Allah Resülü (sav), halasının kızı Zeyneb bnt. Cahş'la yaptığı evlilik münasebetiyle verdiği düğün yemeğine ashabını davet etmişti. Davetlilerin çoğu yemekten sonra ayrıldığı halde birkaç kişi orada kalmıştı. Bu uzun misafirlikten rahatsız olan fakat haya ve nezaketinden dolayı da onlara bir şey söyleyemeyen Peygamberimiz, oradan ayrıldı.
Hz. Peygamber'in evine misafir olma ve hanımlarından bir şey isteme adabını öğreten şu ayet indi: "Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber'in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber'i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah'ın Resulü'ne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyen söz konusu olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır. "(Ahzâb, 33/53)
İslam öncesi Arap toplumunda, özel hayatın mahremiyetine fazla önem verilmediği için insanlar bazen birbirlerinin evlerine izin istemeden girer ve başkalarının mahrem hallerine şahit olmakta bir sakınca görmezlerdi. Özellikle aile mahremiyetini hiçe sayan bu tutum yukarıdaki ayet inene kadar devam etti.
"Hicab Ayeti" olarak da bilinen bu ayette, Hz. Peygamber'in şahsında, bir yandan davet ve davete icabetle ilgili konularda müminlerin dikkat etmeleri gereken hususlar açıklanırken, diğer yandan, özel hayatın mahremiyetine dikkat çekilerek evlere izin istemeden girilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü bu, hem dışarıdan gelenler hem de içeridekiler açısından daha nezih bir davranıştır. Özellikle ev içindeki rahat ortamda istediği gibi davranan aile üyelerinin, kapı yerine perdelerin bulunduğu Hz. Peygamber döneminde eve izinsiz girilmesinden ne kadar rahatsız oldukları tahmin edilebilir. işte Cenabı hak Hazreti Peygamber’in ev mahremiyeti konusunda yapmış olduğu bu ikazla aslında bütün müminlere özel hayatın mahremiyetine saygı göstermeleri konusunda uyarmaktadır. Peygamber efendimiz de “Sizden biriniz üç kere izin istediği zaman kendisine izin verilmezse hemen geri dönsün.” buyurarak evlere ancak izin alınarak girilmesinin gerekliliğine vurgu yapmıştır. (Buhârî, İsti’zân,13)
Ancak özel hayatın saygınlığı konusunda cahiliye döneminde görülen özensizliğinin ilgili ayetin inişinden sonra da zaman zaman devam ettiği, ensardan bir hanımın Peygamberimize yaptığı şu şikayetten anlaşılmaktadır: “Ey Allah‘ın Resulü ben evimde bazen öyle bir halde bulunuyorum ki çocuğum ve babam da dahil hiç kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Fakat bazen ailemden biri ansızın gelip içeri dalıyor.” (Taberî, Câmiu’l beyân,XIX,147)
İşte bu gibi şikayetlerin çoğalmasından sonra Nur Suresi’ndeki konuyla ilgili ayetler nazil oldu. Bu ayetlerde özel hayatın dokunulmazlığını düzenleyen şu kurallar yer almaktaydı:
1. Geldiğini fark ettirmedikçe ve selam vermedikçe başkalarının evlerine girilmeyecek,
2.Evde kimse bulunmazsa izin verilmedikçe içeri girilmeyecek eğer “geri dönün” denilirse hemen dönülecek,
3.Mümin erkekler de mümin kadınlar da gözlerini harama bakmaktan sakınacaklar ve ırzlarını koruyacaklar.
Ayrıca özel hayata ve mahremiyete saygı sadece yabancılara karşı gösterilmesi gereken bir tutum olmadığı için Cenabı hak aynı aile içindeki bireylerin de bu konuda dikkatli olmalarını şu ayetle emretmiştir: “Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve içinizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin (dinlenmek için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin için mahrem vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah ayetlerini size işte böylece açıklar. Allah hakkıyla bilendir hüküm ve hikmet sahibidir. (Nûr, 24/58)
Toplumda ilk eğitim yuvasının aile olduğu dikkate alınırsa aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerinde özenli olmaları böyle ailelerden oluşan bir toplumda özel hayatın mahremiyetine ne denli saygı gösterileceğinin bir göstergesidir.
İslam dini bir taraftan evlenip huzurlu bir yuva kurarak toplumun temeli olan ideal aile ortamlarının oluşturulmasını tavsiye ederken, diğer taraftan aile mutluluğunun devamı ve iyi nesillerin yetişmesi için bu ortamın her türlü tehlikeden korunmasının gereğine işaret etmiştir. Bu tehlikelerin en başında da özel hayatın mahremiyetine yönelik müdahaleler gelmektedir.
Bireyin ve ailenin özel hayatı mahrem yani saygın ve gizlidir. Kişiye ve aileye özel bazı hususların başkaları tarafından bilinmesi ve araştırılması dinen, hukuken ve ahlaken doğru değildir. Çünkü bireyin özel hayatını ilgilendiren şeylerin ve aile üyelerinin kendi aralarında paylaştıkları her türlü ilişkinin başkaları tarafından öğrenilmesi ve diğer insanlara nakledilmesi özel hayata dolayısıyla da kişilik haklarına müdahaledir.
Ailenin mahremiyetini korumak ve bununla ilgili ortaya konmuş olan İslami prensiplere riayet etmek başta eşler olmak üzere öncelikle bütün aile bireylerine düşen bir sorumluluktur. Allahu Teala eşlerin birbirlerinin sırlarını ve kusurlarını örten ve koruyan birer elbise/örtü mesabesinde olduklarından bahisle onlar sizin için bir elbise sizde onlar için bir elbisesiniz buyurmuştur. Sevgili peygamberimiz de “Kıyamet günü Allah katında hesabı sorulacak en büyük ihanetlerden biri kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesidir.”(Müslim, Nikah, 124) buyurarak bu gizliliği korumanın önemine dikkat çekmiştir.
İslam dininin özel hayatın saygınlığını affettiği bu önem bize birbirlerine çok yakın olan eşler arasında bile dikkat edilmesi gereken bazı incelikler olduğunu göstermektedir. Eşlerin bir takım vehimlerle karşılıklı güveni zedeleyecek şekilde birbirlerini takip edip gizli gizli kontrol etmeleri buna örnek verilebilir. Sevgili Peygamberimiz, uzun bir yolculuktan sonra evine dönen bir erkeğin ailesinin kendisine ihanet edip etmediğini öğrenmek veya onların kusurlarını araştırmak maksadıyla evine geceleyin ansızın girmesini yasaklamıştır.Ayrıca o, "Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın tâ kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!"(Buhâri, Edeb, 57) buyurmuştur.
Özel hayatın başkaları tarafından araştırılması ve ifşa edilmesinin temel sebebi insanda fıtri olarak var olan merak duygusudur. Ancak bu duygu şahısların özel hayatına uzandığında, onların kişiliklerini zedeleyici ve onurlarını yaralayıcı bir niteliğe dönüşür. İşte insandaki merak duygusunun kötüye kullanılması "tecessüs" adını almakta ve Yüce Yaratıcı, "Birbirinizin gizliliklerini ve kusurunu araştırmayın."(Hucurat, 49/12) uyarısıyla bunu yasaklamaktadır. Hemen arkasından da "Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin." buyurarak tecessüs ile gıybet arasında yakın bir bağın bulunduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan Hz. Peygamber'in, "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeylerden uzak durması, iyi bir Müslüman olduğunu gösterir."(Tirmizî, Zühd,11) hadisi adeta bu ayetlerin tefsiri mahiyetindedir.
Sevgili Peygamberimiz özel hayatın mahremiyetine verdiği önemi sözlü beyanları yanında uygulamalarıyla da bizzat göstermiştir. Nitekim Ebu Hüreyre'nin anlattığına göre, Resül-i Ekrem bir gün evindeyken bir adamın gizlice evin içini gözetlediğini fark etmiş ve bu davranışa son derece hiddetlenmişti. Elindeki, saçlarını taramakta kullandığı demir mil ile adamın üzerine yürümüş, adam da dönüp kaçmıştı. Özel hayatın mahremiyetini ihlal eden bu adam Resülullah'ı öfkelendirmişti. Sahabiler huzuruna girdiğinde o, evini gözetleyen Hakem b. Ebu'l-As isimli bu kişiye öfkeyle beddua ediyordu. Rahmet Peygamberi'nin bedduasına çok nadir şahit olan ashab, durumu öğrendiklerinde kendileri de hiddetlendiler ve onlar da beddua etmek istediler. Ancak Resül-i Ekrem buna müsaade etmedi.
Hadis ve fıkıh kitaplarında başkasının evini gözetleyen kimsenin cezasıyla ilgili anlatılanlar aslında bu olayla ilgilidir. Olayda adı geçen Hakem b. Ebu'l-As, Mekke döneminde Allah Resülü'ne inanmayıp ona güçlük çıkaran, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber'in öğretisini gerçek manada özümseyememiş bir kimsedir.
Konuyla ilgili ayet ve hadislerden anlaşılacağı gibi başkalarının evinin içine izinsiz olarak göz atılmamalı, eve girmeden önce mutlaka izin istenmelidir. "Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helal değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir..."(Tirmizî, Salât,148) buyuran Peygamberimiz, kapı yerine perdenin kullanıldığı, çoğu zaman onun da bulunmadığı bir dönem de, birini ziyarete gittiğinde kapının tam karşısında değil de sağ veya sol kenarında durur, selam vererek girmek için izin isterdi. Zira evin içine bakıp mahremiyeti ihlal ettikten sonra izin istemenin bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü izin, görünmesi istenmeyen durumlara muttali olmamak için, ev sahibinin müsaadesini talep etmektir. Eğer istem dışı bir bakma söz konusu ise bu durumda gözün başka tarafa çevrilmesi gerekmektedir.
Özel hayatın mahremiyetini ihlal edecek davranışlarda bulunanların gerçek mümin değil, olsa olsa münafık olabileceğini hatırlatan Hz. Peygamber, başkalarının evlerini gizlice kolaçan edenlerin cezasının, Allah tarafından rezil edilmek olduğunu şu şekilde vurgulamıştır: "Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hallerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hallerini araştırırsa Allah da onun gizli halini araştırır. Allah kimin gizli halini araştırırsa onu evinde bile (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) rezil eder."(Ebû Dâvûd, 35)
Diğer yandan özel hayatın mahremiyeti çerçevesinde insanların duyulmasından hoşlanmadıkları yahut çekindikleri konuşmalarına kulak kabartmak ahirette acıklı bir cezaya maruz kalmayı gerektirecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz, " ... Kim bundan hoşlanmadıkları ya da kendisinden uzaklaştıkları halde bir grubun konuşmalarına kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür..."(Buhârî, Edeb,88) buyurarak cezanın şiddetini vurgulamaktadır. İnsanların özel hayatındaki kusurların araştırılıp ortaya dökülmesi, toplumun ahlaken yozlaşmasına yol açabilecek bir tutumdur. Efendimiz, "İnsanların açıklarını, ayıplarını araştırırsan ya aralarına fesat sokmuş olursun ya da aralarında fesat çıkmasının yolunu açmış olursun."(Ebû Dâvûd,37) buyurarak toplumun ayıplarını araştırmayı yasaklamıştır. Bu yüzden, "sakalından şarap damlıyor" denilerek kendisine getirilen bir adam için Abdullah b. Mes'üd, "Bizim kusur araştırmamız yasaklandı. Fakat bir suça açıkça muttali olursak onu cezalandırırız!" cevabını vermiştir.
Burada dikkat çeken husus, üzerine gidip araştırılmaması ve deşifre edilmemesi gereken kusurların kişisel olması ve yapılan yanlışın başkası na zarar verici nitelikte bulunmamasıdır. Diğer şahıslara ve topluma zarar vermeyen kişisel kusurların örtülmesi ve mümkünse "iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma" prensibi çerçevesinde uyanlarda bulunulması dinimizin bir gereğidir. Ancak bu tür suçların takibi için aile mahremiyetinin ve mesken masuniyetinin ihlali doğru görülmemiştir. Bu yüzden yukarı daki rivayetlerde görüldüğü gibi, evinde dini bir yasağı ihlal ettiği halde kimseye zararı dokunmayan bir kimsenin özel hayatı saygındır ve onun mahremiyeti de dinimize göre koruma altındadır. Şayet işlenen suç kamuyu ilgilendiriyor, yani başkalarına zarar verici bir nitelik taşıyorsa buna mani olmaya çalışmak ve en kısa zamanda yetkilileri haberdar etmek de dini bir görevdir. Böyle durumlarda özel hayatın mahremiyeti ve mesken dokunulmazlığı söz konusu olmaz. Ayrıca, yangın ve hırsızlık gibi derhal müdahale edilmesi gereken zorunlu durumlarda da yabancı evlere girmek için izin alınması beklenmez.
Gizlilik hakkı yalnızca yabancı evlere izinsiz girme ve gizlice gözetleme konusuyla sınırlı olmayıp örneğin bir hadiste, izinsiz olarak başkasının kitabını/mektubunu okumak da bu kapsamda değerlendirilmiştir. Buradan hareketle fotoğraf ya da kamera vasıtasıyla başkasının görüntülerini elde etmek, telefon ve benzeri sesli iletişim cihazlarını dinlemek ve kaydetmek, internet üzerinden ve sair yollardan başkasına ait her türlü şahsı bilgi ve belge ele geçirmek gibi konuların da mahremiyet sınırları içinde olduğunu söylemek mümkündür. Hepsi de özel hayatın mahremiyetine tecavüz olan bu eylemlerle ele geçirilen gizli bilgi ve görüntüler, ne yazık ki günümüzde popüler kültürün bir ürünü olan magazin türü programların vazgeçilmez malzemesi haline gelmiştir. Aile yuvalarının dağılmasına, çocukların yetim kalmasına hatta cinayetlere kadar uzanan birçok olumsuzluğa yol açan bu ihlaller, özel hayatın mahremiyetinin ne kadar önemli ve dinimizin bu konuda getirdiği kuralların da ne kadar isabetli olduğunu gözler önüne sermektedir.
Netice olarak hiç kimse, başkasının özel hayatını merak edip meşru olmayan yollarla ona vakıf olmaya çalışmamalıdır. Çünkü başkalarının gizli hallerine ve istenmeyen durumlarına vakıf olan bir Müslüman hem kendisi için helal olmayan bir iş yaparak hem de onlar hakkında sü-i zanda bulunarak çifte günah işlemiş, ayrıca gördüğü şeylerden etkilenerek diğer günahlara da kapı aralamış olur. Böylece kişiler arasında karşılıklı saygı zedelenir, komşuluk ilişkileri zarar görür. Herkesin birbirinden şüphelendiği bir güvensizlik ortamı doğar. Evli-bekar, kadın-erkek her mümin, özel hayatın ve aile mahremiyetinin korunması konusunda büyük sorumluluk altındadır. Bu nedenle, eşler ve çocuklar önce birbirlerinin ve ailelerinin sırlarını başkalarına söylememeli, aralarındaki ilişkileri ulu orta anlatmamalıdırlar. Sonra, toplumdaki diğer bireylerin ve ailelerin mahremiyetine saygı göstererek, onlar hakkında kötü zan ve tecessüsten uzak durmalıdırlar. Kısacası herkes kendi özel hayatına ve aile mahremiyetine başkaları tarafından gösterilmesini beklediği saygı ve hassasiyeti onlara karşı da aynen göstermelidir. Unutulmamalıdır ki konuyla ilgili ilahî ve nebevî öğretilerin amacı, bireylerin ve ailelerin özel hayatlarını güvence altına alarak huzur, güven ve güzel ahlakın egemen olduğu sağlıklı bir toplum oluşturmaktır.
Özel hayatın mahremiyetini ihlalde çift yönlü bir sorumluluk söz konusudur. ilki, kişinin veya ailenin kendi özel hayatını koruma adına gerekli tedbirleri almasıdır. Bu açıdan örneğin bir evde kapıların, perdelerin kapalı tutulması, ses, kavga ve gürültü gibi başkalarının meraklı bakışlarını çekecek hususlardan sakınılması gerekmektedir. İkincisi ise başkalarının özel hayatını izleme, gözleme, araştırma gibi İslam'ın kesin olarak yasakladığı hareketlerden kaçınılmasıdır.
Esas olan özel hayatın saygınlığı olunca, bazı kişi ve ailelerin özel ha yatlarına işleri gereği muttali olan güvenlik görevlisi ya da sağlık personeli gibi meslek erbabı da sahip oldukları özel bilgileri kimseye sızdırmamalıdırlar. Çünkü onlar iş ahlakı gereği bu bilgileri "emanet" olarak görmeli ve emanete asla ihanet etmemelidirler.(Hadislerle İslam)
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI - İl Vaizi