İslam çok sâde, inanışı ve hükümleri çok kolay bir dindir. Yaratanla yaratılan arasında aracı ve tefeci yoktur. Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Sevap da, günah da kişinin kendi kazancıdır. Sorumluluk, tâkât nispetindedir. Meşrû mâzerete ruhsat mevcuttur. Din, şekil ve merâsimi tasvip etmez ve fakat fiilî ubûdiyetin ihya ve icrası için peygamberden tevârüsen akıp gelen ritüelleri veya onlara muvafık, mutabık, mukârin, mümâsil ve müşâbih olanları da reddetmez. Kimsenin kimseye rüçhaniyeti yoktur. “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” Doğuşta herkes temizdir. Kimse kimsenin günahını bağışlayamaz. Cennet ve cehennem hiçbir kimsenin tekelinde ve tasarrufunda değildir. İslâm o kadar öz ve özettir ki, onu tastamam bir binaya benzetecek olursak, “itikat;” İslam binasının temelini, “ameller;” duvarlarını, “ahlâk;” çatısını oluşturmaktadır. Temelleri olmayan bir binanın duvarları, duvarları olmayan bir binanın çatısı olmaz. İslâm binasının mimarı Hak ile bu binanın sâkinleri halk, her zaman yüz yüzedir. Öyle ki, halk, Hak’kın gözüken yüzü, Hak’da halkın gözükmeyen yüzüdür. Halkı ihmal edenin Hak’ka, Hak’kı görmezlikten gelenin halka hiçbir hayrı ve faydası olmaz.
Bu sebeple, Hak’kı ve halkı anlatan din ile İslâm binasının çatısı olan ve dinden beslenen ahlâk ayrı ayrı şeyler değildir. Bu iki mefhum birbirlerinin mütemmimi olup, kaynakları “Kur’an” ve “Sünnet”tir. Dinin “adam öldürmeyin, hırsızlık, haksızlık, vefasızlık, hainlik, cimrilik yapmayın, kargaşa, fitne, fesat çıkarmayın, yalan söylemeyin, zina, gıybet etmeyin, haram yemeyin, içki içmeyin, kumar oynamayın, müsrif olmayın” gibi yasaklarını ahlâk da kabul etmez. Yine dinin “doğru olun, âdil davranın, iyiliği emredin, kötülükten sakındırın, içinizi, dışınızı maddî ve mânevî kirlerden arındırın, Allah’a ve ebeveyninize itaat edin” şeklindeki pek çok tavsiyesi, ahlâkın da emirleri cümlesindendir. Mü’min olmanın temel şartı, ahlâklı olmaktır. Bu gün insanlığın her geçen günden daha fazla muhtaç olduğu “sevgi”, ahlâk tarafından beslenen en yüce meziyettir. İslâm’ın muazzez Peygamberinin: “ Îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız” sözlerindeki “îman ile sevgiyi” kim, nasıl ayıracaktır? Cennete girmek için îman etmekten, îman etmek için de sevmekten başka çâre var mıdır? İnsanlık bunu anlasaydı, bu iki kelimeye dost olsaydı, bu gün ki dünyayı cehenneme çeviren mütegallibe güçlerin sözüm onlara, demokrasi ve hürriyet tellallığı adına, mâsum halkların hamurunu kanla, göz yaşıyla, yoğurmalarına mahkum edilir miydi?
Müslüman olmanın temel şartı, ahlâklı olmaktır. Müslüman’ı ve Müslümanlığı en güzel bir biçimde tarif ve tavsif eden Peygamberimiz: “Müslüman; herkesin elinden, dilinden, nefsinden emin ve emniyette olduğu kimsedir” buyurmuşlardır. Gönüller sultanı, pîrler sertâcı, eğrilik bir tarafa, eğri odunların bile amansız düşmanı, eşsiz erenlerden ve sofilerinden bakınızYunus neler demiş ve ne de güzel demiş: Eline geleni yersin / Diline geleni dersin / Böyle dervişlik dursun / Sen derviş olamazsın / Sen hakkı bulamazsın / Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek / Derviş gönülsüz gerek / Sen derviş olamazsın / Sen hakkı bulamazsın / Muradıma, maksûduma ermezsem / Hayıf bana, yazık bana, vah bana / Kadir Mevlâm cemâlini görmezsem / Hayıf bana, yazık bana, vah bana / Âsi kulum defterine bak derse / Yüzün karaları gör ne çok derse/ Yerin göğün arasından çık derse / Hayıf bana, yazık bana, vah bana.