BU FİKRİN PEŞİNDEN GİDELİM!

MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

Bu yıl 737.sini idrak ettiğimiz Ertuğrulgazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri’nin sona erdiği gün, twitterda “Türk, Toy, Turan” isimli bir hesaptan “4. Dünya Göçebe Oyunları 2020 yılında Türkiye’de yapılacak. Hangi ilde yapılmasını istersiniz?” şeklinde bir paylaşım ile karşılaştım.

Bildiğiniz üzere bu yıl Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da açılış programına katıldığı oyunların üçüncüsü Kırgızistan’da yapılmış ve katılan sporcu ve ülke sayıları bakımından oldukça büyük bir ses getirmişti. Temel amacı tarihteki Türk kavimlerinin hayatına ve medeniyetine ışık tutmak olan bu oyunlarda Türkiye de 74 ülke arasında aldığı madalyalarla 10. oldu.

Beni asıl heyecanlandıran ve uzun süredir yazmadığım köşeme geri dönmemi sağlayan ise yukarıda bahsettiğim twitter paylaşımının altına, Bilecik’te kurmuş olduğu “İK 11 Platformu” ile aktif bir sivil toplum çalışması yapan Halil Altınay ağabeyimizin paylaşımı oldu. Altınay, yaptığı paylaşımda “Ertuğrul Gazi’nin 400 çadırla 6 asırlık bir imparatorluğun meşalesini yaktığı topraklar alternatifsiz tek ve ilk aday olmalıdır” diyerek, Dünya Göçebe Oyunları’nın 4.sünün Söğüt İlçesinde yapılmasını teklif etti.

Tam 737 yıldır, birkaç küçük kesinti dışında düzenli olarak devam eden, temelini milletin kök kültüründen alarak, yardımlaşma, paylaşma ve teşkilatlanma üzerine kuran Ertuğrul Gazi’yi Anma Törenlerine -ihtifale- evsahipliği yapan Söğüt, böyle büyük bir katılımın yaşanacağı oyunlara da evsahipliği yapmayı hak etmiyor mu?

“Kuruluşun ve Kurtuluşun Beşiği” diye sıfatlarla anılan, oyunundan türküsüne, şivesinden giyim kuşamına kadar her şeyiyle kendine has bir şahsiyete sahip olan bu topraklar, geçen yıllar içerisinde medeniyetimizin remzi ulu çınara adeta bir ana rahmi olmadı mı? Selçuklu kapısından geçtikten sonra; Osmanlı’nın kubbeleştirdiği, sistemleştirdiği ve yeni bir diyalektik ile asırları aşarak dünyanın bugünkü meselelerine bile cevap bulucu bir lisana kavuşturduğu, bizi biz yapan bütün milli ve manevi değerlerimizin temeli bu topraklarda atılmadı mı?

Her şey bitti denilen bir zaman diliminde “Ardından çil çil kubbeler serpen ordu”nun, bütün hazinesini geldiği yollara bıraka bıraka yine bu topraklara kadar ricat ettiği, üç defa düşman işgali ile yakıp yıkılan, Yunan askerlerinin “Kalk da kurtar halkını” diye alay ettiği Ertuğrul Gazi’nin medfun bulunduğu bu bereketli topraklar, bu sefer de kurtuluş ateşinin fitillendiği yer olmadı mı?

Bir organizasyonu zaman ve mekan üstü hale getirmek, yani zaman değişse de, insanlar değişse de, geleneklere bağlı kalarak aynı organizasyonu devam ettirebilmek hem büyük bir yetenek ister, hem de bu artık insan tabiatının üzerinde bu bölgeye hakim olan bir kültürün bulunduğunu gösterir. Daha önce yazmıştık, tekrara düşmemek için kısaca değinelim. İhtifal en büyük kesintiyi cumhuriyetin ilk yıllarında tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili kanunun çıkmasından sonra yaşamış olup 1950’li yıllarda yasakların kalkması ile birlikte yeniden kutlanmaya başlamıştır. Aradan geçen uzunca bir kesintiye rağmen yapılan ilk törenler sanki hiç kesinti yaşanmamış gibi olağan seyrinde geçmiş ve günün şartlarında Söğüt ve Ertuğrul Gazi’ye yakın bölgelerdeki Yörükler, adeta ilahi bir işaretle Ertuğrul Gazi’nin huzurundaki yerlerini almışlardır.

Gazeteci ve tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı; kendi gözlemleri ile 1956 yılında yapılan şenliklerdeki izlenimlerini anlattığı yazısında, 20 bin kişinin gelerek misafir olduğu şenliklerde, misafirlerin 3 gün boyunca yiyip içtikleri, ananevi ziyaretlerini yaptıkları ve hiçbir adli vakanın yaşanmadığını anlatıyor… Bugün farklı mı?...

Her geçen yıl artan emniyet tedbirlerinden bıkan halk, buna rağmen şenliklere katılmaya devam ediyor ve özellikle Pazar günü hınca hınç dolan meydanda ve Söğüt’ün çarşısında münferit birkaç olay dışında hala tek bir adli vaka yaşanmıyor.

Çünkü günün ulaşım imkanlarıyla Türkiye’nin dört bir yanından gelenler burada adeta bir şölen havasında yedi iklim dört bucağa dal salmış bu ulu çınarın köklerini oldukça mütevazi bir yerde ararken, 1 direğin etrafında kurulu 40 pencereli kıl çadırda, bütün kimliklerinden arınmış olarak Türk’ün özü, prototipi ile karşılaşıyorlar.

Kaderin bizi büyük bir çarşaftan adeta bir cep mendili mesabesinde bir toprak parçasına sığdırdığı, dört bir yanımızdaki düşmanlarla uğraşırken devletimizin bizi biz yapan değerleri aradığını artık hep birlikte görüyoruz.

TRT dizileri ile başlayan bu arayış, özellikle son yıllarda Malazgirt’i Anma Törenleri, Fetih kutlamaları gibi törenler ile kendisini gösteriyor. Milletimiz de devletten gelen bu iradeye karşılık veriyor. Bu sebeple de devletin ve milletin bu özünü arama güdüsü adeta bir devlet politikası haline geliyor. Asırlardır devam eden ihtifalin -Ertuğrul Gazi’yi Anma Törenlerinin- yaşandığı bu topraklar da bunun için her geçen gün önemini arttırıyor.

Bu sebeple; göçebe oyunlarının Söğüt’te-ve tabiî ki Bilecik’in tamamında- yapılması, Söğüt’e ve Bilecik’e verilecek bir paye olarak gözükse de, aslında sevgili Altınay’ın da dediği gibi 6 asırlık bir imparatorluğun meşalesini 400 çadırla yakan Ertuğrul Gazi’ye ve Ertuğrul Yurdu Söğüt’e hakkını teslim etmek değil midir?

Bu hakkın teslimi için hepimiz bu fikrin peşinden gitmeliyiz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.