ÇOCUKLARIMIZ EMANETİMİZ

AİLE KÖŞESİ

Emanet,korku ve endişelerden güvende olmak,emin olmak anlamında bir mastardır. Kişinin ailesine ,milletine,içinde bulunduğu topluma hatta bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluk hissi taşıması da emanet kelimesiyle ifade edilir.Allah bizlere mümin ismini vermekle bizleri bütün nimetlerin emanetçisi konumuna yükseltmiştir.Huzur ve muhabbet ocağı ailemiz özellikle çocuklarımız bizim için emanettir.

“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandan ibarettir.Katında büyük mükafat olan ise Allahtır.” Çocuklarımız bizim için nimet,emanet aynı zamanda imtihan vesilesidir.Vaktimizin çoğunu onlara harcamakla da emanetin büyüklüğünü hissetmekteyiz. İslamın  temel kavramları olan hak, adalet,merhamet,saygı,sevgi,… gibi değerlerle çocuklarımızın gelişimini tamamlamalıyız.

Anne ve babanın görevlerinden biri çocuğa kız-erkek ,büyük-küçük ayırımı yapmadan eşit muamelede bulunmalıdır. “Her kim kız çocukları sebebiyle sıkıntı çekerse ,o kızlar onun için cehennem ateşine siper olur.” Hz. Peygamber(S.A.V)bir hadisi şeriflerinde “Bir öpücükle bile olsa çocuklarınız arasında ayrımcılık yapmayın.” buyurarak anne baba çocuklara gösterilen sevgi,şefkat ve ilgide de adaletli olmaya çalışmalıdır. Adalet çocuklar arasında kırgınlık ve husumetin yaşanmasına engel olacaktır .Ebeveynin çocuklara karşı tutum ve davranışlarında ideal olan ve istenilen; hak,adalet ve eşit muameleden ayrılmamaktır.

            Çocukların doğruluk değerinin beslenmesi de adalet kavramı kadar önemlidir. Bunun için  ailelere de bazı öneriler: “Yalan söylemeyin, çocuğun yanında hiç söylemeyin.

Ona yalan söylettirmeyin.

Çocuğa katı,sert ve kaba davranmayın.

Başaramayacağı şeyler istemeyin.

Kardeşleri ile ve diğer çocuklarla kıyaslamayın.

Sevin,onaylayın,kucaklayın, onunla oynayın.

Çocuklar mayasını sizin davranışınızdan alır,bunu unutmayın.”

            Çocuklara ahlaki değerleri kazandırmada sevginin ve merhametin de rolü büyüktür.

            Çocuk sevgi ile filizlenir, şefkatle serpilir,merhamet ile büyür. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) kimi zaman çocukları sımsıkı kucaklamış ve öpmüş, kimi zaman da mis kokulu elleri ile okşamıştır. Çocuğun en az disiplin ve ciddiyet kadar şaka ve oyuna da ihtiyacı olduğunu bildiğinden, ağzına su alıp çocuklara püskürtmekten ya da atçılık oynayıp torunlarını sırtında gezdirmekten  geri durmamıştır. Çocuğuna şefkat gösterenleri hayırla anarken sevgisini çocuktan esirgeyenleri esef ile kınamış ve “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” buyurmuştur.

Kur’an’ı Kerim’de çocuk kelimesi yerine gözbebeği manasına gelen “kuratu ayn” tabiri anne babanın evladına karşı beslediği derin sevgi ve şefkati içerir.

            Kur’an’ı Kerim’de sevgi ile ilgili ayetlerde Hz. Lokman Hz. Nuh, Hz. Yakup, Hz. İbrahim’in oğullarına “yavrucuğum”, “oğulcuğum” anlamına gelen “büneyye” kelimesi ile hitap ettiklerini görmekteyiz. Sevgi ve şefkat görmeyen çocukların çoğu kısa zamanda canlılıklarını kaybederler. Ama sevgi ve şefkat içinde büyüyen çocuklar, sağlığı koruma ve gıda bakımından kısmen yoksun olsalar bile yine de kuvvetli ve sağlıklı olarak yetişirler.

            Adalet, doğruluk, sevgi ve merhamet çocuğumuzun kişilik yapısının ve ahlaki değerlerinin oluşmasında ve gelişmesinde en önemli unsurlardır.

Kaynak: Dib Yayınları                                                                                                           

Hazırlayan: Nurdan BOZYURT- Bilecik Müftülüğü –Kur’an Kursu Öğreticisi

ÇOCUĞUNUZUN HATA YAPMASINA İZİN VERİYOR MUSUNUZ?

Bir atasözü var: “Bir musibet bin nasihatten evladır!” Bazen öyle anlar gelir ki anlatırsınız anlatırsınız ama çocuğunuz ısrarla hata yapmakta kararlıdır. O zaman ebeveynler olarak geri çekilmemiz gerekiyor. Belki de atalarımızın dediği gibi, “Bir musibet bin nasihatten daha evladır!” kim bilir? İşin ironik kısmını bir tarafa bırakalım. Hepimiz insanız. Hata yapabiliriz. Kendimi yaptığım bir hatadan dolayı yıllarca suçlarken süpervizörüm Prof. Dr. Hakan Türkçapar, bana dedi ki: “Bu hatandan ne öğrendin Fazilet?” Sanki bu cümleyle tedavi oldum. Çünkü ben mükemmeliyetçi yapısı olan bir bireydim. Hata yapmak, benim kabul edemediğim bir şeydi. Her şeyi önceden planlamalı, öngörmeli ve en iyi şekilde yapmalıydım. Ama bazen hayat sizin planınızı bozabiliyor. Veya o gün iyi gününüzde olmuyorsunuz, hata yapabiliyorsunuz. İnsan olduğum gerçeğini kabul ederek hata yapma hakkım olduğunu bilmek ve ne öğrendiğimi görmek benim için çok ufuk açıcı oldu. Kim bilir belki de ufkumuzun, hayallerimizin ötesinde bir hayat bekliyor bizi. Çocuğumuz bir hata yaptığında, “Bundan ne öğrendin?” diye sorabiliriz. Bilgelik, yaptığımız hataları bir daha yapmama gayreti gösterebilmekte.

Beş yaşında bir çocuk oyun terapi odasında, “seçici konuşmamazlık” tanısı alıyor. Oyun terapisi odasına onu aldığımda mıknatıslı şekil kart oyununu önüne veriyorum. Karta bakarak karttaki şekli oluşturacak. Şekil bir kız çocuğu. Babası da yanımızda. Şekli oluşturmaya alttan başladı. Yani kız çocuğunun ayaklarından. Çocuk ve ergenleri takip ederken özellikle bir seans onları ebeveynleriyle birlikte alıyorum. Aralarındaki iletişime, konuşma tarzına ve mimiklerine çok dikkat ediyorum. Aileyi birlikte seansa almak; bir bakış, bir söz, bir cümle terapiyi inanılmaz şekilde güçlendirip kolaylaştırabiliyor. Gelelim beş yaşındaki, “seçici konuşmamazlık” tanısı alan danışanımıza. Babası hemen onu uyarıyor. “Hayır, çocuğu yapmaya ayaklarından değil, başından başlamalısın!” diyerek mıknatıslı şekildeki kız çocuğunun başını yukarıya yerleştiriyor. Çocuk konuşmuyor, ses çıkarmıyor, alttan kız çocuğunu yapmaya devam ediyor ve işini başarıyla tamamlıyor. Bense düşünüyorum: “Bu kadar zeki bir çocuğa şu an müdahale etmenin ne anlamı vardı ki! Gerekli miydi? Ha alttan başlamış, ha yukarıdan. Sonuçta çocuk görevi en iyi şekilde tamamladı.” İşte bunun gibi. Anneyi dinlediğimde, babanın sürekli çocuğu eleştirdiğini öğreniyorum. Benim için çok şaşırtıcı olmuyor. Ve neden çocuğun başka ortamlarda hiç konuşmadığını da anlamış bulunuyorum. Çocuklarımızın çocuk olduğunu kabul ederek, hata yapmalarına izin vererek, karşılarında sabrederek, onları hoş görerek ve eleştirmeyerek yanlarında yürümeliyiz.

Çocuğumuz bir proje değil. Danışanlarımdan Ayşe Hanım bir seansta anlatıyor: “Cumartesi günü size gelemeyiz Fazilet Hanım. Çünkü Enes, sabahleyin piyano kursuna gidecek. Oradan çıkıp basketbol kursuna yetişecek. Sonra evde özel öğretmenle dersi var. Bu arada üstün zekâlılar okulunda bir programa da katılmamız gerekiyor.” Çocuklarımızın bu şekilde yarış atı gibi koşturmaları, ebeveynlerin sanırım kendilerine başarılı oldukları hissini veriyor. New York Times/Bestseller olan Hata Yapmama İzin Ver kitabının yazarı Jessica Lahey, ebeveynlerin kendilerini mutlu olmalarına göre değil, başarılarına göre değerlendirdiklerini, dolayısıyla çocukları başarısız olduğunda kendilerini de başarısız gördüklerini söylüyor. Bu tespit, benim klinik gözlemlerimle de eş değerde. Çocuğumuz lise giriş sınavından çok yüksek aldığında veya çok iyi bir üniversiteye girmeyi başardığında biz de başarılı bir ebeveyn oluyoruz. Onlarla gurur duyuyoruz. Hiç unutmuyorum, yurt dışında bilinen bachelor’s degree (üniversite diploması) veren özel bir okula başvurmak isteyen bir danışanıma, “Yurt dışında okumak için gerekli işlemlerin neler olduğu konusunda arkadaşlarından yardım isteyebilirsin.” dediğimde, aldığım cevap çok ilginçti: “Asla yardım etmezler! Çünkü bu okullar sınırlı sayıda yabancı öğrenci alıyorlar. Ve ben onların rakibiyim!” Sınıf arkadaşına bile yardım etmeyecek derecede başarı odaklı nesiller yetiştirmek ve çocukların ailelerinin de bu bilgileri birbirlerinden saklamaları, sanırım bu tespitlerimizi doğruluyor. Çocuklarımız, günlerini sekiz saat ders çalışarak geçirebiliyorlar. Tek isteğimiz iyi bir üniversiteyi kazanmaları. Yani onlar proje çocuklar. Profesör bir beyefendi, üç yaşındaki üstün zekâlı çocuğunun robotik kursuna gitmesini istemiyor. Ya da buna benzer zihinsel aktiviteleri geliştirebilecek projelerde yer almasını istemiyor. Sebebini sorduğumda, “Zaten yeteneği varsa bunları yetişkinlikte de yapar. Ben şu an çocuğumun çocukluğunu doyasıya yaşamasını, robotik kursuna gitmektense sokakta, evde, arkadaşlarıyla ya da oyuncaklarıyla oyun oynayarak geçirmesini tercih ediyorum.” demişti. Sanırım ben de aynı düşüncedeyim. Peki, siz ne dersiniz? Amerika’da ilköğretim okullarında, “gifted students” olarak adlandırılan bir proje var. Eskiden bütün okullarda bu proje varmış ama artık her okul maliyetinin yüksek olması nedeniyle bu programı oluşturamıyor. O yüzden ekonomik sıkıntı çekmeyen ve başarı seviyesi çok yüksek okullarda devam ediyor. Nedir bu “gifted students” projesi? Kısaca, başarı seviyesi yüksek öğrenciler için oluşturulan özel bir müfredat. Bu projeye alınabilecek kadar zeki öğrenciler bu müfredatın içine dâhil ediliyorlar, diğer öğrencilerin aldığı derslerden farklı dersler alıyorlar ve öğretmenleri bu dersleri farklı bir öğretim tekniğiyle işliyorlar. Ne yapıyorlar mesela? Doğa gezisine çıkıp kuşları, böcekleri, toprağı, bitkileri, mevsimleri, coğrafyayı, yerinde inceleyerek, gözlemleyerek öğreniyorlar. Farklı şehirleri ziyaret edip tarihini görerek öğreniyorlar. Müzelere gidip tarih, sanat, kültür, bilim, arkeoloji derslerini orada işliyorlar. Deneyimleyerek öğrenme yaptıkları. Bu çocukların ebeveynleriyle tanışma imkânım oldu. Eğer çocukları bu projeye girmeye hak kazandıysa onları “üstün varlık” şeklinde tanıtıyorlardı herkese. “Gel bakalım benim üstün zekâlı oğlum, Fazilet Hanım’a bir selam ver!”, “Evet, Fazilet Hanım, benim üstün zekâlı kızım evde de bana çok yardımcı oluyor!”, “Sizin üstün zekâlı çocuğunuz var mı Fazilet Hanım?”, Bu ve benzeri cümlelerle sürekli çocuklarının etrafında geziniyorlar. Bir gün bir başka danışanım olan Asiye Hanım’ı çok üzgün gördüm. “Hayırdır!” dedim ama sağdan soldan kaş göz işaretleriyle susturuldum. Bir yakınını kaybettiği geçti aklımdan. Daha sonra öğrendim ki oğlunun dersleri okulda artık eskisi kadar iyi olmadığı için “gifted students’ projesinden çıkarılmış! “Türkiye’de de durum çok farklı değil aslında! Neye kıymet verdiğimizi iyi bilmeliyiz sanırım. Sağlık mı, okul projesi mi? Çocuğumuz mu, el âlem mi? Hayat bir şekilde geçiyor ve çocuklarımız öyle hızlı büyüyor ki anlamıyoruz bile. Onlarla hayatımızın tadını çıkarmaya bakalım. Eğlendiklerini, mutlu olduklarını görerek mutlu olalım. Hayat zaten zor, bir de ekstra yüklerle onların hayatını daha da zorlaştırmayalım.

Kaynak: Dib Yayınları                                                                                                            

 Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

FETVALAR BÖLÜMÜ

(MİRAS VE VASİYYET)

1-Baba hayatta iken oğlu veya kızı ölürse, ölenin çocuklarının dedelerinden kalacak mirastaki durumları nasıldır?

Halk arasında kullanılan “dede yetimi” terimi, İslam Miras Hukukuna göre; ölenin çocuklarıyla birlikte kendisinden önce ölmüş diğer çocuklarının oğlu veya kızını yani ölenin torununu ifade için kullanılır. İslam miras hukukunda “yakın olan akrabanın uzak akrabayı hacbetmesi (engellemesi)” kaidesine dayalı olarak ölenin çocukları varken torunları mirasçı olamazlar (Mevsılî, el-İhtiyâr, Beyrut 1999, V, 558-559; Cürcânî; Şerhu’s-sirâciyye, Beyrut 1990, 105-110).

Ancak bazı İslam hukukçuları babaları, dedeleri hayatta iken vefat etmiş çocukların mağdur edilmemesi gerektiği üzerinde durarak bu durumdaki toruna dedenin vasiyetini gerekli görmüşlerdir. Buna göre dede, vefat etmiş evladının mirastaki payı kadar miktarı veya tüm malın üçte birini geçmeyecek bir miktarı torunları için vasiyet etmelidir. Dâvûd-u Zâhirî, Mesrûk, Katâde, Tâvûs, ve Taberî’den nakledildiğine göre, mirasçı olmayan yakın akrabaya vasiyet vaciptir (İbn Kudâme, Muğnî, VI, 445).

Bazı son dönem âlimleri, miras ayetlerinden önce gelen ve fakihlerin büyük bir kısmı tarafından mensuh kabul edilen, “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.” (Bakara, 2/180) ayetinden yola çıkarak bu vasiyeti vacip bir vasiyet olarak kabul etmişlerdir. Bu âlimler, dedenin böyle bir vasiyet yapmadan ölmesi halinde, vasiyet etmiş gibi kabul edileceğini söylemişlerdir (Muhammed Ebû Zehra, Şerhu Kânûni’l-Vasiyye, Kahire, 198-200). Ayrıca Kur’an-ı Kerim varislere, miras dağıtılırken varis olmayan kimselere miras olarak kalan maldan bir şeyler vermelerini tavsiye etmesi de (Nisa, 4/8) bu yaklaşımı desteklemektedir.

2-Miras paylaşımında kız ve erkek çocukların payları arasında fark var mıdır?

Anne veya baba, hayatta iken malını erkek ve kız çocukları arasında eşit olarak paylaştırabilir. Miras olarak kalan malda, âyetin hükmü gereği erkek çocuklar iki, kız çocuklar bir hisse alırlar (Nisa, 4/11). Varisler kendi aralarında anlaşırlarsa miras kalan malı erkek ve kız ayrımı yapmadan eşit olarak paylaşabilirler (Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 832).

3-Bankada çalışan kimsenin kazancı helal midir? Ondan kalan mirası ne şekilde değerlendirmek gerekir?

İslâm dini kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helâl yollardan elde etmelerini önerir. Dinimizde haram kılınan şeylerin yapılması günah olduğu gibi, bunların yapılmasına yardımcı ve aracı olunması ve bunlara rıza gösterilmesi de günahtır (Mâide, 5/2). Faiz alıp vermek haram olduğu gibi, buna aracılık ve şahitlik yapmak, yapılan işlemin kâtipliğini yapmak da haramdır. Zira Rasûlüllah (s.a.s.), faiz yiyene ve yedirene, faizli muamelelerin şâhidlerine ve katibine lanet etmiştir (Müslim, Müsâkat, 106; Tirmizî, Buyû’, 2).

Bankalarda çalışan veya onlar için iş yapan kimseler faiz muamelesi yanında dinen meşru olan işleri de yaparlar. Onun için almış oldukları maaş/ücret belli bir emek karşılığı olduğu için tamamen gayrimeşru olarak nitelendirilemez. Bu nedenle bankada çalışarak mal elde etmiş kimsenin vefat etmesi halinde miras olarak bıraktığı mal, varisleri arasında İslam hukukuna göre paylaşılır.

4-Uyuşturucu ticareti ve faiz gibi haram kazançlarla alınan mallar kişinin ölümünden sonra mirasçılara helal olur mu?

Bir kimsenin geriye bıraktığı mirasın tamamı; gasp, hırsızlık gibi meşru olmayan yollarla elde edilen mallar ise, sahiplerinin bilinmesi halinde kendilerine, kendileri sağ değilse mirasçılarına, sahiplerinin bilinmemesi halinde ise fakirlere veya hayır kurumlarına verilmelidir. Çünkü İslama göre haram yolla elde edilen malın sahibine verilmesi mümkün değilse yoksullara verilmesi gerekir (Serahsî, el-Mebsût, XII, 206).

Uyuşturucu ticareti ve faiz gibi haram yollarla elde edilen para ve mallara gelince; mirasçıların fakir olmaları durumunda söz konusu mirastan yararlanmaları caiz ise de, fakir olmayan mirasçıların yararlanmaları caiz değildir. Bu tür para ve malların, fakirlere veya hayır kurumlarına verilmesi gerekir.

Bir kimsenin geriye bıraktığı miras; tümüyle haram kazanca dayanmayıp helal ile haram karışık vaziyette bulunur ve bunların birbirlerinden ayırt edilmeleri de mümkün olmazsa mirasçıların bu tür malları paylaşmaları caizdir.

Şu kadar var ki, maddi durumu elverişli olanların bu tür para ve malları almak yerine, fakirlere veya hayır kurumlarına vermeleri takvaya uygun bir davranış olur (Alauddin Âbidin, el-Hediyyetu’l-Alâiyye, İstanbul, 1984, 230).

5-Yeğenini evlat edinen ve resmiyette tek varis olarak onu bırakan kimsenin vefatından sonra kardeşleri dinen bu maldan hak alabilirler mi?

Dinimizde hukukî birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir. Kur’an-ı Kerim’e göre evlatlıklar öz çocuk gibi olmayıp (Ahzab, 33/4), evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir (Kurtubî, el-Câmî’ li Ahkâmi’l-Kur’an, XIV, 80). Dolayısıyla bu durumdaki bir kimse öldüğünde onun dinen gerçek mirasçıları kardeşleridir. Ancak taraflar birbirlerine hibe ve mal varlığının üçte birinden fazla olmamak şartıyla vasiyet yolu ile mal bırakabilirler (Buhârî, Vesâyâ 3).

Kaynak: Dib Yayınları                                                                                                            Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.