Dua ve Rol

Mehmet Fatih KUMOVA-Geniş Kapı

Geçen haftaki yazımızda umudun umutsuzluk tarafına evrilmesi üzerine bir parça kafa yorduk. Etrafında dolanıp anlamaya çalıştık. Şimdi tekrar ümidin kanatlanması adına Kur’an’ın tuttuğu yüksek zirvelerden duyduğumuz ahiret müjdeleri, cennet tasvirleri, Rabbani adalet tecellilerinin hayatımızı nasıl da anlamlı kıldığını düşünüyorum. Zira ümidin bütün boyutları ancak vahyin ilahi bakışıyla görüneceğine inanıyorum. O yüzden inançlı insan tarifi ancak ümit üzerinden yapılır. Onun ümitli sözleri, parıltılı bakışları, olaylara gülümseyen çehresi, düştüğü yerden kalkma becerisi, sözlerinin diriltici etkisi, yıkılmama iradesi, ölümün yüzüne gülmesi gibi … İşte boyut boyut, katman katman yansımalarıyla ümit.

Duanın ümitle bağlantısı var mıdır, sorusu üzerinden devam edelim. Madem inancın ümitle şiddetli bağını yukarıda gördük. O zaman ümidi olmayan dua eder mi? Ya da dua ettiği halde ümidi olmayabilir mi? Dua doğası icabı ümidin doğal bir sonucudur. Dua eden insan duada umduklarını verecek bir zat olduğunu bilir, umduğu şeyleri istemek üzerine bir hal sergiler. Umduklarını verecek zatın gücünden, ilminden istediklerini karşılayabileceğinden yana umut taşır. Görülüyor ki dua ve umut nasıl da iç içe geçmiş gerçekliklerdir. Fakat nasıl oluyor da günlük hayatın içinde çok da umutlu cümleler kurmayan bazılarını dua ederken görüyoruz. Bunlar gençlikten umudunu kesmişler, yeni neslin bozulduğu nakaratını dillerine pelesenk etmişler.Bu dünya nereye gidiyor böyle diye gönüllü felaket tellallığına soyunmuşlardır. Acaba bu şartta umuttan yoksun kehanetleri cömertçe sıralayanlar duaya durduklarında Allah’tan ne isteyecekler? Bu umutsuzlar güruhu duada hangi eylemi sergilemiş oluyorlar? Duada bu olumsuz şeylerin düzelmesini istediklerinde ne kadar samimi olabilirler?

Maalesef samimiyet, içtenlik kaybı o duayı gerçekten inandığınla duada istediğin şeyin arasında bir boşlukta bırakır. Böylece duada bolca talepte bulunsalar da istenilen düzelme bir türlü gerçekleşmez. Neden? Zira, istenilenle gerçekte inanç çok farklı. Allah(cc) onların duada istediğini değil gönüllerinde ümitsizlikle mühürledikleri, olmayacağına dair inancı kabul ediyor. Ağızlarından dökülenden daha şiddetli olarak istedikleri ümitsizlikle kalplerinden geçirdikleridir. Şimdi, görülüyor ki bize göre en samimi ve manevi bir eylemde bile dikkatimizi hiç çekmeyen bir çelişki ve gariplik var. Bu da dil ile kalbimiz, gönlümüz arasında bir uçuruma işaret ediyor bence. O zaman “Stiller” adlı romanda “kendini sözcüklerle ifade eden” ben “bir roldür” diyen Max Frisch birden bizi sarsıyor. Gerçek olmayı becerememiş ki duada bile rol yapan nifaka eğilimli ara bir varlık mıyız yoksa.
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Sakarya Gazetesi Haberleri