Günlerden beri milli iradeyi tartışıyoruz. Efendim halk iradesine rağmen tutuklu milletvekilleri tahliye edilmiyor, hukukun üstünlüğü takdir yetkisiyle sınırlandırılamaz, milli iradenin üzerinde hiçbir şey olamaz vs… Hep bunları konuşuyoruz.
Seçimlerin üzerinden bir ay geçti. CHP nin, “tutuklu milletvekilleri yemin etmedikçe yemin etmeyeceğiz” çıkışından sonra sergiledikleri tavır konusunda çeşitli yorumlar yapılıyor. CHP nin başlangıçtaki yaklaşımı ne kadar yanlışsa, Sayın Başbakanın yeminden sonraki “diklendiler ama dik duramadılar” sözleri de o kadar yanlıştır. Parlamentoda % 80 çoğunluğa sahip iki siyasi parti yetkililerinin birlikte hazırladıkları ve genel başkanların bilgisi dahilinde imza altına aldıkları protokol, elbette her iki partiyi de bağlayacaktır. CHP nin yemin etmemesinden rahatsızlık duyan AKP nin, çözüm noktasındaki girişimlerine karşı CHP nin de olumlu yaklaşımı sonucu alınan neticeye rağmen, her vesileyle birlik beraberlikten bahseden Sayın Başbakanın tahrik edici konuşmalarını, onun adına maksadını aşan sözler olarak değerlendiriyoruz.
Esasen pek çok yanlışı hep birlikte kabullenmişiz. Yanlışlar o kadar çok ki, deve misali, her tarafımız eğri büğrü. Kanunlarımızın başta anayasa olmak üzere sil baştan ele alınması, bunlara bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerin yeniden düzenlenmesinin zamanı geldi de geçiyor bile… Konumuz seçilenler olduğu için, bunlar üzerinde bir değerlendirme yapalım. Yüksek seçim kuruluna adayların isimleri verildiği andan itibaren süreç başladığına göre, kesin aday listeleri açıklanıncaya kadar geçen zaman içinde, adaylarla ilgili incelemenin yapılmış olması gerekir (zaten böyle olmuştur). Aday olabilecekleri kesinleşen isimler üzerinde artık tartışma yapılmamalıdır. Konuyu, tutuklu milletvekilleri açısından değerlendirecek olursak, hukukumuzda tutukluluk bir mahkûmiyet olmadığı gibi, hiçbir tutukluya, hakkında kesin hüküm olmadıkça suçlu gözüyle de bakılamaz, ayrıca ceza hukukumuzda, şüphe sanık lehine değerlendirilir. Yâni, tutukluluk seçilmeye mani değildir. Şimdi bu açıklamalardan sonra, tutuklu milletvekillerini salıverelim diyeceğimi de düşünmeyin. Yıllardan beri milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını tartışmıyor muyuz? Bu dönem seçilemeyenlerin dosyaları Savcılıklarda ele alınmaya başlanmıştır her halde, ancak yeniden seçildiği halde dokunulmazlık zırhı sebebiyle haklarında işlem yapılamayanlar ne olacak. Bir tarafta tutuklu, diğer tarafta dokunulamayan milletvekilleri, bu çifte standart değil mi? Bu durumun mutlaka açıklığa kavuşturulması gerekmektedir!
Milletvekillerinin yemin konusuna gelince; Seçme ve seçilme hakkına sahip her vatandaş milletvekili olabilir. Bunun da şartı, aday olması, seçilmesi ve seçildiğinin İl Seçim kurullarından alacağı mazbata ile belgelenmesidir. Süreç buraya kadar tamamlandıktan sonra onun parlamentoya girmesine, yasama görevini yapmasına mani her hangi bir engel kalmamıştır. Millet iradesiyle seçilen kişinin, millete rağmen vekilliğinin tartışılması bile abestir.
Yemin konusu bu gün karşımıza bir problem olarak çıkmaktadır. Yemin, milletvekili olmanın şartı mıdır, hayır. Metin itibariyle baktığımızda, kişiyi bağlayıcılığı var mıdır, hayır. O halde neyi tartışıyoruz! Yemin, kişinin inancına göre bağlayıcı olur. Yıllardır kapısında beklediğimiz Avrupa Birliği ülkeleri ile dünyanın süper gücü Amerika’da da yemin var ama dikkat ederseniz inanca dayalı. Hristiyanlar İncil, Museviler Tevrat üzerine yemin ediyorlar. Eğer mutlaka yemin edilecekse, bizde de neden Kur’an-ı Kerim üzerine yemin edilmiyor, lâiklik elden mi gider? Devlet lâiktir ama kişiler inançlıdır. Neye inanıyorsa onun üzerine yemin ettirilemez mi?