Hatırımda kalan yıllardan söz edeyim sizlere dilim döndüğünce. Soba yanıyor, annemiz sıcak çaydanlığı maşıngadan alıyor ve bardaklara doldurmaya başlıyor. Bizim buraların tabiri ile harıl harıl yanan sobanın yanında elimizde bir kalem, önümüzde bir defter ders yapmaya çalışıyoruz. Arkada dönen muhabbete gidiyor bir ara kulağımız. Sohbet koyu. Yarın yapılacak işler planlanıyor. Yorgunluk herkesin eline, yüzüne çökmüş. Lakin herkes birbirine güler yüzle bakıyor. Dikkatinizi çekeyim herkes birbirinin gözlerinin içine bakıyor, anlamaya çalışıyor ciddiye alıyor. Telefon karşısında saatlerini harcamıyor. İşte tamda burada başlıyor geleceğin yüklenmesi. Ortamın üzerine yüklediği saygı ve sorumluluk hissi, çalışmanın ve planlamanın önemini küçük yaşta burada kavramaya başlıyoruz. Sobanın karşısındayız ama ailenin sıcaklığı bizi daha çok ısıtıyor.
Sabah oldu formamız giyildi okula gidiyoruz. Aklımızda tenefüste oynayacağımız oyunlar. Çocukların birbirini aslında farkında olmadan eğittiği, bilmediği şeyleri oyunlarda arkadaşlarından öğrendiği zararsız, yaratıcılığı geliştiren oyunlar. İki parmak kullanarak saatlerce bir ekrana bakarak oynananlardan değil. Neyse zil çalıyor ders başladı. Sadece öğretmen geldi diye değil bir büyüğümüz geldi içinde ayağa kalkıp " Günaydın öğretmenim" diyoruz sınıfça. Ziller çaldı tenefüsler oldu, dersler işlendi. Yıllar geçti peki biz dersimizi aldıkmı? Bunu siz gözlerinizi kapattığınızda cevabını mutlak alırsınız da bizim can paralerimiz çocuklarımız icin bu kadar yapaylığın içinde herşeyin alelacele yapıldığı, oyunların 10-12 kişi değilde 2 parmağa indirgendiği, hız herşeydir dayatmasıyla çocukluğun, gençliğin geçtiği bir dünya istemiyoruz değil mi? O zaman çocuklarımızın gözlerine bakalım. Bakalım ki, aslında dünyaya nasıl bir cevher kazandırdığımızın farkına varalım.