Kim ne derse desin değiştik ve hem de çok değiştik, değiştirildik. Değiştirmek için değişen o meş’um ve menhus kafalar, değiştirdiler bizi. Dışarı gittik değiştik, değiştirildik, içeriye geldiler, değiştirdiler bizi... Kalktık, oturduk, okuduk değiştirdiler, konuştuk, sustuk, pustuk değiştirdiler bizi. Kökümüzü, köçeğimizi acımasızca, insafsızca söktüler. Geçmişimizi unutturdular, günahlarımıza keffâret olsun diye ecdâdımıza ve târihimize hakâret ettirdiler.
Îman cevheriyle söylenen “kökü mâzide olan âtiyiz” şuurumuzu, “geçmişi olmayanın geleceği olmaz” ruhumuzu tahrip ve tahkir ettiler. “Biz ki her mevcûdu yıktık, gâyesiz fikr ile; / Yıkmadık bir şey bıraktık... Sâde bir şey... Âile.” Âkif’in yetmiş sene önce teselli bulduğu âilemiz, bizi biz yapan âilemiz, muhabbet ve meveddet ilkesini körpe beyinlerimize empoze eden, nice sarsıntıları ve çalkantıları çelik kanatlarında dindiren, dînî ve millî şahsiyet ve kimliğimizin oluşmasında sıcacık şefkatiyle bizleri gümrahlaştıran, din, îman, vatan, bayrak, sancak, şahâdet ve hürriyet erdemleriyle taçlandıran, dünyada bir eşi ve benzeri olmayan mazbut âilemiz, âile ocağımız, âile çatımız uğursuz bir değişim uğruna, kendisini besleyen hayat damarlarından mahrum bırakılınca, şimdi oldu hâile ve gâile...
Sizler ne düşünürsünüz bilemem ama ben, bizi anlatmayan, bizi târif etmeyen, bize benzemeyen, bizim olmayan mahallemize, çevremize, çemberimize, türkümüze, eylemlerimize, söylemlerimize, kazancımıza, harcamamıza, yaşantımıza, takdir ve telakkilerimize, etkilenmemize, etkilediklerimize, etkilendiklerimize bakıyorum da, ne kadar da değişmişiz demekten kendimi alamıyorum. Köylerimizden büyük sitelerde oturanlar ve hatta aynı apartmanda bulunanlar birbirlerini tanımıyor, görmüyor, hasbelkader karşılaşsalar, kelamdan, meramdan vazgeçtik de, selam da yok artık. Kapı komşudaki ne ölümlerden ve ne doğumlardan haberimiz var.
Hani mutlulukları paylaşmak ibâdet, acılara ortak olmak mes’ûliyetti. Hani çorbanın suyu fazla olacaktı da, bir tas da komşuya verilecekti. Hani taze ekmeğin kokusunun vardığı evlerin üzerimizde birinci derecede hakları vardı. Hani komşu komşunun külüne muhtaçtı. Bâkide kalan o küller, bu gün, feryatlarını hiç umursamadığımız açların ahlarıyla yağmur misâli başımıza saçılırken, Anadolu anasının nefesiyle tutuşturulan ocaklarımız, soğuktan donanlara inat saraylarda şömine oldu. Eskiden ‘Ateş düştüğü yeri yakar’ diyenlere bencil, ‘Ateş çevresini de yakar’ diyenlere diğerkâmlığın kokusu bulaşmış, ‘Ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar’ diyen dertlere devâ, her türlü fedâkar ve ferâgate sezâ binlerce çile ve ıstırap adamı vardı. Zamanımızda çıra ile aranan ve fakat çok az bulunan adam gibi adamlar... Eyvâh! Biz böyle değildik, değiştik, değiştirildik biz...
Dinimizin tavsiyelerinden, kültürümüzün öğretilerinden, töremizin güzelliklerinden olan mezarları, hastaneleri, kimsesizleri, dâr’ul acezeleri, hapishaneleri ziyaret sizlere ömür, keşke ana ve babamızı, uzaklar, uzaktakiler kimin haddine, en yakın akraba ve taallukatımızı sorabilseydik ve arayabilseydik de, üzerimize kâbus gibi çöken egoizmin öldürücü ve kahredici zehir-i zemberek atmosferine giriftar olmasaydık. Ve keşke, ittihat ve ittifakımızın hamurunda, sevgi ve kardeşliğimizin mayasında, hasret ve özlemlerimizin giderilmesinde mutlak ve muhakkak iksir olan bayramlarımızı, başkalaşmak adına tâtil ederek kâtil olmasaydık da, hiç değilse iki bayramın süresi olan senede yedi gün, belki yeniden uyanışımıza, şuurlanışımıza, kurtuluşumuza, silkinişimize, dirilişimize medâr olabilecek, özümüze dönebilecek ve bizi gayrilere inat gerçek kimliğimize erdirebilecek ilâhî bir nefes alabilseydik, Muhammedî bir heves bulabilseydik.
Ne olurdu, keşke değişmeseydik, değiştirenlerin tuzağına düşüp de, kaybettiklerimizin hasretiyle yanıp kavrulmasaydık… Öyle ya, bu günün imkanlarının binde biri geçmişte olmadığı ve bulunmadığı halde, bu günün insanının geçmişe özlemi nedendir acaba!.
Evet dostlar, yıllar yılı dost bildiğiniz gerçekleri yansıtan aynalara bakın, bakın atmosferinize, sûretinize, sîretinize, hânenize, ahvâlinize ve âleminize… Ne dersiniz, değiştik değil mi? Hem de çok ve çok değiştik! Çünkü biz böyle değildik, böyle değildik biz…