, parlak bir merkezi de Sicilya idi. Şimdi ne kalmıştır şimdi? Halbuki, Türklerin eline geçen bütün ülkelerdeki Araplar ve Araplık tarihin Türklere yüklediği çetin savunma rolü yüzünden dipdiri duruyor.
Bu sözlerin kendilerine karşı daima kardeşlik duyguları beslediğimiz Araplar yanlış tefsir ederek alınmasın. Tarihte rollerin Ahmet’ten Mehmet’e Mehmet’ten Ali’ye Ali’den Veli’ye geçtiği çok görülmüştür. Bunu, Roma İmparatorluğu’nun İran İmparatorluğunun Osmanlı İmparatorluğunun tarihleri ve sonuçları gösterir. Bundan filanın falandan veya falanın filandan düşkün olduğu manası çıkmaz.
Ortaçağ Kruvazadlar tarihi pek geniştir. Yazarların hepsi de papazdır. Aralarında seferlere katılmış olanları çoktur. Neden böyle olduğu bellidir. O devirde okuryazar takımının çoğu papaz olduğu için. Üstelik, dava da kilise ile derinden derine ilgilidir.
Ayırdsız, yazarların hepsinin de Hıristiyan ordularını karşılayan düşman olarak gösterdikleri Türklerdir. Türkler, Türkler ve Türkler. Yazılanlarda “Arap” sözü hemen hemen geçmez, pek nadirdir. “Müslüman” ve “Sarrasin” sözleri, sıkça geçer. “Sarrasin”, ortaçağda Frenklerin tahsisen Afrika ve Suriye Müslümanlarına ve umumiyetle Müslümanlara verdikleri addır. Ama Kruvazadlar tarihlerinde doğrudan doğruya Müslüman olarak kullanılır.
Karşı gelenler genel olarak, Anadolu’da yüzde yüz, Suriye’de yüzde doksan beş, Filistin’de yüzde doksan ve Mısır’da yüzde seksen beş Türk’tür denilebilir. Yukarı aşağı bir fikir verebilmek için gösterdiğimiz nispetlerden Anadolu dışındakileri belirtenlere belki de gık mık diyenler çıkabilir. Ama nerede olursa olsun ana orduların ve kumandanlarının hep Türk olduklarına kimse ses çıkartamaz. Çıkartırsa temelsiz kafa tutulmuş olur. (*)
Evet kruvazadla ilgilenen Avrupalı tarihçilerin söylediklerine göre okçuluktan yana Frenkleri bastıran atlı savaşlarda Frenklerden üstün çıkan, savaştan çekilirken bile tehlikeli olan ve açlığa ve susuzluğa dayanıklılıklarından ötürü yenilmeyen Türkler.
Haçlılar ne olursa olsun Türk’ü kötülemeğe ant içmişler ve boyuna Türkler aleyhine akla hayale sığmayan masallar uydurmuşlardır. Buna rağmen Türklerin yiğitliğinin o kadar tesiri altında kalmışlardır ki bu yönden hiç dil uzatamamışlardır. Ve arada kazandıkları başarıları bile insan gücünü aşan gayretlerle elde ettiklerini açıklamışlardır.
Bu münasebetle ilk sefere katılan kardeşlerin ikisi de vurulan kruvazadlar tarihini inceleyenler için yazdıkları önemli kaynaklardan sayılan Pierre Tuedebode’nin dediklerini sunalım: “bilgisi yerinde olan kimselerden bile hangi kişi Türklerin zeyrekliklerini, savaşçılık hasletlerini ve yiğitliklerini layıkıyla başarabilir? Okçuluklarıyla Arapları, Sarrasinleri, Ermenileri ve Rumları ürküttükleri gibi bizleri de ürkütebileceklerini sandılar. Fakat Allah’ın izniyle bizimkilere yetişemeyeceklerdir. Böyle bir şey ne olacak, ne görülecek ne söylenecek ve ne de akla gelecektir. Bununla beraber onlar da Frenk ırkındanız diye övünürler. Ve Frenklerle kendilerinden başkasının şövalyeliğe hakkı olmadığını iddia ederler.”
Tudebode Birinci Haçlı Sefer tarihini yazardan pek çoğunun tekrarladıkları manasız fakat tuhaf bir şeyi daha söyler: “Eğer Türkler Hıristiyan olsaydı, hiçbir vakit savaşçılıkta onlarda üstün, onlardan güçlü ve onlardan usta bir millet bulunmazdı.”
Şimdi de kitabın arka kapağında aslında Ortadoğu tarihinin özeti denilebilecek kısmı yazıyoruz.
Kapılan taassubun nerelere kadar vardığını Birinci Haçlı Sefere katılan ve eli adamakıllı kalem tutan Fransız papazı Raymond d’Agiles’in meşhur tarihinden çıkardığımız şu parça gösterir. Raymond d’Agiles 1099 yılında Kudüs’ü zapt eden haçlıların çocuk, kadın ve erkek yetmiş bin Müslüman’ı kılıçtan geçirişlerini ”Lahudi Manzara” diye vasıflandırarak aynen şöyle anlatır:
“Övgüye değer şeyler görüldü. Müslümanların bir kısmının kafaları kesilmişti. Ki bu başa gelenlerin en hafifiydi. Oklanmış olan bir kısım kendilerini kalelerden aşağıya atmak zorunda kalıyordu. Bir kısım da çok çektikten sonra ateşe salınıyor ve kül oluyordu. Sokaklarda ve şehrin meydanlarında kafalar ve el ve ayak parçaları görülüyordu. Yayalar ve atlılar cesetlerin aralarından kendilerine yol açıyorlardı. Bunlar gene bir şey değildi. Bir de Müslümanların dini ayinlerini icra ettikleri yer olan Mescid-i Süleyman’a geçelim. Burada olup bitenleri saymakla, inanılması mümkün olanın son sınırını bile aşmış bulunuruz. Mescid’de ve Revak’ta atların gemlerine ve atların dizlerine değin kana batmış olarak yürünüyordu. Allah kendisine karşı küfürde bulunanlar tarafından uzun müddet kirletilen bu yerin, küfredenlerin kanını emmesini istemesiyle parlak ve adilane hükmünü vermiştir.” (Mescid-i Süleyman diye Mescid-i Aksa’yı kasteder.)
Bu kısacık denemeyi artık manidar bir şiirle kesiyoruz.
Şiirin yazarı pek meşhur “Kaside-i Bürde”nin sahibi Busuri’dir. Busuri’nin bahis konusu ettiği Türkler Mısır’ın Türk Kölemenleri’dir ve Sultan da El Eşrel lakabını taşıyan ve Kılavun oğlu olan yaman Türk Sultanı Salahaddin Halil’dir.
Tek yer olarak Suriye’de Frenklerin elinde kalan Akka’nın alınışını (1291) kutlamak için söylenen şiirdeki son iki mısranın manası şudur. “Türkler yola koyulurken Frenklerin elinde bir yer bırakmamağa and içtiler.”
Evet sevgili okuyucular kitaptan aldığımız bölümler burada son buluyor. Bir millet ve bir coğrafyanın gerçeği bu kadar güzel özetlenemez. Bu kısımlardan çıkartılabilecek kıssaların neler olduğu değerlendirildiğinde birkaç önemli husus öne çıkmaktadır. Birincisi, Türkler yüce dinimizin bugün hala çok geniş bir coğrafyada var olmasının birincil nedenidir. Yakın tarihte Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar ve yaşanmakta olanlar gören gözler için gayet açık. Günümüz Frenklerinin kaybettikleri tek yer hala bu yüce milletin yaşadığı Anadolu coğrafyası. Kendileri gelme cesaretini gösteremeyen günümüz Frenkleri içimizde ruhunu ve bedenini onlara satmış, geçmişi ve inancı son derece karanlık Haçlı neferinin güruhuna yaptırdıklarına canlı şahitlik etti. Yakın tarihte yukarıda kendi din adamlarının bile övünerek yaptıkları zalimliği ve katliamları masumane gösteren, teslimiyeti özendiren alçak sözlerini duyduk. Onun güruhunun içinden çıktıkları millete kısa sürede yaptıkları kitapta yer alan katliamlardan aşağı değildi. Eğer başarılı olsalardı yapacakları haçlıların yaptıklarından kat ve kat fazla olacaktı. Allah onlara bu fırsatı tanımadığı gibi ileride de tanımayacaktır. Ancak biz yeterli bilinç ve şuura sahip olmaz isek bedeli çok daha ağır olur. Bundan daha acı olan ise bu yüce milletin mensubu olmayı, bundan gurur duymayı ve tarihi gerçekleri birer ayıp, suç olarak gösterip aşağılama çalışmalarıdır. Buna içimizdeki her düzeydeki Frenkler dahildir. Ama onlar unutmasılar ki bu yüce millet Allah’ın kendisine yüklediği misyonu yerine getirirken Busuri’nin dediği gibi bir tek ferenk kalmayacak şekilde tekrar yola koyulur. Ve o zaman önce içimizdeki Frenklerden başlamak gerekir.
Kitap Kurdu
* Okuyucu notu: İslam medeniyetinin zirve yaptığı yerin ilk temellerini atan Tarık Bin Ziyad, Kudüs’ü zulmün elinden kurtarıp adaleti tekrar hakim kılan Selahaddin Eyyübi (Kardeşlerinin adı bile Orta Asya Türk ismi) ve sayısız örnekler sıralanabilir.
Bu haber toplam 2197 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.