Birinci Dünya Savaşının en yıkıcı etkilerini yaşayan coğrafya Osmanlı İmparatorluğu topraklarıdır. Aynı anda birçok cephede savaşa giren İmparatorluk başlangıçta tüm cephelerde başarı sağlasa da yeterli personel, lojistik destek vb. imkansızlıkları nedeniyle ancak komuta yeteneği yüksek komutanların yönettiği cepheler, Kut-el Amr ve Çanakkale cephesi dışında nihai zafer kazanılamamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedenleri arasında yer alan İmparatorluk galiplerin ağır koşullarını kabullenmak zorunda kalmıştır. Bununla yetinmeyen galip ülkeler son kalpgahımız olan Anadolu’nun işgali ile son ölümcül hamle vurmaya çalıştılar. İşgalin yarattığı zulüm ve vahşeti, hemen yakınımızdaki eski Bilecik yerleşkesi olan Tabakhane deresindeki kalıntılarında görebiliriz. Son derece olumsuz koşullarda yapılan Kurtuluş Savaşı büyük bir komutan ve lider olan Atatürk’ün dehası, Anadolu insanının özgürlük ve vatan aşkı sayesinde zaferle sonuçlanmıştır.
Türk tarihinin yazılı eserlerine baktığımızda genellikle savaş tarihi hakkında olduğu görülmektedir. Türklerin yönetim, iktisat, işletme, hukuk tarihi vb. ana konular ya hiç yazılmamış ya da başkaları tarafından kendi bakış açıları ile kısıtlı şekilde yazılmıştır. Özellikle Türk yönetim ve işletme tarihi henüz olması gerektiği şekilde yazılmamıştır. Bu kapsamda iyi bir örnekle başlangıç yapmakta yarar bulunmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’nda işgal sona erdirildikten sonra ilk stratejik adım İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasıdır. Kongrenin yapılış yeri, zamanlaması tesadüfi değil başarılı bir stratejik liderlik örneğidir. Kongre düşmanın denize dökülürken bir harabeye çevirdiği İzmir’de düzenlenmiştir. Zamanlama da aynı şekilde anlamlıdır. Zafer kazanılmış ama barış henüz yazılı anlaşmaya dönüşmemiştir. Lozan’da görüşmelerin kesintiye uğradığı süreçte, özellikle mali konularda sorunlar ve baskılar ortaya çıktığında yapılan kongre ile karşı tarafa önemli mesajlar verilmiştir.
17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne farklı kesimlerin temsilciler katılmıştır. Kurtuluş Savaşına fiilen katılamayan esnaf ve tüccar gibi kesimler kongre ile milli kalkınma hamlesinde fiilen yer alma şansını yakalamıştır. Böylece, özellikle işgal altındaki İstanbul esnaf ve tüccarları ile diğer yerli sermaye sahiplerinin zafer sonrası kalkınma çabasının bir parçası olması sağlanmıştır. Kongreye, sanayici, tüccar, çiftçi ve işçi temsilcilerinden toplam 1135 temsilci fiilen katılmıştır. Ülkenin ihtiyaç duyduğu milli kalkınmanın gerçekleşebilmesi için girişimciliğin bir şekilde başlaması gerekmekteydi. Kongre ile uzun süre birbirinden ayrı kalmış güçler, milli kalkınma için bir araya gelmiştir.
Kongrenin düzenlendiği dönemdeki ekonomik ve sosyal koşullara ilişkin veriler kongrenin önemini anlamamıza yardımcı olacaktır. Asırlar boyunca Türkler tarım ve askerlik dışında en fazla esnaflık yaparak üretim halkasında yer almıştır. 18.yüzyılda sanayi devrimin başlatan batı üretimi kitlesel üretim süreçlerine taşımış, teknoloji ve organizasyonu bir araya getirip fabrikalar kurmuştur. Bu değişimi yakalayamayan Osmanlı İmparatorluğu batının borç verdiği, hammadde aldığı ve ürünlerini sattığı bir pazar olmuştur. Bu durumu 1913 ve 1921 yılında yapılan sanayi sayımlarında rahatlıkla görebiliriz. 1921 yılında yapılan sayımlarda İmparatorluk topraklarında toplam işletme sayısı 33.058’dir. Ve bu işletmelerde ortalama çalışan sayısı ise 2.3’ür. Yani işletmelerin hemen hemen tamamı basit esnaf organizasyonlarıdır. Mevcut üretim sistemi batı fabrikaları ile rekabet edebilecek üretim yeteneğinden uzak bölgesel yöresel halkın günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek esnaf atölyelerdir. Halkın sanayiye dayalı temel ihtiyaçlarının neredeyse tamamı ithal edilerek karşılanmaktaydı.
Sermaye durumu sanayi sisteminden farklı değildir. Aynı dönemde İmparatorluğun sermaye şirketlerindeki yabancı öz sermaye toplam sermayeye oranı %94 ve toplamı 63 milyon sterlindir. İmparatorluk topraklarındaki sermaye sahibi ülkeler; Alman, Fransız, İngiliz, Belçika ve Amerikalılara aittir. İmparatorluk içerisinde mevcut finansal örgütler olan bankaların neredeyse tamamı ya gayri Müslümlere aitti ya da 1910’lar sonrası tarımın canlı olduğu cefakar tüccarların kurduğu yerel bankalardan oluşmaktaydı. Sayıları 30’a yaklaşan yerel bankaların finansal güçleri son derece zayıftı.
Kongrede farklı alt başlıklarda gruplar oluşturulmuş, çalışmalar yapılıp kararlar alınmıştır. Çalışmalar ve kararlar birçok kitap ve makaleye konu olmuştur. Arzu edildiğinde bahse konu kaynaklardan cari süreçler öğrenilebilir. Yazımızın maksadı bilinen süreç ve yazında yer alan sonuçları tekrarlamak değildir. Kongre işletme ve yönetim tarihi açısından önemli sonuçlar yaratmıştır.
İzmir İktisat Kongresi’ni özel kılan ilk husus stratejik bir yaklaşım ve yönetimin en güzel örneklerinden birisi olmasıdır. Stratejik yönetimin ayırt edici özellikleri; bütünü kapsaması, uzun vadeli amaç, hedef ve planları içermesi, yöneticilerin stratejik bilince sahip olmalarıdır. İzmir İktisat Kongresi stratejik bir yönetici, lider olan Atatürk’ün ülkenin tamamının kalkınmasını sağlayacak uzun vadeli milli kalkınma hamlesinin ilk adımlarının atıldığı planın ilk basamağıdır.
İzmir İktisat Kongresi’nin ikinci ayırt edici özelliği milli kalınmanı gerçekleşmesi için kurulması gereken örgütsel yapıların esaslarının belirlenmesidir. Milli kaynaklar ile ulusal güç unsurlarının bir araya getirilmesi ve bunların yeni bir örgütsel modele dönüşmesine yönelik prensipler kongrede alınmıştır. Alınan kararların ilk somut karşılıkları 1924 yılından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bahse konu model dünyada ortaya çıkan ilk özgün modellerden birisidir. Detayları gelecek yazılarımızda hemşehrilerimizin takdirlerine sunmayı planlamaktayız.