2000 yılında “Türkiye” konulu uluslararası bir konferansta bir konuşmacı şöyle diyor:
“Türkiyesiz Balkanlar rahat nefes alamaz. Ankara ile belirli bir uzlaşıya varmadan, Irak – İran - Suriye üçgeninde barış kurulamaz. Ege ve Akdeniz, Türkiye’nin net katkısı sağlanmadan sükûnete kavuşamaz. (…) Avrupa birliği, uluslararası para fonu kuralları ortaya koyacak. (…) Bir konuşmacının dediği gibi; Türkiye, sadece Türkler’e bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir ülke durumuna girdi.”
Bilhassa son cümlesi çok tepki çektiği, o günden beri her vesileyle üzerinde çok konuşulduğu için kim olduğunu çok kişi duymuştur. Bilmeyen de onun, –en azından– Türkiye’den mi, yabancı mı olduğu hususunda bir kanaat sahibi olmuştur.
Cürete bakın… “Türkiye, sadece Türkler’e bırakılmayacak kadar önemli” imiş… O kadar “önemli” ki, hakkında konferanslar düzenleniyor… Demek konferans düzenleyecek kadar bir dünya fert, kurum, kuruluş, devlet “Türkiye’yi, Türkler’e bırakmamakta” ve bu konuda ortak hareket etmekte birleşmiş… Kararları onlar verir… Türkler de kim oluyor?.. “Balkanlar, Irak – İran - Suriye üçgeninde, Ege ve Akdeniz”de, uzun lâfın kısası, dünyanın her yerinde Türkiye; söz sahibi olamaz ve kendi iradesiyle hareket edemez… “Kuralları, Avrupa birliği, uluslararası para fonu ortaya koyar”... Bunlar, tepki çekmeyecek veya az tepki çekecek kuruluşlar… Bir de, çok tepki çekeceği için, söylenmesi mahzurlu görülenler var… Onlar perde gerisinde… Türkiye ancak, dünyayı güdenlerin istedikleri yolda ve onların istedikleri kadar olaylara “katkı sağlayabilir”… Rey beyan edemez, irade kullanamaz; kudretli iradelerin kabul buyurdukları, razı oldukları kadar “katkıya” müsaade edilir. Haddini bilsin!.. Kibarlıklarından (!) “itaat” demiyorlar… Yine kibarlıklarından (!) ‘Türkiye; değil çevresi, kendisi hakkında bile karar veremez’ demiyorlar…
Bilmece gibi olmasın, bahsi geçen kişiyi söyleyelim... Bu ifadeler, Mehmet Ali Birand’ın 13 Ocak 2000 tarihli Posta gazetesindeki yazısından alındı. Bunlar, kendilerinde Türkiye başta olmak üzere her yere müdahil olma hakkı görenlerin, kamuoyuna söyleyebildikleri… “Beyaz adamın” ifşa etmekte mahzur görmedikleri… Ve bu; buz dağının görünen, gösterilen, gösterilebilen kısmı… Bu kadarı bile dudaklarımızı uçuklatmaya yetmeli. Başta bizim ve İslâm âleminin iradesine nasıl müdahale ettikleri, dünyayı nasıl güttükleri, nasıl sömürdükleri, meşru ve gayrimeşru neler yaptıkları buz dağının görünen kısmına bakılarak anlaşılabilmeli. Böylece çevremizde dönen dolaplar, Müslümanların birbirleriyle didişmelerinin sebepleri, bir çeşit işgal gibi mültecileri kabul etmek mecburiyetinde bırakılışımız daha iyi görülebilir.
(Sevgili okuyucularım, yazılarıma bir süre ara vermek durumundayım)