2013 yılının 17 Aralık günü yaşanmasaydı, 17 Aralık dendiğinde birçok kişinin aklına halen Hz. Mevlânâ ve O’nun Şeb-i Arûs’u geliyor olabilirdi. Artık ilk akla başka şeyler geliyor, umarım ki bu durum kısa zaman içinde düzelir.
Geçen hafta, toplum olarak usûllere uyum konusundaki eksiklerimizden bahsetmiştim. Aynı dert bilgi edinme, araştırma konularında da var. Kulaktan dolma bilgilere çok itibar ediyoruz, ezberci bir toplum olmuşuz, bir işin aslı astarı nedir diye bakanların sayısı o kadar az ki... Bu durum, toplum olarak birçok yanlışı doğru zannetmemize neden oluyor.
Hakkında ezber bilgi sahibi olunanlardan biri de 17 Aralık’ta Yüce Dost’una vuslatının 741. yıldönümü idrak edilen “Âşıkların Sultânı” Hz. Pîr Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-î Rumî… Bugün sizlerle, büyüklerimizden öğrendiğimiz kadarı ile, Hz. Pîr ile ilgili yanlış bilinen ve bilinmeyen birkaç noktayı paylaşmak istiyorum.
Hz. Mevlânâ, bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Belh şehrinde dünyaya teşrif etmiştir. Belh o zamanlarda Türkistan bölgesine dahil bir yer, hem ticaret, hem de bir ilim merkezi… Hz. Pîr’in muhterem valideleri, Belh emiri Rükneddîn’in kızı Mümine Hatun, muhterem pederleri de büyük bir âlim olan Hatîb Hüseyin Efendi’nin oğlu, birçok âlimin rüyada Efendimiz’den aldıkları emir ile kendisine “Sultân’ül Ulema” dedikleri, Bahâeddin Veled hazretleri… Bu iki muhteremin evliliklerinden milâdi tarih ile 30 Eylül 1207’de Muhammed Celâleddîn doğmuştur.
Büyüklerimiz, Hz. Mevlânâ’yı tam olarak tanımadığımız gibi etrafını da tanımadığımızı, Hz. Mevlânâ’yı doğru tanımak için onu yetiştirenleri de tanımak gerektiğini söylüyorlar. Hz. Pîr’in Peder-i Âlileri Sultân’ül Ulema Bahâeddin Veled hazretleri, Necmeddîn-i Kübra hazretlerinin pîri olduğu Kübreviyye tarikatında şeyhtir. Babası, Hz. Mevlânâ’nın ilk mürşididir, yani Hz. Mevlânâ o sıralarda bir Kübrevî dervişidir… Sultân’ül Ulema’nın irtihalinden sonra hilafet, halifesi Burhâneddîn-i Muhakkîk-i Tirmizî hazretlerine geçmiş, o sıralarda Kayseri’de bulunan Tirmizî hazretleri Konya’ya gelmiş ve Hz. Mevlânâ’nın irşadı ile meşgul olmuştur. Belli bir zaman sonra da, Hz. Mevlânâ’ya hilafet vermiş yani “artık sen de adam yetiştirebilirsin” demiştir.
Bunların üzerinde durmamızın nedeni şudur, Hz. Mevlânâ denince genel olarak akla ilk Hz. Şems geliyor. Sanki Hz. Şems’den önce Hz. Mevlânâ, Mevlânâ değilmiş gibi bir hava estiriliyor ki bu son derece yanlıştır. Hz. Mevlânâ, Hz. Şems’den önce seyr-i sülûkunu tamamlamış bir İnsan-ı Kâmil’dir. Hatta şu sözü çok şey anlatır: “Babam beş sene daha yaşasaydı, Şems’e ihtiyacım kalmazdı.”
Hz. Mevlânâ hakkında yanlış bildiklerimiz bunlarla sınırlı değil, Zât-ı Âlilerinin bir Hanefî fâkihi olduğunu da, mide rahatsızlığı çektiği için kaplıcaya sık sık gittiğini de, çoğu mide hastası gibi aslında asabi bir zat olduğunu da, resmedildiğinin aksine zayıf bir bedeni olduğunu da bilmiyoruz. Bu konuların detaylarına inşallah başka bir yazıda girelim.
Son olarak, Hz. Mevlânâ’yı doğru şekilde tanımak isteyen okurlarımıza, bu yazı için de kaynak olarak kullandığım, kendisini “Bende-i Bendegân-ı Hz. Mevlânâ” yani “Hz. Mevlânâ’nın kölelerinin kölesi” olarak gören muhterem Ömer Tuğrul İnançer hocamızın “Bir Muhammedî Âşık Hz. Mevlânâ” adlı eserini şiddetle tavsiye ederim.
twitter.com/mkinikoglu mkinikoglu@gmail.com