CHP kurmayları, halkoylaması konusunda, partililerinin bile anlamakta, dolayısıyla da müdafaa etmekte güçlük çektiği bir politika izliyorlar.
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, önce bazı şeyler söyleyip sonra vazgeçtiğinden, bunları tevilde sıkıntı çektiğinden, parti açılımlarından ve saçılımlarından söz edecek değilim… Cuntanın hazırladığı baskı anayasasına nasıl taraftar olursunuz falan da diyecek değilim… Basit zannedilen ama aslında derinlerden ipucu veren birkaç hususa işaret edeceğim.
Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi hususunda bir halkoylaması yapılacak… Evet veya hayır denecek… CHP hayır denmesini istiyor. Ama ne var ki, her şey söyleniyor; kayısıdan, Recep bey çık karşıma demeye kadar her şey söyleniyor, sadece niçin hayır denmesi gerektiği söylenmiyor…
Fıkrayı bilirsiniz… Politikacı basın toplantısı yapmış. İki saat konuşmuş. Sıra sorulara gelmiş. Bir gazeteci sormuş… Siz Demirel’in akrabası mısınız? Adam şaşkınlıkla yo demiş… Niye sordunuz… Muhatabı cevabı yapıştırmış…
—İki saat konuştunuz, hiçbir şey söylemediniz de…
Bizim politikacılar, Demirel’in akrabası…
Hayır demenin ne kazandıracağını, evet demenin ne kaybettireceğini söylemek yerine Sayın Kılıçdaroğlu kalabalıklara haykırıyor… “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var!” Ne olacakmış varsa… İşte bunun için hayır demeliymişiz… Ne alâka?... “Hayır” pusulası kahverengi ya… Öyleyse kahvenin hatırına hayır demeliymişiz… Bu kadar basit ve meseleyle uzaktan yakından alâkası olmayan bir mantık, daha doğrusu mantıksızlık bir genel başkana yakıştı mı? Kahvede dostlar arasında bile böyle bir mantık, şaka olsun diye bile söylenmez. Mavi olsaydı, haydi “ille mavili, mavili” derdiniz, ya oy pusulasının rengi külrengi olsaydı ne diyecektiniz? Oy pusulasının rengi ile bu iş izah edilecekse, yüzümüz ak olsun diye beyaz oy pusulasını tercih edin, yani evet deyin demek daha mantıklı olurdu… Kendi diliyle rakibi güçlendiriyor, haberi yok... Böyle basitlik bir parti genel başkanına yakışmıyor. Böyle bir basitlik topluma karşı da ayıp... Nitekim birkaç yerde bunu söyledikten sonra, ikaz edilmiş olmalı ki, bir daha kahveden de renginden de söz etmedi.
Siyasete atılırken bir söz verdim diyor, yeni genel başkan… Ne sözü vermiş? Dürüst olacağım diye söz vermiş… İyi güzel de kardeşim dürüst olmak için söz vermek mi gerekir? Dürüstlük her insanın uyması gereken bir ahlâk… Söz versen de vermesen de bu ahlâkta olacaksın… Dürüst olmak için diyelim ki söz vermek şart… Söz vermeyenler dürüst olmama hakkı (!) mı kazanacak? Dürüst olmak herkes için o kadar gerekli ki, bunu ayrıca dürüstüm diye belirtmek bile gerekmez. Nefes almak gibi tabiî… Nefes alıyoruz diye bangır bangır bağırılır mı? Zaten dürüstlüğü zedeleyecek bir hali ortaya çıkmayan herkes dürüsttür, bunu ayrıca belirtmek gerekmez. O kadar gerekmez ki, dürüst olmanın alternatifi yoktur. Yakalanan suçlu işte bunun için yüzünü kapatır. Ben dürüstüm diye meydanlarda bangır bangır bağırmak, dürüst olmamayı da bir alternatif olarak görmek demektir. Farkında olmadan diğer alternatifi de, yani dürüst olmamayı da meşru görmektir. İki alternatiften dürüst olma yolunu seçmeye söz verdim demenin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü söz versen de vermesen de seçeceğin dürüst olmaktır. En azından dürüst görünmektir.
Sayın Başkan’ın mahalle kabadayısı gibi çık karşıma diye bağırması da eşi bulunmaz bir komedi… Yahu zaten siz meydanlardasınız. Birbirinizden ayrı yerlerde, kilometrelerce uzakta da olsanız, yan yana gibisiniz. Birbirinizin zaten karşısındasınız… Zaten yaptığınız iş bu… Siz sadece bunu yapıyorsunuz hattâ… Memleket kocaman bir arena… Meydanlarda sizler de gladyatörlersiniz… Zaten karşındaki adama, karşıma çık demek gülünç değil mi?
Bütün bunlar bir ruh halidir ve “yeni” genel başkan, farkında olarak veya olmayarak kendini ispat gayreti içindedir ve yaptığı tek şey de budur.
Kayısıdan, kahveden, dürüstüm diye böbürlenmeden… Çık karşıma diye efelenmeden… Niçin hayır demek gerektiğini anlatmaya sıra mı geliyor…