BURNU SÜRTE SÜRTE...

ALİ ERDAL

Millet; bir iman ve ideal etrafında toplanmış; buna göre bir geçmişi ve buna göre bir gelecek hayali ve plânı olan topluluktur. Müşterek inanç; yığını, ahaliyi, topluluğu, kalabalığı millet yapmıştır…Milletin teşkilâtlanmış hali de devlet… Milletin yani, kalabalığı millet yapan değerlerin devleti… İşte o zaman, yani dayanağı olduğu zaman devlet meşru olur,idarecileri meşru olur. Aralarından bir grup bu nizamı bozmak için harekete geçerse, devletin bu meşruiyete dayanarak, nizamı bozmak isteyenleri hizaya getirmek, gerekirse onları itlâf etmek hakkıdır. Haktan öte vazifesi... Dayandığı iman iki cihan saadeti sağlıyorsa bu yaptığı hem halkına, hem isyana cüret edenlere merhamet olur… Halkını huzurda tutar, nizamı bozanların daha fazla kötülük yapmalarına engel olur; hattâ iyi yapabilir.

Devlet meşruiyetini dayandığı imandan alır önce… Arkasından milletinin desteğinden… Ve buna göre kurduğu nizamı koruyacak kudrette olmasından… Bu üç ayaktan birindekiarıza onu yıkılmaya doğru götürür. Bugün dünyayı, terör kasıp kavurmakta…Demek ki,birileri devletin dayandığı temellere inancını kaybetmiştir; millet desteği tehlikede ve devlet, otoritesini kaybetme yolundadır. Yani devletin meşruiyeti tehlikede... Önce karanlık gelmez, önce ışık gider… Önce devlet bozulur.İtaat edilme ehliyetini kaybeder… Eğer birileri mevcut nizama karşı harekete geçmişse, geçebilmişse önce devlet kendisini sorgulamalı, meşruiyetini gözden geçirmeli.

Dünyada her gün terör, şiddet, cinayet, katliam, uyuşturucu, kumar ve alkol iptilâsı artıyor.Yalan, talan, hırsızlık, soygun keza…Haklı veya haksız en ufak vesileyle cinnet geçirmiş gibi sokaklara dökülmeler…Hak arama bahanesiyle yakıp yıkmalar… Meşru devlete karşı, hak aramanın meşru yolları olur; bu yolları devlet mümkün kılar.Meşruiyeti şaibeli devletten meşru yollarla hak aranmaz…İyilik de kötülük de istismar edilir…Demek dünyayı idare edenler, itaate lâyık görülmüyor. Devletin itaate lâyık olması yetmez, itaate lâyık olduğunu ispat daetmeli… Dayandığı iman manzumesinin doğru olduğuna da inandırmalı… Milletle hemhal olduğunu, milletin devletinin yanında olduğunu belli etmeli… Buna rağmen isyana cüret edecekleri yenecek kudrette olduğunu göstermeli. Aksi takdirde, iradesini bir kaynağa istinat ettiremeyen menfaat şebekesi haline döner. O zaman ona karşı mücadelede her yol mubah görülür... Lâ teşbih…Dinsizin hakkından, imansız...

Devletler her geçen gün bu liyakatlarını kaybediyor. Birbirlerinin içinde örgütler kurduruyorlar, var olanları destekliyorlar.Üstelik Batı’nın, fikirde ve eşyada her yeni icadı, yangına benzin döküyor... Bir kova su düşünün… Her meşruiyet kaybında altında bir delik açılıyor… Görüyor musunuz terörü neyin doğurduğunu?Neymiş, terör örgütünün karşısında devletler birlikte hareket edecekmiş… Bundan âlâ teröre destek mi olur… Tek başımıza devi yenemiyoruz… Sen devlet ol… Işık ol… Karanlık kaybolur.

Eskiden “âsi” denirdi... İsyan eden bile kendine “âsi” diyerek, hak edene itaati prensipte kabul ederdi. Adaletsizliğe isyan ettiğini söylerdi. “Kabadayı” böyle doğdu. Osmanlı kabadayısı, emniyet kuvvetlerine “kanun” derdi ve onları öldürmezdi, çağırıldığı zaman kuzu kuzu karakola giderdi. Bugün, devletler, kendi meşruiyetlerindenkendilerinin de şüpheleri var ki, karşı çıkanlarına “âsi” diyemiyorlar, “terörist” diyorlar. Âsi, zulme başkaldırdığını söyler... Terörist ise, hiç bir açıklama yapmadan, sebep söylemeden yakar, yıkar, öldürür. Zâlim idareci, isyancısını doğuruyor; terör ise gayrimeşru sistemin veledi... Argo tabirle, −kusura bakmayın deyim yerine oturuyor− “fırlama”sı!..Âsi, isyan ettiğinin adalete dönmesinden ümitlidir;adalet olursa isyan kalkacak…Terörist ise adaletin yerine getirilmeyeceğine ve getirilemeyeceğine muhakkak nazarıyle bakar.Âsi temel nizama, iman manzumesine ve millete karşı değildir; uygulamaya isyan etmektedir. Terörist ise iman manzumesine, nizama ve söylemlerinin tam tersine millete karşıdır. Milletin yekpare olması değil, “kalabalık” derekesine düşmesi teröristin işine gelir. Âsi ise haksızlığı görecek millete dayanmak ister.Âsi, cezalandırılacak olandır; kendisini de bunu kabul eder.Terörist, kendinde ceza verme, hattâ zulmetme yetkisi görür...Âsi, yanlış uygulamanın; terörist meşruiyetini kaybetme yolundaki devletin mahsulü… Âsi meşruiyet ister; terörist meşruiyeti sorgular.

Önce devletler kendilerini sorgulamalı… Toplulukları idare etme hakkı kimin, hangi gücün?.. Hangi hak; sıradan kişileri “ekselânsları” yapar, yapabilir? Lâyık olanlar, neye göre ve nasıl belirlenir? Önce devletler ve devletliler, meşruiyetlerini ispat etmeli…

Fransız ihtilâline kadar devlet idare etme hakkı yanidevletin meşruiyeti, dünyanın her yerinde, Tanrı’ya nisbet ediliyordu. Saltanat sahibine ve hanedana karşı gelmek, insanüstü güce de karşı gelmekti. Böyle bir kudrete isyan; hele hak ve adalet üzereyse, kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi, geçemezdi; geçmemeliydi. Devletin sıkıntısına sabredilmeli ve isyana teşebbüs edilmemeliydi.

Fransız İhtilâli, toplulukları idare etme hak ve yetkisinin; insanüstü iradeye değil topluluğun ortak vicdanına ait olduğu düşüncesini doğurdu. Sistemi halkın istekleri kurmalı...İnsanmeşruiyet makamını yere indirdi...Kendisinin üstündeki kudretten aldı, topluluğun ortak vicdanına verdi. “Ortak vicdan” bu vebali taşıyacak seviyeye nasıl çıkacak? Hangi “halkın” idaresi?..Bunun cevabı yok…

Fransız İhtilâli, istismarlara tepkiydi; terör ise hınç... Birincisinde insanlık haysiyeti; meşru bildiği otoriteye ‘beni anla, varlığımı idrak et’ dedi; ikincisinde ‘meşru olmayan defol!’ diye haykırıyor. İlkinde hayal kırıklığı öfkeye döndü, ikincisinde kuruluşta başlayan ve damla damla biriken öfke patladı. Yanlış veya doğru dayandığı meşruiyeti kaybeden devletin sonu izmihlâldir. Batı’nın yeni icadı demokrasi, canavarını meydana getirdi: Terör! Gayrimeşruluğun bedeli…

İnsanlığın bugünkü buhranı; başta ‘devlet’ olmak üzere hiç bir şeyin kontrol ve disiplin altına alınamaması... “Derin devlet”, “paralel yapı” bu kontrolsüzlüğün ve aczin tabiî sonucu… Dünyanın çivisi çıkmış. Devletler ve paktlar başta olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlar kritersiz; keşifler ve icatlar disiplinsiz; teknik ve sanayi, haberleşme ve iletişim kontrolsüz; sanat başıboşluğun ve cinselliğin mahkûmu; ekonomi hırsın ve hırsızın oyuncağı; adalet mizansız, her şey nizamsız... Hal böyle olunca, hâkim ölçü menfaat... Güçlü olan haklı... Bu miyarsız ve mizansız kaygan zeminde her şey birbirini telef ediyor... Yanında ve karşısında olunacağı (konjonktür) belirliyor; prensipler değil... İnanışlar değil!.. Ahlâk değil!.. Meşruiyet değil. Kapıldım gidiyorum, nefsimin ve nefslerin rüzgârına…

Dünya; Batı’nın Faşizm’ini, Sosyalizm’ini, Komünizm’ini denedi ve iflâslarını gördü... Babadan oğula saltanatın zaaflarını gördü... Demokrasinin zaaflarını da görmekte… Şimdi düşünüyor... İçten içe kaynayan Doğu da; sömürdüğü ülkelerdeki rejimleri, işine geldiği gibi değiştiren, Avrupa’daki krallıklara ve İslâm dünyasında işine gelenlere ses çıkarmayan; yani kendi icadı demokrasiye ihanet eden, bir yandan da demokrasi nutukları atan şaşkın ve ikiyüzlü Batı da arayış içinde. Görüyor musunuz, dünyanın buhranını?

Devletlerin meşruiyetlerini bugün (esas)a değil de, istismara müsait bir (usul)e; herkese göre değişen (demokrasi)ye dayandırmaları, üstelik de onu putlaştırmaları; dünyanın en büyük buhranı... Ve bütün buhranların merkezi...

●İnsanüstü kudrete dayanmak, imtiyazlı bir sınıf meydana getirdiği için terkedilmiş...

●‘Üstün ırk’ hayali, başlamadan bitmiş...

●‘İşçi sınıfına’ dayanmak yüzyıl dolmadan iflâs etmiş...

●‘Müteşebbis sınıf’a yani zenginlere, parayı kontrol edenlere dayanmanın mahzuru ayan beyan...

Kaldı ‘demokrasi’ denilen ‘usul’e dört elle sarılmak...

Halbuki dünya, (usul)den önce, (esas)a muhtaç.

Şimdi herkes görüyor ki halkın tercihi yönlendirilebiliyor, yani demokrasi alet edilebiliyor; halkın iktidarı maskesi ile egemenler sultası kurulabiliyor... Halk yanıltılabiliyor, halkın isteği diye menfaatler yutturulabiliyor. Desteğiyle sizi meşrulaştıracak halkı, buna lâyık hale, hangi iman manzumesi getirecek? Önce bunun cevabı lâzım değil mi? “Demokrasi getirmek” yalanıyla, ülkeler talan edilip kan gölüne çevrilebiliyor. İnsanları devletler öldürüyor… Hani “ortak vicdan”?.. Batı; önce icad ettiği putu, demokrasiyi övüyor, ondan sonra da onu menfaatine âlet ediyor. Helvadan put yapıp tapan, aç kalınca onu yiyen cahil, demokrasiyi önce put yapıp sonra istismar edenin yanında ne kadar hafif kalıyor değil mi?..

Bütün tecrübeler işaret ediyor ki, dünya buhranının merkezinde; her şeyi çekip çevirecek ve doğruda tutacak bir fikir ve iman manzumesinden mahrumiyet var... Yani meşruiyetten… ‘NASIL BİR YÖNETİM’den önce, ‘NEYİN EMRİNDE BİR YÖNETİM’… Dünya onu arıyor! Burnu sürte sürte ona gidiyor!..

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.