Önce yerimizi bilelim. Biz neredeyiz? Geliniz; oturduğumuz yerde küçük bir hayal
kurup, büyük bir gerçeği görelim. Bir an için kendimizi bir astronot yerine koyalım. Az sonra
bir uzay aracıyla, yer ötesine bir seyahate çıkacağız. Aracımızın uyarı ışıkları “mükemmel”
işaretleri veriyor. Sistemin her parçası görevini yapıyor. Sistem sağlam. Üç, iki, bir... Uzaya
fırlatılıyoruz. Yerküresinden hızla ayrılıyoruz. Uzaklaştıkça, önce doğduğumuz kentin, sonra
da yaşadığımız ülkenin yerini seçmeye çalışıyoruz. Uzaklaştıkça, onlar küçülüyor ve gözden
kayboluyor. Kıtaları zor ayırt ediyorsunuz. Sonra, bakış açınız genişliyor. Uzayın derinliklerinde Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri görüyorsunuz. İşte Mars. Venüs taa orada.
Şu kuşaklı gezegen Satürn olmalı. Jüpiter, Uranüs ve başkaları... Güneş, her zamanki
azametiyle orada duruyor. Onlar arasında bir gezegen var. Dünya ne kadar da küçük! Tüm
kıtalar, tüm okyanuslar, tüm kentler... Ailelerimiz, dostlarımız, tüm insanlar, tüm canlılar o
küçücük gezegene nasıl da sığabiliyorlar!
Biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, türlerin, ekosistemlerin ve ekolojik olayların
oluşturduğu bir bütündür. Başka bir deyişle biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, bu genleri
taşıyan türlerin, bu türleri barındıran ekosistemlerin ve bunları birbirine bağlayan olayların
(süreçlerin) tamamını kapsar. Bu durumda bir ekosistemdeki biyoçeşitlilik, dört ana bölümden
oluşmaktadır:
1) Genetik çeşitlilik,
2) Tür çeşitliliği,
3) Ekosistem çeşitliliği,
4) Ekolojik olaylar (prosesler) çeşitliliği.
Birçok kişi, biyolojik çeşitlilik deyince yalnızca tür çeşitliliğini anlamaktadır. Oysa
biyoçeşitliliğin boyutları içinde, türleri içinde barındıran ekosistem çeşitliliği ile, türlerin
içinde yer alan genetik çeşitlilik de vardır. Ayrıca, bunların kendileri ve birbirleri arasındaki
sonsuz çeşitteki ekolojik olaylar dizisi, biyoçeşitliliğin gözle görünmeyen, fakat sistem
açısından çok önemli olan “işlevsel boyutunu” meydana getirmektedir.
Sadece tür çeşitliliğini dikkate alan ve bu yüzden sınırlı bir kapsama indirgenmiş olan
biyoçeşitlilik kavramı, canlı kaynakların sürdürülebilirlik ilkesi açısından eksik bir kavram
olur. Örneğin bir botanik bahçesini ya da bir hayvanat bahçesini insan eliyle yapılmış ve her
biri kendi içinde binlerce türü barındırabilen birer yapay ekosistem olarak düşünebiliriz. Eğer,
bir ekosistemde yaşayan canlıların kendi aralarında ve ayrıca canlılar ile cansızlar
arasında, durmadan süregelen çeşitli doğal etkileşimler yoksa, oradaki canlıların nesli,
bir kaç kuşak içinde yok olmaya mahkumdur. Nitekim, botanik ya da hayvanat
bahçelerindeki birlerce tür, tek bir türe, yani onlara bakan insan türüne bağımlıdır. Bu türler,
insan türünün bakımına bağlı olarak orada, ancak bireysel yaşamlarını sürdürebilmektedir.
Ayrıca, eğer bir tür içinde genetik çeşitlilik yoksa, o tür bir kaç nesil içinde yok
olacaktır. Bir tür içindeki genlerin çeşitliliği, özellikle omurgalı hayvanlarda ve çiçekli
bitkilerde o türün neslinin sürdürülebilmesi açısından, biyolojik çeşitliliğin kaçınılmaz bir
parçası olmaktadır.