Yaşadığı dönemin en ulularındandı... Gönüllere sultan olmuştu... Bırakın kendi dininden olanları, onun inandıklarına inanmayanlar bile ona saygıda kusur etmezdi... Kederler onunla huzura, karanlıklar onunla nura, acılar onunla sürura ererdi... O, bütün canlara nefesti... Bir kaç gün gözden kaybolsa, sanki zaman boş, mekân loş olurdu... O, zamanının hakemi, nice çaresizliklere giriftar olanların hekimi, insanların amansız düşmanı cehaletin hikemi idi... Bu ulu pir, Hâtem-i Asam’dır. Künyesi Ebu Abdurrahman. Hicrî ikinci asırda Belh şehrinde geçen ömür, bu şehrin civarındaki Eşcere’de noktalandı... Asam, Şakiyk Belhi’nin irfan halkasında yetişmişti...
***
Bir gün, huzuruna zayıf, dertli, üstü-başı perişan, orta yaşlı bir kadın geldi. Kadın, derdini kendinden geçercesine, ağlayarak, hıçkırarak anlatırken; derdin daha büyüğü ile karşılaştı. O heyecan içinde kadından çok çirkin bir ses duyuldu... Zavallı kadın mum gibi eridi, ezildi, bitti ve bembeyaz kesildi... Öldürücü bir sessizlik... Şeyh bir heykelden daha hissiz muazzam bir vakarla kadına baktı:
Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum, yüksek sesle konuşunuz, bağırınız! Ben sağırım!
Çirkin suçunun gizli kaldığını anlayan kadının yüzünde birden ışıklar parıldadı, tebessümler saçıldı... Mahcubiyetten perişan iken bir anda hayata yeniden döndü. Hiç bir milletin muaşeret edebinde o misli görülmemiş derecede bu harikalar harikası incelik Hâtem hazretlerine Asam (sağır) lakabını taktırdı. İşte İslam’ın zarafet ve taravet ahlâkı...
***
O buyuruyor ki, dört şeyi, dört şeysiz iddia eden kimsenin davası yalandır:
1. Allah’ı sevdiğini iddia ettiği halde, Allah’ın haram kıldığı şeylerden kendisini men edemeyen kimsenin davası...
2. Allah’ın Resulünü sevdiğini iddia ettiği halde, fakir ve düşkünlerden hoşlanmayan kimsenin davası...
3. Cenneti sevdiğini iddia eden ve fakat sadaka vermekten kaçınan kimsenin davası...
4. Cehennemden korktuğunu iddia edip, günahlardan sakınmayan kimsenin davası...
***
Kendisinden öğüt isteyen bir Allah dostuna ise şöyle der:
Güzel yerlere mağrur olma, cennetten güzel yer olmaz. Âdem ve Havva hataya orda düştüler... Amel çokluğuna güvenme, iblisten fazla amelin olamaz. Lânet halkası bu yüzden boynuna geçti... Makam ve mevki ile şımarma. Çokları, otoriteleriyle azdı da, tanrılık davasında bulunarak helâk oldular Rezil ve kepazelikleri hiç unutulmayacak olan Firavun ve Nemrut benzeri... Servet ile ne oldum delisi olma. Bu yolda kendini kaybedenlerin hepsi mülkleriyle çer-çöp oldular. Allah’ın lütuf ve ihsanını kendine mal ederek nankörlük ve enâniyet eden dünya zengini Karun’da, Hz. Musa’nın duasından sonra samanıyla yerin dibine geçerek kıyamete dek misal oldu... İlim çokluğu sakın ha seni gururlandırmasın. Nice ilim sahiplerinin son nefeste ayakları kaymıştır. İyi bir mümin ve bilgin olduğu halde, Hz. Musa ve kavmine tıynetindeki kötülük yüzünden ihaneti sebebiyle cezalandırıldığı rivayet edilen simge isim, Bel’am bin Bâûrâ gibi…