Kim ne derse desin, “din” her yerde, her alanda, her gönülde vardır ve de belirleyici, yönlendirici unsurlarıyla mevcuttur. Dini, hayattan, nefesten, vicdandan çıkarmak, silmek kesinlikle mümkün değildir. Eğer bu iş kolay olsaydı, bu gün yeryüzünde dinden eser kalmazdı. İnsanlarını dinden uzaklaştırmak için azmanların yaktıkları fırınlar söndü, yaptıkları utanç duvarları yıkıldı, uğruna kan akıttıkları sistemleri çöktü, felsefeleri, doğmaları iflas etti ama dini duygular, düşünceler ölmedi, bitmedi ve bitirilemedi... İslam, dünyanın imarında, hakların, nimetlerin ve imkânların paylaşılmasında, en muazzez varlık olan insana verdiği değer ve kıymetin evrenselliği sebebiyle din, dil, kültür, coğrafya ve milliyet ayırımına kesinlikle müsaade etmez. Hak, hakkın tayin, tespit ve tevziinde “dini ve inancı” referans almaz. Bu keyfiyet, İslam tarihinde söylemlerde kalmayıp eylemlerde asırlarca taçlanmıştır. Lâkin bu gün insan haklarını savunanlar, yardım melekleri kesilenler, demokrasi ve hürriyet havarîsi geçinenler öyle değil, öyle düşünmüyor ve öyle yapmıyorlar. Avrupa’lı yüzlerce papaz, yönetici, politikacı, diplomat, ilim adamlarının kahir ekseriyetinin müşterek sözlerinden işte biri. İngiliz eski Başbakanlarından Macmillan, Avrupa Ortak Pazarını, bu gün ki adıyla Avrupa Birliği’ni savunurken, “... adına ne derseniz deyiniz, ortağı bulunduğumuz bu birlik, sâdece ekonomik değil, içten bağlı olduğumuz mânevi değerlerimiz üzerine oturtulmuş siyâsî nitelikte bir Hıristiyan birliğidir” diyor. Değiştiğini kesinlikle zannetmediğim bu dosdoğru söze kim ne der, ne diyebilir...
Siyasetin yetiştirdiği büyük devlet adamı, simge ve bilge şahsiyet, Avusturya Başvekili Prens Metternih’in, Türklere olan dostluğu sebebiyle, milletimize söylediği şu altın değerindeki sözleri gerçekten çerçevelettirecek kadar çok muhteşemdir : “Milletiniz dine istinat etmelidir. Sizin, vücudunuz ve kuvvetiniz dindir. Teknik ve Teknolojiye seyirci kalmayınız. Fakat usullerinizi değiştirmeyiniz. Size muvafık olmayan usulleri almayınız. Sizinkilere uygun olmayan garp esâsâtının (batı esaslarının) temelleri Hıristiyanlıktır. Türk kalınız ve Kur’ana itaat ediniz.” Bir yabancı Başbakanın bu tespiti, şairlerin sultanı Akif’in diliyle şöyle anlatılır: Eğer çiğnenmemek isterlerse seylâbı eyyama / Rücû etsinler artık Müslümanlar sadrı İslam’a. Yani, Müslümanlar zamanın azgın ve de taşkın sellerine kapılıp yok olmak istemiyorlarsa, İslam’ın özüne ve ruhuna dönsünler... Evet, insanoğlu fıtrattan gelen bir özellik ve güzellik sebebiyle dine muhtaç, hem de çok muhtaç. Çünkü dinin verdiği gücü, kuvveti, teslimiyeti, kanaati, sabrı, tahammülü, huzuru, sükûnu, toleransı, sevgiyi, barışı, yardımlaşmayı, paylaşmayı, birliği ve dirliği hiçbir şey vermiyor, veremiyor... Bu günün süper güçleri, dinin bu sihirli ve ayrıca da ucuz gücünden azamî derecede istifade etmek için her yolu denemekte, âhiret bir tarafa, yaşadıkları zamanın ve geleceklerinin emniyeti, selameti, nesillerini kahreden zararlı cereyanlardan, süründüren uyuşturucu belasından korumak için, makro ve mikro plan ve projelerini uygulamaya koymaktadırlar. Artık, sıradan her akıl, iz’an, vicdan ve idrak haykırıyor ki: “Ruhsuz beden, cevhersiz madde, dinsiz cemiyet, Allahsız kâinat olmaz / olamaz.”