Dedem Korkut, imdat eyle!..
Fikirdeki zaafımızdan mı; hamleci ve hareketli mizacımıza uygun asker millet oluşumuzdan mı, her nedense vurdulu kırdılı kelimelerle meramımızı alelacele anlatmayı tercih ediyoruz. Çocuğumuzun zeki olduğunu mu söylemek istiyoruz… Kafası “zehir gibi” deriz… Güzelimiz “bomba gibi”dir. Hatırlarsınız bir yazar bir generali “kodu mu oturtur” diye övmüştü. Konuşmacıyı takdir edeceksek “makineli gibi” konuştuğunu söyleriz. Cevaplarımız “kurşun gibi”dir… Yumruğunu masaya vuracak lider hasreti çekeriz. Ve Başbakan'ın beklenen projesi, “çılgın” olarak vasıflandırıldı…
“Çılgın proje!”… Devlet Bahçeli'nin dediği gibi: “akıllı proje dururken çılgınlaşmanın ne mânâsı var”? Daha da doğrusu, proje değil, insan akıllı veya çılgın olur. Aslında ifade edilmek istenen projenin büyüklüğü ise büyük proje, dev proje, en büyük İstanbul projesi, İstanbul'a lâyık proje gibi isimler gerekmez mi? Bunun yerine “Çılgın proje” demek, böyle ifadeleri sevmekten olsa gerek…
Projeye “Kanal İstanbul” adı verilmiş... Batı dillerinin tesiriyle son zamanlarda bu neviden yanlış tamlamalar yerleşmeye başladı… “Kafe bilmem ne”… “Diskotek şu”… “Restoran bu”… “Kuaför Burcu”… Böyle bir hata ile kelimeden de öte, Başka bir dilin kaidesine tâbi oluyoruz, haberimiz yok… Halbuki bu, kelime almaktan daha zararlı… Kelime zaman içinde dilimizin kaidelerine ve zevkine tâbi olur. Ama kaide, hani mideme taş gibi oturdu derler ya, aynen öyle olur.
Türkçe tamlamalarda sıfat, isimden önce gelir… İnce mizah, büyük kapı, güzel manzara… Türk; varlıkların şeklini, rengini, vasfını, niceliğini önce söyler… İsim tamlamalarında da aynı… Demir kapı, altın zincir, gümüş yüzük, Fatih Semti… Bu sebeple “Kanal İstanbul” değil, “İstanbul Kanal(ı)” demek gerekir… “Market Ucuzluk” değil, “Ucuzluk Market(i)”... “Parti Halk”, “Parti Ak” olamayacağı gibi… “Köprü Boğaz” değil, “Boğaz Köprü(sü)”… “Baraj Atatürk” değil, “Atatürk Baraj(ı)”… Ve “Çılgın Proje” bu yönden doğru… Anadili Türkçe olan herkes doğru ile yanlışı, vurgu ve ses ahengindeki farktan anlar. Dikkat etmişsinizdir, dilimizi öğrenen yabancılar en çok tamlamaların eklerini idrak edemezler. Yol(un) karşı(sı-n-a) geçeceğim yerine, yol karşı geçeceğim derler.
Tek parti döneminde Anadolu'da eskiden yaşamış milletlerin Türk olduğu düşüncesinin mahsulü isimlendirmeleri hatırlayalım… Sümer Bank, Eti Bank… Bunların doğrusu Sümer Banka(sı), Eti Banka(sı)dır… Hatayı dil zevkimiz, zaman içinde tamlama kelimelerini birleştirip, tek kelime haline getirerek düzeltti… Sümerbank, Etibank… Bu kelimelerdeki vurgu ve ses ahengi de tek kelimelik isimlerin vurgu ve ses ahengine uydu. Azıcık bir dikkat, “Kanal İstanbul”un, “İstanbul Kanalı” vurgu ve ahengiyle, yani Türkçe'nin tamlamaya has vurgu ve ahengiyle söylenemediğini, “Kanalistanbul” diye tek kelime vurgu ve ahengiyle söylendiğini fark eder. Dil zevki yanlışı, en azından, hisseder.
Ne var yani, ismi ne olursa olsun, sen projeye bak, diye isim vermek hafife alınamaz.
Kur'ân'ı Kerîm'de “En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin…” buyuruluyor (A'raf/180)… Çocuğa karşı ilk vazife, güzel isim koymak… Hem de kulaklarına ezan ve kamet okunarak... İsim vermekle bir tanım yapıyorsunuz. Bunu doğru yapmak gerekmez mi? Allah, ilk insan ve ilk Peygamber (as) atamıza, “eşya”nın isimlerini bilme ilmini verdi. Allah insanı, eşyayı bilme, tanıyabilme, onu tahlil ve tetkik edebilme, sınıflandırabilme, özünü kavrama, mahiyetini tanıma kabiliyetinde yaratmıştır. İnsan, “eşya” karşısında bakıp kalmaz, ona bir isim verir. İsim verme, aynı zamanda onu tanıma, onun ne işe yaradığını bilip anlama ve onunla ünsiyet ve sevgi bağı meydana getirme demektir.
Yarım yüzyıla yakın zamandır terör, doğru isim veremediğimiz için başımızın belâsı... Doğru isim veremeyen, derin düşünememiş ve doğru teşhis koyamamıştır. Önce doğru teşhisle hastalığın ismi konacak… Tedavi ondan sonra… Bu sebeple yarım yüzyıla yakın süredir evlâtlarımız şehit oluyor, kandırılanlar boşuna ölüyor. Hz. Ali'nin (ra) buyurduğu gibi, “Eğri eşyanın gölgesi de eğri”… Bir yazımda yanlış tanımdan yanlış sonuç çıkacağına birçok partinin amblemi Kırat'ı örnek vermiştim: “Demokratın 'Demir Kırat' şeklinde söylenmesi, birkaç partinin amblemi 'kıratı' ortaya çıkardı. Köroğlu'nun Kırat'ı ile özdeşleştirilmek istendi... Seçim propagandasına kır at ile çıkıldı. Eğer bu halk dehası buluş gerçekleşseydi, yani demokrattan galat kırat, Köroğlu'nun ölümsüz Kırat'ı ile özdeşleşseydi, muhtaç olunan 'esas' bulunmuş olurdu; Köroğlu'nun bağlı olduğu ve Köroğlu'nu ortaya çıkaran ruh köküne uygun bir demokrasi bizi şaha kaldırırdı. Köroğlu'nun Kırat'ı ile özdeşleşmediği için de beygir oldu.”
İsim vermek o kadar mühim ki, Dede Korkut Destanları'nda Kâinatın Efendisi (sav), “adı güzel, kendi güzel” diye övülür. Yiğitlere adını törenle bilge Dede Korkut verir ve “adını ben verdim, yaşını Allah versin” diye dua eder.
Merdivenden yuvarlanan eşya sesine benzeyen, dilimizin zevkine ve kaidesine aykırı “Kanalistanbul”; fethi müjdelenen, resimlerini bile göreninin âşık olduğu dünya başkentine yakışmıyor… Güzelim projenin doğru anlaşılmasını, yanlış isimlendirmeyle engellemeyelim. Maksat iki denizin birleştirilmesi mi? Öyleyse ona göre isim bulalım… Yukarda ifade ettiğimiz gibi Kanal projesi, İkinci boğaz projesi… İstanbul Kanalı… Denizleri birleştirme… İki denizi birleştirme… İki denize yeni bağlantı… İki denize ikinci bağlantı… Müjdeli şehre ikinci firuze… İstanbul'a ikinci gerdanlık… Dünya başkentine mavi gerdanlık… Boğaz'a kardeş… Ve benzeri…
16. yüzyıl şairi Kâmî, bülbülün boşuna inlediğini, sesini güle duyuramayacağını, inleme sayfalarını kimsenin okumayacağını söyler:
“Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler;
Varak-ı mihr-ü vefâyı kim okur kim dinler!”
Siz de, “kim okur, kim dinler” mi dediniz?..