ÇOCUĞUMUN YETENEĞİNİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİM?

AİLE KÖŞESİ

Günlük hayatın içinde zaman zaman bazı insanların, mesleklerini sorguladıklarına şahitlik ederim. Tekrar geçmişe dönsem şu yönde bir iş yapardım, diyerek son zamanlarda fark ettikleri ilgi ve yeteneklerine yönelik bir meslek ismi söylerler. O zaman, hayata gecikmiş ve uyum sağlamakta zorlanmış biriyle karşılaşmanın hüznü kaplar içimi. Bazısının yeniden başlamak için küçük bir cesarete ihtiyacı vardır. Bazısı ise çoktan emekli ilan etmiştir kendisini. Bazen de işini büyük bir aşkla yaparak mucizeler ortaya koyan insanlar çıkar karşıma. Onları daha yakından tanıdığımda Yaradan’ın kendilerine bahşettiği kabiliyetleri, gayret kamçısıyla besleyen kişiler olduklarına tanık olurum. Bu manzara karşısında şöyle bir soru soralım kendimize: Acaba yeteneği doğrultusunda mesleğini icra eden insanların iş performansları ve mesleki doyumları ile hasbelkader bir işte çalışan kişilerinki aynı olabilir mi? Galiba bu sorunun cevabı, ilerlemiş yaşlarında kendilerini ancak tanıyabilen insanların “keşke”lerinde yatıyor. Bizler biliyoruz ki fark edilmeyen her bir kabiliyet; kaybedilmiş nitelikli bir iş gücü, heba olmuş bir enerji ve zaman kaybıdır. Yeteneği doğrultusunda yetiştirilmeyen her bir çocuk ise, israfın en büyüğü olan insan israfıdır diyebiliriz. Çocuklarımızın içlerindeki hayat enerjilerini hiç kaybetmeden geleceğe umutla bakabilmelerinde ve kendilerini gerçekleştirmelerinde onlara bu yönde yapılacak kılavuzluk hayati bir önem taşıyor.

Yetenek dediğimiz şeyin bir kimsenin bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği, kabiliyeti olarak tanımlandığını görüyoruz. Yeteneğe bir bakıma her insanın doğuştan getirdiği kendini ifade ediş şekli de diyebiliriz. Gün yüzüne çıkmak için sürekli kanal arayan ve fark edilip değerlendirildiğinde ise kişiye yaptığı işlerde fark attırarak eşsiz keyif veren bir motivasyon kaynağı. Ebeveynler çocukları ile ilgili yaşadıkları herhangi bir sorun için benimle görüşmeye geldiklerinde, genelde evdeki diğer çocuklarla ilgili “Hocam ikisini de ben büyüttüm ama bu çocuğum farklı.” diyerek bir gerçeği ifade ederler. Bu gerçek, her çocuğun doğuştan genetik mirası ile getirdiği mizacının birbirinden farklı olduğudur. Her çocuk; kendine özgü düşünmesi, hissetmesi ve insanlarla etkileşime girme şekliyle birer kar tanesi gibidir. Nasıl ki kar tanelerinin her birinin şekli birbirinden farklıysa her insan da birbirinden farklıdır. Her bir âdem, başka bir âlem diyebiliriz. Allah’ın, yarattığı her varlık üzerinde murat ettiği bir amaç var. Ve O, yarattığı her canlıyı da varoluş gayesine uygun özelliklerle donatmıştır. Balıkların yüzmesi, kuşların uçması gibi. Bizler, yaratılış mizacına muhalefet ederek kuştan yüzmesini, balıktan uçmasını beklersek hem balığa, hem kuşa zulmetmiş oluruz. Parmak uçlarımızda taşıdığımız kişisel imza izlerinin biricikliği gibi, çocuklarımızın her birinin kendine özgü güçlü ve zayıf yönlerinin olduğunu kabul etmeli ve bu kabulü de davranışlarımızla çocuklarımıza hissettirebilmeliyiz. Çocuklarımızı bir başkası ile asla kıyaslamamalıyız. Her bireyi fotokopi makinesinden çıkan kopya gibi görmek ve ona öyle davranmak “Hepsi de ağaç değil mi!” diyerek bahçedeki farklı ağaçlara aynı bakımı yapmaya kalkışan bahçıvanın hâline benzer. Ki bu bahçıvanın yetiştirdiği ağaçlardan bazıları ölmeye mahkûmdur.

Çocuklarımızın yaratılıştan gelen özelliklerini ve yeteneklerini keşfetmek ve desteklemek yerine kendi kişisel beklentilerimizle çocuklarımıza yaklaşmak, var olanı kabul etmemektir. Bir çocuk için ebeveyni tarafından kabul edilmemek, onun bedeninden ruhunu ayırmak gibi bir şeydir. Çocuklarımızın var olan potansiyellerini desteklemek için işe onları tanıyarak başlayabiliriz. Her yaş düzeyini karakterize eden belirli gelişimsel görev ve beceriler vardır. Çocuğumuzun yaş gelişim özelliklerini bildiğimizde normal ve anormal olanı da ayırt edebileceğiz. Şayet becerisi gelişim döneminin üzerinde veya altında ise hemen dikkatimizi çekecektir. Böylelikle çocuğumuzun hangi alanda farklı olduğunu gözlemleyebiliriz. Gözlem yaparken dikkat etmemiz gereken noktalar ise şunlar olmalı: Çocuğumuz hangi alanda üretkenliğini kullanıyor? Hangi işle meşgulken gözleri parlıyor ve bundan keyif alıyor? Onların mutlu oldukları anları görmek ve gözlemlemek için farklı ortamlar hazırlamamız işimizi kolaylaştıracaktır. Günümüzde çocukların yeteneklerini keşfedecekleri imkânlar fazlasıyla arttı. Özellikle son yıllarda okullarda kurulan beceri atölyeleri bu konuda hayati öneme sahip. Sadece müzik, spor değil; robotik kodlamadan mutfakta yemek hazırlamaya kadar geniş bir yelpazede açılan bu beceri atölyelerinde çocuklar, kendi yeteneklerini fark etme ve geliştirme imkânına sahipler. Farklı atölye ve kurslarla bilgi ve becerilerini deneyimleme fırsatı buluyorlar. Böylelikle yüzeysel ilgilerden ziyade, ileride derinleşebilecekleri alanlar hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Çocuğumuzun yeteneğini keşfedelim derken; onu kurslardan kurslara koşuşturmayı da kastetmiyoruz. Çocuğun içsel olarak mutlu olacağı bir faaliyetin içinde olması, bütün enerjisini o alana yönlendirmesi adına daha değerlidir. Eş güdümlü birçok kursa yönlendirilen çocuklar, yorgun ve dağınık olabiliyorlar. Bir kurs/atölye neticelendikten sonra başka bir kursa veya atölyeye yönlendirilebilir. Bir işte sebat göstermek, başarı ve becerinin ortaya çıkmasında önemli bir faktördür. Çocuğun sebat etmesi için motivasyon, hedef ve iç disiplin kavramları üzerinde durulması gerekiyor. Küçük küçük yapılan kazı çalışmalarında ancak çukur açılabilir. Bir yerde kuyu açmak ve suya ulaşmak istiyorsak derinlere inmemiz gerekir. Amaç, her alanda yetenekli çocuk yetiştirmek değil, çocuğun kabiliyeti yönünde yeteneğinin geliştirilmesi olmalı. Küçük yaştaki her çocuk, sınırsız bir merak duygusuyla dünyayı keşfetmeye çalışır. Çocukları merak duyduğu konularda desteklemek, onların girişimcilik yönlerini besleyecektir. Yine merakla sordukları soruları, geçiştirmeden cevaplamalıyız. Velev ki sordukları sorunun cevabını bilmiyoruz, o zaman “Birlikte araştıralım.” diyerek hem onu araştırmaya yönlendirmiş hem de sonrasında konuşabileceğimiz bir konu belirlemiş oluruz. Yine çocukların bu merak duygularının körelmemesi için evde kullanılmayan bazı aletleri ve eşyaları karıştırıp incelemelerine izin vermeliyiz. Bu incelemeler çocukların yeni hobiler edinmelerine kapı aralar. Yeteneklerin keşfinde hobilerin çok büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Yine bu atıl eşyalarla yeni oyuncaklar oluşturup yeni oyunlar kurabilirler. Bu durum, onların gizli kalan yönleri hakkında bize ipucu verir. Deneyim fırsatları, yetenek ve zekânın şekillenmesinde önemli bir etkendir. Bazen de çocuğun girişimciliğini engelleyen anne baba tutumları görürüz. Aşırı korumacı tutum sergileyen ailelerde çocuğa kendisini keşfetme imkânı verilmez. Zarar görebileceği endişesi ile çocuğun yapabileceği sorumlulukları da aileleri yaparlar. Böylece çocuk bir fanusun içinde çok az uyaranla hayatı tanımaya çalışır. Yine bazı mükemmeliyetçi ebeveyn tutumlarında ise çocuğun hata yapmasına ve o hatadan farklı deneyimler çıkarmasına müsaade edilmez. Çocuk bir şeyi severek yapıyorsa sonuç bizim istediğimiz gibi olmasa da gayreti ve o işteki şevki için onu destekleyip takdir edebilmeliyiz. Burada Beethoven’ın bir sözünü aktaralım: “Yanlış nota çalmak önemsizdir; tutkusuz çalmak ise affedilmez.” der. Eğer amacımız çocuğumuzun yeteneğini ortaya çıkarmaksa düşüp kalkmalar, sürçmeler onu geliştirecektir, kabiliyetinin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. Gücünün üzerindeki beklenti, çocuğun kendini değersiz hissetmesine aynı zamanda girişimciliğinin de körelmesine neden olacaktır.

Allah insanın içine bir sandık dolusu ilgi ve kabiliyet tohumu gizlemiştir. Hepsi birbirinden değerli bu ruşeymler, maharetli bir ele denk gelirse veya uygun bir ortam oluşturulursa yeşerir, dal budak salar. Aksi hâlde gizli bir hazine gibi üstü kapalı bir şekilde öylece kalırlar.

Kaynak: Dib Yayınları

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

                             İKİ SORU? İKİ CEVAP:

1.SORU: Bir kimsenin birkaç kez “şart olsun” dedikten sonra, eşine “boş ol” demesinin hükmü nedir?

CEVAP: “Şart olsun” ifadesi, bazı bölgelerde boşama maksadıyla kullanılmaktadır. Bir kimse, boşama anlamını kastederek, “şu işi yaparsam şart olsun.” gibi bir cümle kullanırsa, sözünü ettiği işi yaptığı takdirde hanımı boş olur. Dolayısıyla bundan sonraki boşamalar buna ilave yeni boşamalar olarak değerlendirilir.

Ancak “şart olsun.” cümlesinin boşama anlamında kullanılmadığı yerlerde veya daha önce bu anlamda kullanıldığı biliniyor olsa da artık bu anlamda kullanımı terk edilmişse, kişinin “şart olsun.” demesi ile boşama meydana gelmez (Bilmen, Hukûkı İslamiyye Kâmusu, II, 244).

Şart olsun, cümlesinin yemin olup olmaması da örfe göre değişir. Bu cümleyi bir bölgede yemin olarak kullanmak adet halinde gelmişse ve edilen yemin bozulmuşsa bu durumda yemin keffareti gerekir. Ancak bu cümlenin yemin olarak kullanılması adet değilse, yemin sayılmayacağından keffaret söz konusu olmaz. Bu cümleyi yemin saymamız halinde, birkaç defa tekrar edilmesi Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşe göre sadece bir yemin kefaretini gerektirir (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi, Beyrut 2000, III, 11-19).

2.SORU:  Boşamada kullanılan sözler dille söylenmeden zihinden geçirilmekle boşama gerçekleşir mi?                    

CEVAP: Boşama, bu yetkiye sahip olan kişinin boşama için kullanılan sözlerin birisini kullanmasıyla gerçekleşir. Boşamanın meydana gelmesi için, içten niyet edilenin söz olarak dışarıya vurulması lazımdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’den nakledilen bir diğer hadiste, “Allah, söze ve tasarrufa dökmedikçe ümmetimi içinden geçirdiğinden dolayı sorumlu tutmayacaktır.” (Buhârî, Itk, 6; Eymân, 15) buyrulmuştur. Buna göre sadece içten geçirilerek veya söylemeksizin talaka sadece niyet etmekle boşama meydana gelmez.

Kaynak: Dib Fetvalar

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

                  GENÇLİĞİN İNANÇ SORULARI

SORU: Allah’ın her şeye gücü yetiyorsa neden işlerini meleklere yaptırıyor?

CEVAP: Allah şuurlu şuursuz, canlı cansız, farklı yapıda çeşitli varlıklar yaratmayı dilemiştir. Melekler de bu varlıklar arasında fizik âleme değil metafizik âleme ait, irade sahibi olmayan, sadece emredileni yapan varlıklardır. Allah melekleri insanın yaratılış serüvenine şahit tutmuş (Bakara,2/30) ve kâinatın düzeni içinde onlara da birtakım görevler vermiştir. İnsan dışında mahiyetleri farklı başka varlıkların olması, Allah’ın acizliğini değil, aksine gücünün ve kudretinin büyüklüğünü gösterir. Çok çeşitli olmasına rağmen bilim adamları tarafından “cosmos” olarak isimlendirilen varlıklar arasındaki bu uyum, âlemdeki mükemmelliği gösterir. Kâinattaki düzenin inceliklerini tam olarak kavrayamasak da bu, Allah’ın varlığının ve büyüklüğünün en önemli delillerindendir. Allah yüceliği bilinsin diye kâinatı ve içindeki varlıkları yaratmıştır.(Talak,65/12) Rabbimiz açısından insanlar, melekler veya diğer varlıkların yaratılması arasında bir fark yoktur. Çünkü Allah dilediğini yapar,(Hud,11/107) kimse O’nu yaptığı bir şeyden dolayı niçin böyle yaptın diye sorgulayamaz. Sadece O, diğer varlıkları yaptıklarından dolayı sorgular. (Enbiya, 21/23)

Rabbimiz yarattığı varlıklar arasında kendi dilediği gibi bir düzen kurmuş ve bu düzende insana birtakım sorumluluklar yüklediği gibi melekleri de bazı işlerle yükümlü tutmuştur. Bu düzen dahilinde meleklere çeşitli görevler vermiş, onlardan bazılarını da insanın yapıp ettiklerine tanıklık etmesi ve davranışlarından dolayı hesaba çekilirken inkâr etmemesi için görevlendirmiştir: “Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır (işitiriz) öyle değil. Yanlarındaki elçilerimiz (melekler) de yazmaktadır.” (Zuhruf,43/80) Aksi takdirde Rabbimizin meleklerin yardımına ihtiyacı yoktur. Çünkü O, bir şeyin olmasını dilediğinde sadece “ol” der ve o şey anında oluverir. (Bakara,2/117, Yasin,36/82)

Kaynak: Dib/Niçin İnanıyorum

Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

GÜNÜN AYETİ

Hani o Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda hiç mahrum olmadım. Benden sonra geleceklerin isyankar olmalarından korkuyorum. Eşim ise kısırdır. Bana kendi tarafından bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl! (Allah c.c. şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik. Zekeriyya, Rabbim! Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığımın son noktasındayken, benim nasıl çocuğum olur? (Vahiy meleği) dedi ki: Rabbin diyor ki: “Bu bana göre kolaydır. Nitekim daha önce hiçbir şey değilken seni de yarattım.”( Meryem,3-9)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu’d-Derdâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Siz kıyamet günü kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Öyleyse güzel isimler koyun.” ( Ebû Dâvûd, Edeb, 61)

GÜNÜN DUASI

Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın.

KAHVE MOLASI

BİR KAVRAM ÜÇ YORUM

ZARAFET

  1. Zarafet ilk aklımıza geleni yapabilmek değil hissettiklerimizi yapabildiğimizde bizden soğuyan kimsenin olmaması!

Budala, Fyodor Dostoyevski

  1. Kabalık, zayıflığın bir işaretiydi. Zarafet güçten gelirdi, her şeyi kabul edip devam etme gücünden.

Donmuş, Robin Wasserman

  1. Zarafet dilin kontrol altında tutulmasıdır.

Tongue Fu, Sam Horn

DİŞLER SOĞUĞU NASIL ALGILAR?

Soğuk bir şeyler içtiğimizde dişlerimizin sızladığına çoğu zaman şahit olmuşuzdur; özellikle de dişlerimiz çürükse. Peki dişlerimiz soğuğu nasıl algılıyor?

Sağlıklı bir dişin en dışında mine, onun içinde de mineye nazaran biraz daha yumuşak olan dentin katmanı bulunur. Dişin iç kısmında ise diş hücrelerinin, sinirlerin ve kan damarlarının yer aldığı diş özü vardır. Dentin üreten odontoblastlar diş özünün en dış kısmındadır. Hücre zarlarında fiziksel ya da kimyasal uyaranlara tepki veren proteinlerden oluşan iyon kanalları vardır. Bu iyon kanalları açılıp kapandıkça hücre çevresiyle iyon alışverişi yapar. Böylece bir hücreden diğerine aktarılan elektrik sinyalleri meydana çıkar. Odontoblastlardaki TRPC5 adlı iyon kanalları, beyne sinyaller göndererek dişlerin soğuğu algılamasında rol alır.

  1. DEYİMLERİN HİKAYESİ

      Lafla Peynir Gemisi Yüzmez

Bu deyimin de çok ilginç bir hikâyesi var. Bir zamanlar İstanbul'da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur.

- "Hele peynirler sağ salim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş.                       
- Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem.

Aksi Yusuf                              :
" Hele peynirler sağ salim varsın..." demeye başlayacakmış ki, Gemici:
-Efendi "Lâfla peynir gemisi yürümez." sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine "geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım" diyerek devam etmiş.                     
Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. "LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!" bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe'mize yerleşmiş.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.