Bir zamanlar Talip vardı. Namazında niyazında, fukara Talip. Hayattan mustaripti. Sıkıntılarının biri biterken diğeri başlıyor Talip hiç boş durmuyordu. Her namazın sonunda istisnasız “Yarabbi şu sıkıntılarımı gider bana rahat, mutlu, huzurlu günler ver “ diye dua ediyordu. Her gittiği yerde gördüğü arkadaş eş dosta sıkıntılarından bahsederdi. Sanki sadece sıkıntı çeken bir kendisiymiş gibi. Hiçbir zaman yüzünü güleç gözlerini parıl parıl göremediler, hep dalgın hesap kitap yaparken rastlarlardı Talip’e. Hani derler ya “derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur” diye anlayacağınız Talip’in de o küçücük dünyasında koskoca dünya kadar derdi vardı.
Geçmişi pişmanlıkla anar geleceği ise korkulu gözler ile beklerdi. Bu yüzdendir ki “şimdileri” bu hazin düşüncelere feda ederdi. O küçücük aklında daima bir hesap kitap sanki o düşünmezse işler hiç yolunda gitmeyecek gibi bir anlayışı vardı.
O kadar namaz, oruç, ibadet tevekkülü öğretemedi Talip’e. Eşe dosta “şu olmadı, şu olsaydı, keşke yapmasaydım, sıkıntım çok” gibi ifadeler kullanıyordu. Ne kadar çok kazansa şikayeti azalmaz aksine bir o kadar daha artardı ”Neden daha da çok olmadı” diye. Aslına bakarsanız Talip nankörlük ediyor gizliden gizliye de şirk koşuyordu Rabbine.
Namazları da çok sıkıntılıydı Talip’in. Tekbiri getirirken namazın başında, elinin tersiyle itemiyordu dünyayı bir kenara, namaz da ekmek derdi, kira derdi, çocukların masrafı, taksitler ve bunun gibi binlercesi aklını meşgul ederdi. Her bir sorunu ayrı ayrı hesap eder işin içinden çıkamadığı vakitte açıp ellerini Yaratan’a dua ederdi sanki bir bankadan kredi talep eder gibi.
Yine günlerden bir gün Talip camiinin çay ocağında çayını yudumlarken mahalleden dostu Tarık çıkageldi. Talip Tarık’a yönelerek
-Ooo Tarık hoş geldin. Gel bir çay ısmarlayayım sana
Dedi. Oturdular karşılıklı çaylarını yudumlarken Tarık şöyle bir iç çekerek sordu Talip’e
-Eeee Talip ne var ne yok hayat nasıl gidiyor
Diye. Talip’te her zamanki sıkıntılı hali ile yine bir iç çekerek
- Ne varrrr ne de yokkk
Dedi ve bütün sıkıntılarını anlatmaya başladı. Aradan yarım saat geçmişti. Talip bir anlatmış pir anlatmış sıkıntılarını, sanki ona hiç nimet verilmemiş gibi ve daima alınmış gibi ondan. Adeta yaratanı yaratılmışa haşa şikâyet etmiş bilmeden gaflet uykusunda.
İkindi ezanı okunuyordu, bardaklarından son yudumlarını aldılar ve namaza geçtiler. Namaz bitti, dua faslına gelindi. Talip yine yakınmaya, dünyayı istemeye başlamıştı…
Derler ki o namazdan sonra Talip’e dünyalık hiçbir sıkıntı rastlamamış. Mal mülk servet içinde bir hayat sürmüş.
Amma yine derler ki Talip’e o duadan sonra “ İstediği verilsin” diye göklerden bir karar gelmiş. Talip Dünyayı talep etmiş, dünya da Talip’e verilmişti. Fakat bunun karşılığında kalbindeki nur alınmış, derler…
Bu olay yaşanmış veya yaşanmakta olan bir hikâyedir. Hayat çözülmesi gereken bir problem değil katlanılması gereken bir süreçtir Müslüman için ise tevekkül edilmesi gereken bir durumdur.
Dikkat edelim, hayattan bu kadar yakınmaya kendimizi alıştırmayalım. Bir damla su için okyanusları feda etmeyelim. Selam ve dua ile.