Hepimiz hayatımızda en az bir kere buna benzer soruları mutlaka duymuşuzdur:
“Bilecik nerede?”
“Şanlıurfa Birecik mi?”
“Bursa'ya mı bağlı?”
“Eskişehir’e mi bağlı?
Özellikle hayatının bir kısmını benim gibi eğitim sebebiyle büyük bir şehirde geçiren ve Türkiye'nin bütün yörelerinden insanlarla ilişki içerisinde olduysanız, artık bu sorulara cevap vermekten bunalmışsınızdır. Bir yandan ülkemizdeki cehalete üzülürken, diğer yandan da Bilecik'in tanıtılmasındaki bu yetersizliğe kahrolursunuz. Pek çok Bilecikli, başka bir şehirdeyken kendisini Eskişehirli veya Bursalı olarak tanıtıyor. Buradaki yanlışlık ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemli olduğu için, şimdilik sadece bunu Bilecek’i anlatmaktaki zorluğa bağlayalım. Neyse ki son zamanlarda yayınlanan “Ertuğrul” ve “Abdülhamit” gibi dizilerle Bilecik daha fazla tanınır ve bilinir oldu da, şehrimizi bir dizi kahramanı üzerinden anlatma garabetini görmezden gelmek kaydıyla, Bilecikliyim demekten çekinmez olduk.
Bilecik'in Türkiye genelinde bu kadar az tanınmasını bir sorun olarak görmediğimiz müddetçe, hemşehrilerimizin Eskişehirliyim veya Bursalıyım demelerinin de önüme geçemeyeceğimizi bilmemiz gerekir.
Ertuğrul alayını anlattığımız önceki yazımızda Cennet Mekân Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın, Ertuğrul alayının askerlerini, Alman imparatoruna “Öz hemşehrilerim!” diye tanıttığından bahsetmiştik. Tarihi bir hakikât olan bu tespit üzerinde özellikle durmamızın sebebi; her ne kadar bütün padişahlar hemşehrilerimiz ise de, Abdülhamit Han'ın Bilecik ve Ertuğrul Gazi tasavvurunun sadece düşünce planında kalmadığı ve aksiyona dönüştüğünü bilmemizden geliyor.
İktidarı boyunca ceddimiz Ertuğrul Gazi'nin manevi şahsında Bilecik'e verdiği değer ile bunu pek çok defa gösteren Ulu Hakan için bu sebeple bizim de kendisini hemşehrimiz olarak görmemiz hem zorunlu ve gereklidir hem de ahde vefa bunu gerektirir. Bu konuyu gündemimizde tutmaya devam edelim.
Osmanlı Devleti’bin temeli Söğüt’te atılmasına rağmen, beylik merkezinin kısa bir süre sonra Bursa'ya, sonra da Edirne ve İstanbul'a taşınması ile; aradan geçen iki buçuk asırda İstanbul'daki Hanedan için Bilecik meselesi maalesef eski bir hatıradan öteye geçememiş. Bundan sonra Bilecik, bir süre Eskişehir sancağına bir süre de Bursa sancağına bağlı kalmış. İmparatorluk büyüdükçe, zaman zaman Anadolu'daki idari yapının değişmesinden nasibini alan Bilecik’in bugünkü idari sınırının da bir dönem parçalandığı ve Söğüt bölgesinin Bursa'ya, Bilecik bölgesinin ise Eskişehir'e bağlandığı biliniyor.
İkinci Abdülhamid döneminde ise 1885 yılında Bilecik bölgesi, “Ertuğrul” ismi ile sancak yeri, bugün anlayacağımız tabirle il olmuştur.
Fikir vermesi açısından yazımıza eklediğimiz haritadan da anlaşılacağı üzere Bilecik ilinin idari sınırları doğuda Mihalgazi ve Sarıcakaya’dan başlayıp, batıda İnegöl ve Yeniceköy’e kadar uzanmaktaydı. Bir taraftan İznik ve Yenişehir gibi iki eski ve köklü yerleşim yerinin, diğer taraftan ise Domaniç ve İnönü gibi ilk fethedilen toprakların Bilecik’e bağlı olması, bölgede Bilecik'in diğer şehirler ile eşit sosyal ve ekonomik bir büyüklükte olduğunu göstermektedir.
Tanzimat Dönemi idari yapılanması gereği Bilecik şehri, Bursa eyaletine bağlıydı. Bursa (Hüdavendigâr) Vilayeti Meclis İdaresi, 1904 yılında Yenişehir ve İnegöl'ün yeniden Bursa'ya bağlanması ile Bilecik ve Söğüt'ün de Eskişehir'e bağlanarak, Ertuğrul sancağının merkezinin Eskişehir'e taşınmasına karar vermiş ise de, Bilecik’in il olmasının bizzat Sultan Abdülhamit Han'ın emri olması sebebiyle Bu karar uygulanmamıştır.
Haritada şimdiki Bilecik ile 130 yıl önceki Bilecik’i karşılaştırdığımızda akrabamız ve hemşehrimiz Sultan Abdülhamid Han’ın Bilecik için ne kadar kıymetli olduğunu bir kere daha anlayacağız.