Bizler gerek toplum olarak gerekse siyaset güdücülerimiz olarak olaylar ve vak'alar kendini göstere göstere geldiği halde, kaderci bir tutumla hayat sürdürmeye çalışıyoruz. Musubet geldikten sonra da Karadeniz fıkrasındaki gibi "aha bu pana ders olsun" diyoruz. Ders olmasına oluyor, ancak iş işten geçiyor. Sonra biz, yanmış, kül olmuş hanelere su serpiyoruz.
Son 13-14 yıl Türkiye her alanda atılım peşinde. Takdire şayan biçimde, özellikle savunma alanında kendi kendine yeten bir ülke olmak için çaba içindeyiz.
Bizler İmparatorluk bakiyesi bir milletiz. Yine İmparatorluk bakiyesi bir devlete sahibiz. Elbette ilahi hüküm gereği devletler de insanlar gibi bir ömre tabiidir. Ancak ömürlü olanların bir kısmı Hz İdris as, Hz Hızır as gibi kıyamete kadar vakit biçilmiştir.
Bizim Ebed müddet gayelerimiz var. Osmanlı Devleti için "Devlet-i Ebed Müddet" diyorduk. Kıyamete kadar, ebed müddet ömür sürmek için, var olmak için tarihten ders almak zorundayız. Tarihten ders almak sadece kıt analizler yapmakla yetinmek demek değildir, bilakis en başta çok iyi tasvirler yapmak demektir.
Hele hele çok sancılı bir coğrafyada yaşıyorsak, sadece duaya dayalı, temenni içerikli, başkalarının çizdiği tabloda yer alarak teslimiyetçi politikalar güderek değil, geçmişi çok iyi okuyarak gelecek tasavvuru kurmamız gerekmektedir. Oyun kurucu olmak için "oyun"un içeriğini çok iyi bilmemez gerekir. Dünyanın en sancılı bölgesinde var olmak kolay değildir. Var olmanın dışında "bekâ" için, bunları sağlayacak kapsamlı stratejimizin olması şarttır.
Devletler/uluslararası ilişkilerde ebedi düşmanlıklar ve ebedi dostluklar yoktur. Hele hele, 21. asırda geçmişte olduğundan daha çok "çıkar"a dayalı ilişkiler uluslar ilişkilerin belirleyici unsuru olmuştur.
1. Dünya Savaşı'nın kaybeden tek devleti vardı, O da Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti'nin yıkılışnda başat aktör, İngiliz ve Fransızları ve akabinde Rusları kullanan Yahudi Diasporası idi.
M.S 70 yılından beri sürgün yaşadıkları topraklara tekrar dönebilmek için neredeyse 19 yüzyıl emellerini diri tutan Yahudiler, vaad edilmiş topraklarına dönebilmek ve devlet kurabilmek için çok büyük gayret gösterdiler.
Osmanlı Devleti yıkılınca, Osmanlı toprakları üzerinde 19 devlet kuruldu. 30 yıl sonra 20. devlet olarak İsrail kuruldu. O günden beri Ortadoğu cadı kazanı gibi kaynıyor. İsrail 1948'de devletini ilan ettiğinde nüfusu 600 bin civarında idi. Osmanlı Devleti yıkıldığı tarihlerde İsrail'inkurulduğu Filistin topraklarında bu nüfus 150 bin civarında idi.
İsral'in kuruluşu ile ilgili daha önceki yazımızda tarihî süreci anlattığımızdan detaya girmeyeceğiz.
İsrail'in hedefi şuan işgâl ettikleri topraklarla yetinmek değildir.
İsrail daimi bir Hittin korkusu içindedir. İsrail'in, 1187 yılında Selahaddin Eyyubî'nin haçlı ordusunu Taberi Gölü kenarında Hıttin'de dağıttığı günden beri içlerinde bir Hıttin korkusu mevcuttur. Bu korkudan kurtulmak için bulunduğu coğrafyada kendine raam olmuş, kullanabileceği müttefik ve dostlara ihtiyacı vardır. Kendisinden daha güçlü tehdit oluşturabilecek hiç bir gücü istememektedir. Varlığı ve kendi sapık inanışlarındaki "vaad edilmiş topraklar/ arz-ı mev'ud" için daima diri ve aktif kalması gerekmektedir.
İsrail, Arap ve müslüman denizi ortasında sıkışıp kalmış bir Yahudi toplumudur. Bu denizi yarıp, denizi kendisi için bir göl mesabesine getirmek istemektedir. Bunun için zaman zaman çeşitli arayışlara girmiş, hatta bir Dönem Türkiye, İran ve Etiyopya gibi ülkeleri kendine çekerek David Ben Gurion'un tasarladığı "çevreleme" politikası gütmüştür. Yani, bahsi geçen kendisini çervreleyen müslüman denizinin dışında , bu oluşumu çevreleyecek ülkelerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ancak, 1950'lerden sonra Suriye, Irak ve Mısır'daki siyasi ve rejim değişikliklerinden sonra kendisi için daha kalıcı müttefik oluşturma yolunu seçmiştir. Bunun için Irak'ta devamlı çıbanbaşı olan Kürtleri kendine müttefik seçmiştir.1950'lerden beri sürekli irtibat ve ilişki içinde bulunduğu Kürtleri, özellikle Barzani ailesini seçmiştir.
O tarihten beri, emperyal devletler artık Ortadoğu denince anında İsrail'i görmektedir. Yani, ortadoğu'da Abd'nin var olması demek İsrail'in selamet içinde var olması demektir.
Bugün Irak'ın Kuzey'indeki Barzani'nin silahları Amerikan silâhlarıdır. Suriye'nin Kuzey'indeki Pkk/Ypg silahlarının tamamı Amerikan'ın silahlarıdır. Amerika bugün YPG/PKK'ya verdiği silahların 3300 tırdan fazla olduğu bilinenbir gerçek.
İsrail'in Filistin Cephesinde Osmanlı'ya karşı kullandığı silahlar,1948 Arap-İsrail savaşında kullanılan silahlar İngilizlerin sağladığı silahlardı. 1950'lerdensonraki 1950,1955,1956,1958,1967,Yom Kipur gibi Arap-İsrail savaşlarındaki silahların kaynağı ise ABD idi.
Barzani'nin niyetinin "bağımsızlık" ve "tarihe geçmek" olduğu kesindir. Ancak, bundan da önemlisi Bağımsız Kürdistan, Kürtlerden çok ABD'nin dolayısıyla İsrail'in amaç ve hedeflerine uygundur.
25 Eylül Referandumundan Önceki Adımlar:
Şimdi konunun daha iyi anlaşılması için bazı ifadelerden faydalanalım.
Condoleezza Rice 2003 yılında yayınladığı (7 Ağustos 2003 The Washington post) makalesinde, "Ortadoğu'da (Türkiye'de dahil) 22 ülkenin sınırları değişecek demişti. Makalesinin devamında, " Demokratik Almanya nasıl; şuan özgür ve tamamen barış içinde olan yeni Avrupa'nın temeltaşı olduysa Irak da aynı şekilde , nefret ideolojilerinin olmayacağı yeni Ortadoğu'nun kilit elamanı olabilir" demekteydi.
Obama'nın danışmanı Paragh Hanna da 2012'de Newyork Times'deki "Yeni Dünya"başlıklı yazısında; "Kürtlerin 3 bin yıllık(?!) tarihlerinde ilk kez bağımsız devlet kurmaya bu kadar yaklaştıkları"ndan dem vuruyordu.
Peki bizde bundan kısa süre önce neler oluyordu?
Mesut Yılmaz ANAP Gnel Başkanı iken 16 Aralık 1999 yılında Başbakan yardımcısı sıfatıyla bir toplantı için gittiği Diyarbakır'da "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" demişti. O vakit Diyarbakır'da Bölübaşı katil terörist Abdullah Öcalan'ın yakalanmasını protesto eden terör örgütü sempatizanlarının yoğun eylemleri yaptığı Diyarbakır'da görev yapmakta idim. İçimdeki acı ve öfkeyi kimseye dökemediğimden günlüğüme dökerek,"bunlar, 20 yıla varmadan Kürdistan'ı(?!) kurduracaklar" diye not düşmüştüm. Başta Tesev olmak üzere ve diğer ülkemizdeki Soros'un uzantısı etkisindeki STK'lar ve kimi kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar sık sık Güneydoğu sorunuyla ilgili raporlar hazırlardı. Kamuoyuna özellikle Kürt kimliği taşıyan vatandaşlarımıza yaranmak için "cesur"(?!) rapor hazırlayanlar alkışlanıyordu. 1990 ile 2006 arasında SHP/CHP 8 rapor hazırlamıştı. Hatta TOBB için hazırlanan Güneydoğu raporu için Doğu Ergil "Türkiye bir mozaiktir" ifadesini kullanınca rahmetli Alparslan Türkeş, "ne mozaiği ulan!" diye tepki göstermişti.
Yaşanılanları ve gelişmeleri ne çabuk unutuyoruz.
Maalesef o dönemlerde ülkemizde birleşik bir akıl ve zihin birliği ve stratejisi yoktu.
Türkiye'nin 1960'lı yıllara kadar taki Kıbrıs meselesi ortaya çıkıncaya kadar belirgin bir Orta Doğu politikası yoktu. Milli Mücadele esnasında ve Cumhuriyetten hemen sonra yapılan anlaşmalar hep Türkiye'nin sınırlarını belirleyebilmek içindir. Bu durum 2. Dünya Savaşı sonuna kadar devam etmiştir.
İsrail'in kuruluşunu Türkiye'nin tanıması Arap-İslâm coğrafyası ile aramızın açılmasına neden olmuştur. Kıbrıs meselesinde Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye yalnız kalınca Orta Doğu'da belirgin bir dış siyaseti gütme ihtiyacı doğmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrası bizim dış politikamız hep Amerikan güdümünde bir siyaset olmuştur. Başından beri Türkiye Orta Doğu'daki çekişmelerde İsrail'in arkasında Batı ve ABD'nin olduğunu biliyordu. Ancak bu bilgi İslâm coğrafyası ile aramızı sıcak tutmanın önünde engeldi.
Aslında konular hep iç içe. Bize düşen bu girift yapıyı görerek adım atmaktır.Irak', Suriye'yi, İran'ı iyi okumak gerekirdi. Attığımız adımlarda hep 5-10 yıl öncesine dönmek zorunda kalıyoruz.
Barza'nin kendi ülkesine Amerikalıların yanında ihanet eden bir kişi olduğunu bilmek zorundaydık. Ait olduğu devlete ihanetlerine rağmen bizimle "sıcak" ilişkiler kurması umut vermesinden ziyade şüphe duyuracak bir durumdu. Elbette ülkemizin ekonomi ve güvenliği için fayda umularak yapılmıştır. Ancak, bir ötesi iyi hesap edilmeliydi.
Silahı ve aklı ABD/İsrail olan bir yapıya ne derece güvenilebilirdi ki?
Şimdi başka bir soruyla muhatabız.
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN MI, BÜYÜK İSRAİL Mİ?
Yahudiler(İsrail) için "arz-mevud" ideali yahudilik dinini yaşamaktan daha muhim ve kalıcı idealdir. Peki tahrif edilmiş,yahudi azgın hahamlar tarafından bozulmuş Torah(Tevrat)'a göre bu vadedilmiş topraklar neresidir?
Arz-ı Mev'ud, yani 'Vaad Edilmiş Topraklar' meselesinin kökeni tahrif edilmiş Tevrat'ın Çıkış 3:8 bölümünde yer alan "içinden süt ve bal akan topraklar" ve "Kenan Diyarı" dır.
Yahudilere göre, Tanrı İbrahim'e, "Senin soyundan gelenlere Mısır Nehri'nden Büyük Nehre, Fırat Nehri'ne kadar uzanan toprakları veriyorum' diyerek bir antlaşma yaptı" der. Yine Çıkış, 23:31'de de Tanrı İsrailoğulları'na "Sınırlarınızı Kızıl Deniz'den Filistin Denizi'ne, çöllerden Fırat Irmağı'na kadar belirleyeceğim" der. (Tekvin 15/18)
"..ayak tabanınızın bastığı yerler sizin olacak. Sınırınız çölden,Lübnan'dan,ırmaktan,Fırat Irmağından, Garp denizine (Akdeniz) kadar olacaktır.Önünüzde kimse duramayacaktır." der. (Tesniye 12.Bap,25. cümle)
İsrail'in eski başbakanı Sabra ve Şatilla katliamlarının sorumlusu "Lübnan Kasabı" lakaplı, Ariel Şaron; 1974 yılında İsrail Savunma Bakanı iken, "Türkiye de alaka alanımız içindedir" ifadesiyle gerçek niyetlerini bir defa daha gün yüzüne çıkarmıştı. Yine, aynı Şaron, 1993 Likud Partisi'nin kongresinde, "İsral'in Tevratsal sınırları resmi politikadır" demişti.
Yahudilere göre "Tevratsal Sınırlar" (Biblical Borders); Kıbrıs,Sina, Mısır'ın Kuzeyi, Kahire, Doğu'da Ürdün, Suudi Arabistan'ın Kuzeyi, Tüm Kuveyt, Irak'ın büyük bölümü, Lübnan ve Suriye'nin tamamı, Türkiye'de Güneydoğu'nun tamamı Van Gölü'ne kadar olan kısmını kapsamaktadır.
Bunlardan önce de Osmanlı Devleti'nin yıkan ekibin içindeki Siyonizmin kurucusu Teheodor Herzel 1897 yılında Basel'de yapılan ilk Yahudi Kongresi'nde, Kuzey sınırlarını "Kapadokya'ya kadar" demekteydi.
Yine İsrail'in ilk Başbakanı Ben Gurion'un 1948'de İsrail devletini ilan ederken yaptığı konuşmada söylediği; "Filistin'in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimiz ve yetişkinlerimizin yeniden çizmesi gereken bir başka harita vardır ki, o da Nil'den Fırat'a kadar olan bölgeyi kapsamaktadır" demektedir.
Oded Yinon isimli İsrail'li stratejist, "1980'lerde İsrail İçin Strateji" isimli raporunda özetle, "tüm Arap devletlerinin,başta Irak ve Suriye olmak üzere, Ürdün, Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan vb olmak üzere daha küçük parçalara bölünmesi" ni anlatırken, "Irak’ta İsrail için olabilecek en iyi şeyin: Irak’iın Şii ve Sunni devletler ve Kürt tarafının ayrılması" (Ha’aretz 6/2/2982) olacağını belirtmiştir.
Niyetleri ve gayeleri belli. Hadiseleri gözümüzün içine soka soka gerçekleştiriyorlar.
1991 yılında 1. Körfez savaşı (Çöl Kalkanı Harekatı) başlamıştı. Bu süreçten sonra Çekiç Güç Irak'a konuşlanmış pozisyonda idi. Irak fiilen 3'e bölünmüştü. 36. paralelin kuzeyinde fiili otonom bir Kürt bölgesi oluşturulmuştu.
ABD suni ve düzmece 11 Eylül 2001 saldırısı sonucunda önce Afganistan'ı işgal etti. Ardından da 2003 yılında Irak'ı işgâl etti. Bu işgâl ile Büyük Ortadoğu Projesi'nin yürürlüğe girmesini sağlamlaştırdı.
ABD BOP ile 6 hedefe ulaşmak istemektedir.
1- Abd BOP ile kendisine Ortadoğu'da kendisine rakip olabilecek muhtemel bir gücün oluşmasını (yn:Türkiye ve İran gibi) engellemek istemektedir.
2- Abd bu proje ile Ortadoğu bölgesindeki kaliteli ve rahat petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde denetimi sağlamak elinde tutmak istemekte, Ortadoğu bölgesindeki tüm petrolve doğalgaz yatakları ile diğer kıymetli madenlere(uranyum gibi) serbestçe ve korkmadan ulaşmayı hedeflemektedir.
3- Abd, adı geçen proje ile, rakipsiz askeri gücü ve teknolojik imkânları ile Ortadoğuyu sürekli kontrol emeli ve savdasındadır.
4- Abd, Avrupa Birliği, Çin, Rusya ve Japonya'yı bu kaynaklardanuzaktutmak istemektedir.
5- Kendilerince var olan ve 'İslâmî terör(?!) diye isimlendirdikleri görünüşteki terörü önlemektir.
6- Bizce en önemlisi Abd, bu proje ile İSRAİL'İN EMNİYETİNİ SAĞLAMA AMACINI GÜTMEKTEDİR.
25 Eylül'de Irak'ın kuzeyinde yapılan referandumu yukarıda belirttiğimiz hususlar çerçevesinden bakmak yararlı olacaktır.
Barzani ailesi ve ataları geçmişten beri İsrail ve onun jandarması ABD ile yakın ilişki içinde bulundu. Yukarıda kısmen değindiğimiz gibi, Barzani ailesi Osmanlı'nın yıkılışı ile Irak'ı elinde tutan İngilizlere karşı bir dönem isyanda bulunmuşlardır. Daha sonra Irak'da yeni yönetim şekillenince Barzaniler, Abd'den önce İngilizlerin müttefikiydi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizlerin rolünü Amerika aldı. Barzani ailesi Abd ve İsrail'in stratejik ortağı değil müttefikidir.
Dün böyleydi, bugün böyle. Yarın da aynısı olacaktır.
Barzani elverişli bir kukladır. 21.yy küresel dünyasında dünyaya yeniden nizam (Yeni Dünya Düzeni) vermeye çalışan en güçlü aktör Amerikadır.Yeni Dünya'da Amerika ülkelere her istediğini yaptıramayabilir, ancak, şu bir gerçek ki, Amerika'nın istemediği hiç bir şey olmaz. Barzani İsrail/Amerika'ya rağmen referandum yapamazdı. Keza, referandum sürecinde Barzani'nin devletini temsil eden bez parçasının yanında İsrail bayraklarının yanyana gösterilmesi boşuna değildir.
Şimdi yapılan referandumu yukarıda belirttiğimiz gerçekler ışığında değerlendirmek şarttır.
Dünya değişiyor. Biz ise enerjimizi olduğu gibi içeriye hamletmiş durumdayız.
Barzani ve avanesi bu referandumdan geri adım atmayacaktır. Geri adım atmak istese de bizce buna ABD ve İsrail müsaade etmeyecektir. Binlerce yıllık idealin son 150 yıldır verilen çabanın berheva edilmesini Küresel Güç ve odakları müsaade etmeyecektir.
Yapılan referandum uzun soluklu plân ve projenin en önemli adımıdır. Bunu Suriye'nin Kuzeyi'ndeki PKK/YPG oluşumunun aynı Irak'ın Kuzeyi'ndeki oluşum gibi siyasi birzemine oturtulmasıyla hedefin 2. adımı gerçekleşecektir.
Ülkemiz için Domino etkisi tehdidi yakın gerçek bir durumdur. Mesele var olmak ve BEKÂ ise, atılması gereken adımlar gecikmeksizin, derhal atılmalıdır. Yarın artık bugündür. Kurtuluş savaşında nüfusumuz 12.5 milyon kadardı. Nüfusun neredeyse 1/5' i askerdi. Şimdi ise 80 milyona dayandık. O günki nüfusumuzdan 6 kat fazlayız. Ekonomimiz o dönemden daha kötü durumda değildir.
Barzani'nin yaptığı referandumun hedefinde Türkiye de bulunmaktadır.
Selâm ve dua ile.
Şevket KARAYİĞİT
Tarihçi- E. Emniyet Müdürü