1980’li yılların ortasına kadar Söğüt’te sabah namazından sonra, henüz şehir uyanmadan, sokakların sessizliğini, şehrin dört bir yanından yükselen keskin siren sesleri böler ve Söğüt’ün genç kızları ve kadınları mancınıkların başında kamçı çalmak için evlerinden çıkarak sokakları doldururlardı…
Bu resim, temelleri yüz yıllar öncesine varan Bilecik ve Söğüt’teki ipek kozası yetiştiriciliğinin sanayi ile bütünleştiği ve Bilecik şartlarında geldiği son noktayı temsil etmekteydi.
Sokakları dolduran ayak sesleri ile kimi telaşlı, kimi düşünceli büküm fabrikalarına yetişmeye çalışan bu insanlar, elbette bir devrin sonuna doğru yürüdüklerinin farkında değillerdi.
Aynı dönemlerde, bahar ayının gelmesi ile birlikte, sadece Bilecik’in şimdiki mevcut idari sınırındaki köylerde değil; Bilecik’in Ertuğrul Sancağı olduğu eski havzasında da, İnegöl’den, Yenişehir’e ve doğuda Mihalgazi’ye kadar, bütün köylerde, köylüler tatlı bir telaşın içerisinde olurlardı. Kerpiçten yapılma eski köy evlerinin bir odası, kadim bir misafir için hazırlanmaya başlanır, başta odanın havalandırılması olmak üzere, bütün temizliği yapılır ve yaklaşık 35-40 gün sürecek misafirlik için köy evlerinin şeref konukları beklenmeye başlanırdı.
Bu şeref konukları, elbette ipek böcekleriydi. Paket adı verilen ipek böceği yumurtalarının Koza Kooperatifi aracılığıyla köylüye dağıtılmasının ardından, evin bütün sakinleri bu misafirlerini memnun etmek, karnını doyurmak ve rahat ettirmek için adeta birbirleri ile yarışır ve dört evre halinde sürekli yeme ihtiyacı içerisinde olan bu böceklerin tek besini olan dut yapraklarını yetiştirmek amacıyla seferber olurlardı.
Ahşap tavanlı, sabah olduğunda güneş ışınlarının tavan çatlaklarından odaya sızdığı ve değişik ışık oyunları yaptığı köy evlerinde, hiç bitmeyen bir hışırtı içerisinde ipek böcekleri dut yapraklarını kemirirken, ev sahipleri böceklerin kozalarını örecekleri çalıları hazırlamaya başlarlar ve işte o derin uykunun vaktinin geldiğini anladıklarında, artık böcekleri kendi hazin sonlarına götürecek koza örme işleri ile baş başa bırakırlardı.
Karnını doyuran ve artık uyuma zamanının geldiğini anlayan ipek böcekleri usul usul bu çalılıklara doğru tırmanır ve ebedi istihgâratları olacak yuvalarını kendi ağızlarından salgıladıkları sıvı, ipek özü ile örmeye başlarlardı. Kırk günün sonunda nihayetlenen misafirliğin sonunda, ipekböcekleri kozaları örer ve bu kozalar köylüler tarafından toplanarak aracılara ve kooperatife satılırdı.
Şimdi tatlı hatıralarda ve sararmış eski fotoğraflarda kalan bu faaliyetler bölgenin temel geçim kaynaklarından biriydi.
Ancak, aynı büküm fabrikalarına giden işçilerin bilmeden bir devrin sonuna yürüdükleri gibi, bu bölgenin köylüleri de son böcek paketlerini aldıklarını, son dut şıvgınlarını kestiklerini, son kozaları topladıklarını bilmiyorlardı.
Bu naif ve romantik hikâyenin sonu, ülkede yaşanan ve ilk Körfez Savaşı’nın tetiklediği ekonomik krizler ve aynı dönemlerde değişen gümrük politikaları sebebiyle kötü bitti.
Önce daralan piyasa koşulları, ardından da yurt dışından düşük maliyetle alınan ham ipek sebebiyle, koza üretimi sona erdi… Bunun tabii sonucu olarak da büküm atölyeleri ve mancınıklar ortadan kalktı.
Oysa temeli milattan önce iki binli yıllara kadar giden ipek üretiminde, başta Çinliler, ardından buradan çıkartılan böcekler sayesinde Bizans ve sonra İspanya’ya kadar bütün kıyı Avrupa’sına yayılan ipekçilik; dokuz ve onuncu asırlarda Anadolu’ya da uğramış ve özellikle Osmanlı Döneminde, Türk İpekleri, Avrupa’nın aranan markası haline gelmişti. Satış ve ticaret merkezinin Bursa olduğu ipeğin üretimi ise büyük ölçüde Bilecik’te yapılmaktaydı. 1900’lü yılların başında Bilecik’teki ham ipek üretimi yıllık 1.200 tonu bulmaktaydı.
Özellikle meşrutiyet döneminde bir düzene bağlanmaya çalışılan ipekçilikte, Bilecik, hem bölgenin en büyük koza üretim üssü, hem de kozadan ipek üreten mancınıklarıyla bir ara mamül üreticisiydi. Sadece Küplü’de 1880’li yıllarda 10’a yakın ipek fabrikasının bulunduğu Bilecik’te, Küplü dışında Bilecik Merkez, Söğüt, Lefke(Osmaneli) ve İnegöl’de de ipek fabrikaları, mancınıklar bulunmaktaydı. Bu dönemin kaynaklarına göre Küplü Köyü’nde 600’den fazla hane olduğu ve köy içerisinde 180 dükkân ile han, hamam, ibadethaneler ve okullar bulunduğu bilinmekteydi. Bu sebeple Küplü 1886 yılında Nahiyeye çevrilmişti. Küplü’yü döneminin çok çok üzerinde bir gelişim seviyesine yükselten ipek fabrikalarıydı.
1906 yılına gelindiğinde Bilecik; merkez ve köylerinde 17, Küplü’de 10, Osmaneli’de 3, Söğüt’te 4 ve İnegöl’de 6 olmak üzere toplam 40 fabrikada 2510 mancınık ile ham ipek üretiminde büyük bir merkezdi. Aynı dönemde Bursa’da 51 fabrika bulunduğunu düşündüğümüzde Bilecik’in ipek üretiminde neredeyse Bursa ile yarışacak düzeyde olduğunu anlayabiliriz.
Aradan geçen bir asırdan biraz uzun bir süre içerisinde, Bilecik’te bu seviyede yapılan ipekçilik ve kozacılık; önce yaşanan hastalıklar, ardında Dünya Savaşının yıkımları, işgal döneminde Bilecik’in Yunanlılar tarafından üç kez işgal edilmesi ve her seferinde yakılması, Bilecik’te yaşayan Rum ve Ermeni nüfusunun azalması, cumhuriyetin kurulmasından sonra da aşama aşama azalmaya devam ederek en son ham ipek ithalatına izin verilmesi sebebiyle neredeye bitme noktasına geldi.
Şimdi dost sohbetlerinde ve sararmış fotoğraf karelerinde birer anıdan ibaret kalan, ancak önceden neredeyse bütün bir şehrin geçim kaynağı olan ipekçilik, sanayileşme ve gelişmeye çalışan Bilecik için yeniden ele alınmayı ve Bilecik’e özel geliştirilecek yeni üretim, tanıtım ve ticaret yöntemleri geliştirilmeyi hak etmiyor mu?
Finale doğru kötü giden bu naif ve romantik hikâyenin, mutlu sonla bitmesi ve ipek böceğinin Bilecikliler’in anılarından çıkartılarak yeniden evlerinin başköşesine misafir olması için hala bir fırsat var.
NOT: Yazıda geçen tarihi bilgiler Halim Demiryürek Hoca’nın “II. Meşrutiyet Döneminde Bilecik” isimli Doktora Tezi’nden alınmıştır.