BEDEL ÖDEMEDEN OLMAZ.!

HİKMET ÖZTÜRK

 

Kültür ve tabiat, toplumların vazgeçemeyeceği değerler. Bunların korunması ve nesillere aktarılması da bir o kadar önemli…

Devlet olarak, bu varlıklara sahip çıkılması için, 1983 yılında bir kanun kabul edilmiş; “Kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu”… Yönetmeliği yayımlanmış, teşkilâtlanması da tamamlanmış… Bunların hiç birine diyeceğimiz yok. Bu konuda güzel hizmetler verildiğini görüyor ve takdir ediyoruz.

2863 sayılı bu kanununun 3. maddesinde, “Tarih öncesi ve tarihi varlıklara ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yeraltında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklar, kültür varlığıdır” denilmektedir. 5. maddesi bu varlıkların “Devlet malı” niteliğinde olduklarını, 6. maddenin (a) fıkrası, korunması gerekli taşınmazların, “19. yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazları” kapsadığını ifade etmekte. Aynı maddenin (b) fıkrasında ise “Bu tarihten sonra yapılmış, önem ve özellikleri bakımından korunmasına gerek görülen yapılar kültür varlığı kapsamına alınır”, denilmektedir. O halde, yapılarımızı iki bölümde incelememiz gerekmektedir. Birincisi 1900 yılına kadar yapılanlar, ikincisi bu tarihten sonra yapıldıkları halde önem ve özellikleri bakımından korunmasına gerek görülenler.

Muhtemelen,1900 yılına kadar yapılan binaların tamamı kurul kararı ile korunma altına alınmıştır ve envanterleri tutuluyordur. Bizim bu hususta üzerinde duracağımız konu, devlet malı olarak kabul edilen bu yapıların büyük çoğunluğuna sahip çıkılmaması ve bunların yıkılmaya terk edilmiş olmalarıdır. Yasanın 15. maddesine göre, taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanlarının devlet tarafından kamulaştırılması gerektiği halde, uygulamada buna riayet edilmediğini görmekteyiz. Eski yapıların bulunduğu yerlerde sık sık yangınların çıkmasının altında bu gerçek yatmaktadır. Kaderine terk edilen; ne yapılan, ne yıktırılan bu binalar, ya tinerciler veya sahipleri tarafından yakılmaktadır. Şehir içlerinde virane halleri ile görüntü kirliliğine sebep olan, yıkılmaya yüz tutmuş hali ile tehlike arzeden binalar hakkında, koruma kurullarının görevlerini yapmadığı kanaatindeyiz. Yasanın 57. maddesinin (f) fıkrasında korunması gerekli kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiş olanların tescil kaydını kaldırmak, adı geçen kurula görev olarak verilmiştir. O halde, 1900 yılından önce yapılmış olmaları sebebiyle tescil edilen tüm binalar, bizzat yerinde görülmek suretiyle incelenmeli, özelliklerini kaybetmiş olanlar belirlenerek, tescil kayıtları kaldırılmalıdır. Bu suretle, tehlikeli binalar yıkılmış ve yerleri günümüzün şartlarına göre değerlendirilmiş olur.

1900 yılından sonra yapıldıkları halde, önem ve özellikleri bakımından korunmasına gerek görülen yapıların durumu ayrı bir problem. Eline fotoğraf makinesini alan görevli, kafasına göre belirlediği ölçüye uyan yerlerin tescilini yaptırıyor. Vatandaşa da, bina üzerinde hiçbir şekilde tasarrufta bulunamayacağı bildiriliyor. Bu suretle devlet, o güzelim binaları koruma altına (!) almış oluyor. Böylece mesele hâlloldu mu? Nerede mülkiyetin kutsiyeti, nerede vatandaşın hakkı? Bedelini ödemediğin, tapusunu almadığın yer üzerinde ahkâm kesiyorsun.

Bu uygulamalar yanlıştır. Devlet olarak, koruma altına alınmasını uygun gördüğün binaları kamulaştırır, bedellerini vatandaşa ödersin, ondan sonra dilediğin şekilde tasarruf edersin... Devlet, millet için vardır. Mülkiyet üzerindeki hakları kısıtlanan vatandaş mağdur edilmemeli, hak aramak için mahkeme kapılarında süründürülmemelidir!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.