Abdulkadir İLGEN
Millî Görüş lideri Necmeddin Erbakan Hakk’a yürüdü. Altmışlı yılların sonunda Millî Nizam Hareketiyle başlayan fırtınalı bir yaşantı, 28 Şubat’ın arifesinde noktalandı. Bizim nesilden arkadaşlardan neredeyse tamamı, karşıt ya da müdafi olarak, kendisinden bir şekilde etkilenmişti.Devamı 6. Sayfada
Karşımızda iki Erbakan olduğunu düşünüyorum: biri bir hareketin lideri, diğeri siyasi bir lider. İkinci Erbakan’la yöntem olarak uyuştuğumu söyleyemem. Zaten kendisi de, bana göre siyasi bir hareketin lideri olmaktan ziyade, bir misyon adamı olarak temayüz etmişti.
Siyasi bir lider olmasına rağmen kullandığı dil, siyasi olmaktan çok bir “cemaat” liderinin dilini andırıyordu. Buna rağmen, politikada Müslüman kimliğini politik bir dile çeviren ve zor da olsa bu dili kabul ettiren bu inanç adamı, son nefesine kadar konumunu muhafaza etme ısrarını sürdürdü.
Bugün arkasından yığınla değerlendirme yapılıyor, yapılacak. Kendisine karşı türlü komploların içinde bulunan emekli generallerden bir kısmı, basından öğrendiğimize göre, günah çıkartıyorlarmış. Çok üzülmüşler, kendisine haksızlık yapmışlar falan feşmekân türünden timsah gözyaşları döküyorlarmış.
Bunların hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Burada yeri gelmişken 1950’li yılların sonunda Türkiye, İran, Pakistan ve Irak tarafından Bağdat Paktını kuran liderlerden hepsinin askeri bir darbeyle görevden uzaklaştırılması ve hemen akabinde de idamla cezalandırılmasını hatırlıyorum. Aynı şey D–8 Hareketini başlatan liderin de farklı şekilde başına gelmişti.
Bugün “ulusalcılık”, vatan ve memleket üzerinden duygu simsarlığı yapan aynı zevattan bazıları, o günlerde Refah-Yol hükümetini İsrail’le anlaşma yapmaya zorlamakla övünüyorlardı. Bu Amerikan karşıtlarının, Amerikanın bölgedeki ileri karakoluyla bu şekildeki sarmaş-dolaş ilişkileri nedense hiç dile getirilmiyor.
O günlerde Erbakan Türkiye’yi İran yapma bahanesiyle itham edilirken, sözde Amerikan karşıtı bu beyler, paşa paşa İsrail’le sıkı fıkı ilişkiler kurup, İstanbul dukalığına ülke kaynaklarını peşkeş çekerken kimsenin aklına “ulusal menfaatler” gelmiyordu.
Türkiye’de “komprador sermayenin” yabancı menfaatlerini savunma ve kamu kaynaklarını söğüşlemesine seyirci kalan 28 Şubatın etkili isimleri, yerli sermaye girişimlerini hiçbir hayâ hissi duymadan “yeşil sermaye” olarak adlandırarak sindirme yarışındaydılar.
Şimdi bir devir kapanıyor. O generallerden hiçbirinin esamisi okunmuyor artık. Somali’de ABD adına operasyon yaparak parlatılan bir general, Türkiye’yi harita üzerinde bölgelere ayırırken, kimin hesabına çalıştığının farkında mıydı, değil miydi kendisine sormak lazım. Bunlardan ikisi (E. Dz. K. K. Güven Erkaya, E. J. G. K. Teoman Koman), her ikisi de devlet bankalarını dolandırmakla suçlanan iki iş adamına (Cavit Çağlar ve Korkmaz Yiğit) danışmanlık yapmakta hiçbir sakınca görmedi.
O günün güya sivil patentli beşli çetesi, darbecilere yaranmak için yarışırken, basın üzerinde bu vazifenin öncülerinden biri, 12 Mart 1971’de Marksist Leninist bir bildiri yayımladığı gerekçesiyle ordudan ihraç edilen ünlü gazeteci Ali Kırca’dan başkası değildi. Kendisine servis edilen uydurma belgeleri, mermi gibi ekranlardan boca eden bu zat hâlâ aynı “görevi” yumuşatarak yürütüyor.
Millî Görüş Hareketinin lideri, bu zevatın çıkarlarına karşı çıkan bir memleket evladı olarak elbette karikatürize edilecekti. O da yetmedi, linç girişimleri yapıldı. Geçen hafta, milyonların uğurladığı bu değerli bilim, siyaset ve mücadele adamının fikir ve eylemleriyle bunların etkileri, hiç şüphesiz tarihteki yerini alacaktır.
Taşların yerinden oynadığı İslam dünyasında, ömrünü bu dünyanın dertlerine vakfetmiş bir lidere Allah’tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.