BENCİLLİK

Cumadan Gönüllere

Bencillik, kişinin sadece kendi çıkarlarını düşünmesidir. Bencil insan, sadece kendi nefsini düşünür ve kendi mutluluğunu önemser; diğerlerinin huzurunu ve mutluluğunu umursamaz. Hayatın merkezine kendisini koyan bencil kişi, etrafındaki her şeyi ve herkesi kendi yararına kullanma çabası içine girerek çıkarcı bir tutum sergiler.

"Bencillik" Arapçada “enâniyet” kelimesiyle ifade edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in indiği dönemde Arap dilinde bu kelime günümüzdeki kullanımıyla bilinmediği için âyet ve hadislerde yer almamakta, ancak kişiyi enâniyetten uzaklaştırmaya yönelik tavsiyeler ve uyarılar âyet ve hadislerde oldukça geniş yer tutmaktadır. İnananların bir bütünün parçaları gibi birbirine kenetlenmiş olarak (Buhârî, Salât, 88) kardeşçe yaşamasını (Buhârî, Edeb, 57) öngören İslâm dini, yalnızca kendi hayatını düşünmek, çıkarlarının peşinde koşarak vurdumduymaz davranmak, diğer canlı ve cansız varlıkların farkında olmamak gibi bencil tutumları kesinlikle tasvip etmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de, “Nefisler kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır” (Nisâ, 4/128) buyrularak bencilliğin, insanın yaratılışından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Allah’a itaat edip, Onun rızasını kazanmak için harcamada bulunan, nefsinin bencil tutkularından, hırslarından ve cimriliğinden korunan kişinin kurtuluşa ereceği müjdelenerek (Teğâbün, 64/16) bu kötü huydan korunmanın gereği vurgulanmıştır. Zira Hz. Peygamber, “Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki bir kişi hayır namına kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” sözüyle (Nesâî, Îmân, 19) bencilliğin karşıtı olan diğerkâmlığın imanın bir göstergesi olduğunu ifade etmiştir.

Bencillik İslâm literatüründe daha çok kibir (büyüklenme), ucb (kendini beğenme), fahr (övünme), buhl (cimrilik) ve şuhh (pintilik) gibi kavramlarda ifadesini bulmaktadır. Zira bu özellikler bencilliğin hem sebebi hem de sonucudur. Bencil insan, dünyadaki en önemli varlığın kendisi olduğunu düşünür, dolayısıyla diğer insanlardan üstün olduğu hissine kapılır ve kalbi kibirle dolar. Engel olunmadığında bu kibir duygusu öylesine gelişir ki, tıpkı Firavun gibi, (Nâziât, 79/24) kendisini Allah’a muhtaç görmemeye ve hakkı yalanlamaya başlar. (Leyl, 92/8-9) Hâlbuki Rabbi, zayıf tabiatlı olarak yaratılan insana, (Nisâ, 4/28) “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin” (İsrâ, 17/37) buyurarak âcizliğini idrak etmesi ve tevazu ile hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz de kibri, “hakkı inkâr ve insanları tahkir” olarak nitelendirmiş (Müslim, Îmân, 147) ve kalbinde zerre kadar kibir olan kimsenin cennete giremeyeceğini söylemiştir. (Müslim, Îmân, 149) Nitekim bir defasında ashâbına şöyle hitap etmiştir: “Size cennetlikleri bildireyim mi? Her alçakgönüllü, zayıf kimsedir. Şayet o Allah adına yemin etse, Allah onu yemininde haklı çıkarır. Size cehennemlikleri haber vereyim mi? Kaba, bencil ve büyüklük taslayan herkes.” (Buhârî, Edeb, 61)

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin velileri ise tâğuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.”  (Bakara, 256-257)

GÜNÜN HADİSİ:

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ, “Kim benim dostlarımdan birine düşmanlık ederse, ben de ona harp açarım. Bir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir amel ve ibadetle bana yaklaşmaz. Fakat kulum bana nafile ibadetlerle de sürekli yaklaşır, sonunda ben onu severim. Bir kere de onu sevdim mi, artık o kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey dilerse onu verir; bana sığınırsa mutlaka onu himaye ederim.” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 38)

GÜNÜN DUASI:

“Allah’ım! Kalplerimizi birleştir, aramızı ıslah et, bize kurtuluş yollarını göster, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar, bizi her türlü çirkinliklerden, açığından ve gizlisinden uzaklaştır. Bize kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi, eşlerimizi ve neslimizi mübarek eyle. Tövbelerimizi kabul eyle, şüphesiz ki Sen tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametlisin. Bizi nimetlerine şükredenler, nimetlerinle seni övenler, verdiğin nimetleri kabul edenler eyle ve bize nimetlerin devamını ihsan eyle.”

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Öşür ne anlama gelir, Dini dayanağı nedir?

CEVAP: Sözlükte onda bir anlamına gelen öşür, dinî bir kavram olarak, tarım ürünlerinden verilen zekât demektir. Tarım ürünlerinin zekâta tâbi oluşu Kur’an ile sabittir.
Yüce Allah, “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin.” (Bakara, 2/267); “Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Enâm, 6/141) buyurmaktadır.

Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadis-i şerifte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî, Zekât, 55) buyrulmuştur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.