Bu sene 733.sü düzenlenen Ertuğrulgazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri, pek çok tartışmanın, çekişmenin ve yaklaşık iki bin yıllık bir devlet geleneğine sahip Türk Milletinin uhreviyatına yakışmayan siyasi kavgaların arasında bitti.
Gerek yerel medyada gerekse ülke düzeyinde şenliklerden geriye kalan kavga ve tartışmaları okuyup, izlediniz… Bu şenliklerin sembolik anlamı ve manevi iklimini gençlik yıllarımdan itibaren anlamaya çalışan bu milletin bir ferdi olarak tartışmalar ve kavgalar hakkinde bir şeyler yazmaya gönlüm elvermedi.
Bu kadar çirkinliğin, kavganın ve gürültünün arasında bana geleceğe dair ümit veren tek şey başbakan Davutoğlu’nun kürsüde yaptığı konuşmaydı. Ülkemizin geleceğe dair işaret fişeklerini ve ayak seslerini de içinde barındırdığına inandığım bu konuşmanın bu kavga ve tartışmalar arasında kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Bu sebeple Davutoğlu’nun konuşmasında verdiği mesajlara biraz yakından bakmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Konuşmasının başında Davutoğlu, şenliklerden bahsederken “Devletimizin tohumunun atıldığı bu mekanda…” diye başlayarak düşünce dünyasında Söğüt’ü ve müşahhas manada “Devlet”i nereye koyduğunu da göstermiş oldu… Bütün mütefekkir ve tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri bir husus olan pek çok devlet tecrübesine sahip Türk Milletinin gerçek manada cihanşümul kurduğu ilk devletin Osmanlı İmparatorluğu olduğu fikrini Davutoğlu da taşıyor olmalı… Gerek Ahmed-i Sani, gerekse Ahmed-i Evvel diyerek devletin temel mayasının hangi iklimden yayıldığını da açık bir dille ifade eden Davutoğlu, konuşmasının tamamında gösterdiği referanslar ve açıkça “destur almak” şeklinde ifade ettiği Eyüp Sultan, Ertuğrulgazi, Mevlâna gibi manevi iklim önderlerinden bahsederken bir “Devletlü” olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yönünü de tayin etmiş oluyor…
Türk Milleti’nin karakterinden bahsederken “Ertuğrul Gazi’nin attığı tohum herkese göstermiştir ki bizim milletimiz ancak özne olarak var olabilir nesne olamaz köle olamaz hiçbir lider karşısında baş eğemez” diyen Davutoğlu, aslında üstad Necip Fazıl’ın deyişiyle Türk Milletinin “Ya ol, ya öl!..” mertebesinde bulunduğunu ve olamayacaksa ölmeye mahkum olduğunu ama olursa da tam olacağını ifade etmiş oluyor. Konuşmasının büyük bir bölümünde Üstadın özellikle İdeolocya Örgüsü isimli kitabından süzülen bir fikir atmosferine sahip olduğu anlaşılan Davutoğlu’nun konuşmasındaki şenliklerin başladığı 1281 yılından itibaren 100 yıllık devrelerle Osmanlının gelişimini kaydettiği bölüm bu anlamda Üstad’ın “Fasledici Tarih Çizgisi” ile birebir örtüşüyor… Anlaşılan o ki Davutoğlu tarafından bu tarih çizgisi 21 yüzyıl içerisinde olduğumuz ve Cumhuriyetin 100. Yılını kutlayacağımız şu günlerde üzerinde tefekkür edilen ve çilesi çekilen bir mesele olmuş…
Konuşmasında Söğüt’te toplanmanın basit bir hasat şenliği olmadığını ve bunun Oğuz Boyları arasında bir ahitleşme olduğunu söyleyen Davutoğlu’nun kısa başbakanlık döneminde bu ahitleşmeye özellikle önem atfettiğini söylemeliyiz. Akparti genel başkanı ve dolaylı olarak da Başbakan seçildiği Akpartinin Olağanüstü Kongresinde de bu kongrenin bir veda kongresi
olmadığını ve bir ahitleşme kongresi olduğunu söyleyen Davutoğlu, kongrede müstakbel Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Üstad Necip Fazıl’ın “Utansın” isimli şiirinin hat sanatıyla yazılı olduğu bir levhayı hediye etmişti. “Tohum saç, bitmezse toprak utansın…” diye başlayan bu şiir, Üstad’ın ömrü boyunca mücadelesini verdiği tüm değerleri ve kavgasını gelecek kuşaklara emanet ettiği büyük bir mesaja sahiptir. İşte Davutoğlu’nun düşünce dünyasındaki ahitleşme bizce budur…
Davutoğlu konuşmasında “Ertuğrul Gazi, Orta Asya’dan yola çıktığında kendisine rahmani bir ufuk çizilmişti o ufku çizen Hoca Ahmet Yesevinin getirdiği kültürdü. Sadece Ertuğrul Gazi, Dursun Fakih, Şeyh Edebali değil pek çok alim bu çizgide yürüdüler ve onların çocukları da halen yürümeye devam ediyorlar. Ertuğrul Gazi’nin huzurunda söz veriyoruz onun başlattığı yürüyüş ebediyete kadar devam edecek…” derken aslında ülkemize de bir rota çizmiş oluyor… Bu rotanın ışığı da yine Davutoğlu’nun konuşmasında ortaya çıkıyor: “Ahmed-i Sani ismi Hoca Ahmet Yeseviden geliyor, bütün Türkmen boyları bu gaye ile çocuklarına bu ismi verdi. Ahmed-i Evvel Allahın Resûlü’dür… Bizler hem Ahmed-i evvelin hem Ahmed-i Saninin takipçileriyiz….”
Davutoğlu’nun konuşmasındaki “Türkiye Cumhuriyeti Devleti 20. Yüzyılın konjonktürel şartlarında çıkmış olan nevzuhur bir devlet değildir. Burada, 733 yıl sonra, bir devletin tohumunun atılmasını kutlamışsak ve o devletin tohumunu atan Ertuğrul Gazi’ye bu emanet Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından verilmişse, biz biliriz ki, 1071 den bu yana Anadolu Toprakları Selçuklu Osmanlı ve Türkiye cumhuriyeti çizgisinde hür ve bağımsız bir milletin aziz yurdu olmuştur.” Tespitleri esasında iç politikadan çok dış politikaya verilen birer mesaj içeriyor… IŞİD gibi bir terör yapılanması ile Orta Doğu’ya yeniden şekil vermeye çalışanlar, bu gayretlerinde Türkiye’ye de bir rol verme çabasındalar… Bu tür taktiklerin ancak konjonktürel şartlar altında ortaya çıkmış kukla devletlerde işe yarayacağını ve sağlam bir devlet kültürüne ve hatta imparatorluk bilincine sahip bir milletin ise bu oyunlara gelmeyeceği bu kadar kibar başka nasıl anlatılabilir…
Davutoğlu’nun yine Konya (Mevlâna), İstanbul (Eyüp Sultan) ve Söğüt’ün (Ertuğrul Gazi’nin) Ankara ile kardeş olduğunu ilan etmesi Türkiye’nin nihayet geçmişine yaslandığını ve büyük devlet geleneğini ve bu geleneğin ortaya çıkmasında rol oynayan manevi iklimi sahiplendiği anlamına geliyor. Nitekim bütün katılanlar tarafından hararetle alkışlanan “Şimdi de Söğüt’teyiz Ahmed-i Sani’nin manevi huzurunda ve Ertuğrul Gazi’nin Mübarek huzurunda ondan destur almaya geldim…” sözü de bunun en büyük delilidir…
Davutoğlu; konuşmasının sonundaki “2023 yılında, cumhuriyetimizin 100’üncü yaşında, aynen bu şenliklerin 100’üncü yılında bir oba devlete dönüştüğü gibi, cumhuriyetin 100’ncü yılında yine burada Söğüt’te toplanacağız ve bir cihan devletinin kuruluşuna şahitlik edeceğiz.” sözleri ile Söğütlülerle ve Söğüt’ün temsil ettiği mana ile ahitleşmiş oldu…
Konuşmasının tamamı şenliklere katılanlar tarafından alkışlarla ve büyük bir dikkatle dinlendi. Konuşmasından sonra bulunduğum pek çok farklı kesimdeki insanlarda bu konuşmanın tesirini görme imkanına kavuştum…
Bu bakımdan siyasi kavgaların, çekişmelerin ve tartışmaların arasında adeta çölde bir vaha gibi kalan bu konuşmanın kaybolup gitmesine gönlüm razı olmadı…