Son yazımda (13 Ocak) Fransa’daki olayların İslâm düşmanlarının plânlı faaliyetleri olduğunu ifade etmiştim… Yani “komplo teorisi”… Özetle şöyle demiştim:
Bugünlerin başlangıcı, Danimarka’daki derginin yayınlarıdır diyebiliriz… Arkasından Paris’teki benzer dergi… İkisi de seviyesiz mizah dergileri… Daha doğrusu mizah iddialı küfür ve hakaret dolu kâğıt parçaları… İkisi de, en adi tahriklerle Müslümanları kızdıracak yayınları bilhassa yaptılar… Yayınla yetinmediler, beyanatlarla saldırıyı üzerlerine çektiler. İki ayrı ülkede aynı vasıfları taşıyan ve aynı tarzda yayın yapan iki dergi bile bir plânlamanın olduğunu gösterir. Ve Paris’teki dergiye saldırı… Arkasından Yahudi emrindeki medya, faillerin iki “Müslüman terörist” olduğu iddiaları ile ortalığı velveleye verdi. Onları söylüyorsa, ispata, belgeye ihtiyaç mı olur... Artık bu “İslâmî terör” (!) de bıçak kemiğe dayandı dedirecek kadar azıttı… Ve devletliler seviyesine varan tepki, bütün dünyayı sardı… Dünya medyası için bundan başka mühim haber yoktu.
Olayların devamı bizi haklı çıkardı. Çeşitli yerlerde gösteriler yapıldı… Kaleme (!) yapılan bu gözü dönmüşlerin saldırılarından “bütün Müslümanların sorumlu olduğu”nu açıkça söyleyenler oldu... Ve bizdeki uzantıları rezil karikatürleri yayınladı… Dünyanın her yerinde zulme uğrayan, öldürülen, taciz edilen milyonlarca Müslümanı görmeyip, Paris’te öldürülenleri, dünyanın en büyük cinayeti edasıyla gündemde tutarak, hakaretamiz yayınları şirretçe arttırarak İslâm dünyasında bir öfke patlaması meydana getirmek istendi… Türkümüzün ifade ettiği gibi, “öfkede akıl olur mu?”… Umdular ki, Müslümanlar, kırmızı görmüş boğalar gibi şuursuzca sokaklara dökülsünler, büyükelçiliklere saldırsınlar, Paris’teki dergi ile özdeştirecekleri yayın organlarını, işyerlerini tahrip etsinler, derginin yandaşı ve yoldaşı gördüklerini, sorusuz sualsiz öldürsünler… Onlar da, işte görüyorsunuz ilkel dünyanın pigmelerini! Bu yamyamlar sürüsünü, neyin vahşileştirdiğini hâlâ anlamıyor musunuz, diye ortalığı ayağa kaldırsınlar… İslâm düşmanlarının nazarında, yazarlar çizerler de, öldürülenler de, öldürenler de, cinayet işlemeleri plânlananlar da, senaryolarının ehemmiyetsiz figüranlarıdır.
Son noktaya kadar, –bir husus hariç– kendi açılarından başarılı oldular… Öldürülen 12 fikir kahramanı (!) için ağlama törenleri düzenlediler… Karanfiller, mumlar, kalemler… Sadece yaygara… İçlerinden kıs kıs güldüklerinden emin olabilirsiniz. Cinayetleri, bu iki vahşinin (!) işlediğine ve ne onların bağlı olduğu “İslâmî terör” teşkilâtına ait bir belge yayınlayamadılar. Sadece kendileri, İslâm’ın cihat emrinin öldürme olaylarını tetiklediği yaygarasını kopardılar… Her zaman olduğu gibi, işlerine geleni gördüler ve gösterdiler. Olaylarda biri polis, diğeri tezgâhtar iki Müslümanın fedakârlıklarını görmezlikten geldiler.
Şükür ki, son noktada umdukları gibi saldırılar, tahripler ve öldürmeler olmadı. Çok şükür ki, artık bizim dünyamızda da bir uyanış görülüyor… Sokaklarda şuursuz kalabalıkların, öfkeli ve kontrolsüz bağırmaları eskisi kadar görülmedi.
Bir kimse bir şeye tepki gösteriyorsa; ne kadar haklı olursa olsun ve tepkisini ne kadar olgunlukla gösterirse göstersin; tepki gösterdiği kişinin yörüngesinde hareket ediyordur. Farkında olsun, olmasın tepki gösterdiği kişi ve onun iddiaları; kendisini ifade yönünden varlık sebebi olmuştur. Yapılması gereken tepki değil, olayların olgunlukla ve objektif olarak muhasebesinin yapılması ve bunun gür bir sesle duyurulmasıdır. Antitez olup güdülme, tez ol baskın çık! Sadece bir sefere mahsus gösteriler değil; her alanda, iman manzumemizin buyurduğu gibi, “az da olsa devamlı” fikir ve iman faaliyetleri...
İrademizle ortaya koyacağımız en basit fikir, söyleyeceğimiz bir salâvat; en olgun, en haklı ve en yerinde tepkiden bile üstündür.