-Geçen haftaki konumuzda herbir insanın Ferd olması ve bundan dolayı daha dünyaya adım atar atmaz beraberinde getirmiş olduğu bu farklılığı ortaya koymasından bahsettik. Bu haftaki konumuzda ise insanın eşref-i mahlukat(yaratılmışların en şereflisi) makamından bunun tam zıddı olan"Bel hüm Edal"(hayvanlardan daha aşağı) tabakasına düşmesi üzerinde biraz düşünelim istiyorum. Evet bilindiği üzere Allah insanı yaratılanların en güzeli olarak yaratmıştır.Makamların en güzelini hediye etmiştir. Ferd olarak doğmuş hür irade verilmiş ve hikmet gereği, iyiye ya da kötüye meyli bakımından kabiliyetlerine sınırlandırılma getirilmemiştir. Çünkü bu dünya bir imtihandır ve bizler bize verilen kabiliyetlerle "Âlây-ı illiyyûn" makamına da terakki edebiliriz ya da esfel-i safilin olan(yaratılmışların en sefili) tabakasına da düşebiliriz. Cenab-ı hak mülk suresi ikinci ayette "O ki hanginiz amelce daha güzeldir" diye sizi imtihan etmek için "ölümü ve hayatı yarattı" buyuruyor. Yani hayat bir imtihan ve Allah bizleri hangimiz amelce daha güzel işler yapacağız diye dünyaya göndermiş. Dolayısıyla aslında yaşadığımız ya da başımıza gelen her şey bu hikmet gereği gerçekleşiyor. Evet, hastalık imtihandır; devası sabır ve dua dan geçer. Fakirlik imtihandır, bunun gereği hamd ve şükürdür. Mal mülk imtihandır ama zekat ve infâk ile 'mal'dan murad edilen maksad yerine getirilmiş olur. Evlat imtihandır, ama güzel bir terbiye ile sadaka-i cariye (kapanmayan amel defteri) olur.
- Buraya kadar verdiğimiz örnekler insanın eşref-i mahlukat makamına çıkmasının birer adımıdır. Bununla birlikte insana verilen hür irade gereği bütün bu verilenlerin kendine aid olduğunu, mesela zengin olduğu için böyle lüks içinde yaşadığını, güzel olduğu için beğenildiğini, kendi hakettiği için bulunduğu bu noktaya geldiğini zanneder. Bu çok kesif bir yanılgıdır halbuki. Yaradanın varlığından ve yaradılan olma gerçekliğinden kopmaktır. Allah imtihan gereği kimine fazla kimine az verir. Burada fazla verdiğinin kendi kıymeti harbiyesinden ya da az verdiği kulun önemsenmediği için fakir olduğu anlamına gelmez. Ya da o fakir kulun bir müddet sonra zengin olmayacağı zengin kişinin ise fakir olmayacağı anlamına da gelmez. Basitçe ifade etmek gerekirse bu sadece bir imtihandır, dolayısıyla insan kendisine verilen değerli şeyleri Firavun ve Nemrut gibi, hakettiği için kendisine verildiği iddiasında bulunursa bu davranışıyla Allah'ın mülkünde Allah'a meydan okumuş olur. Halbuki bizim vazifemiz Allah'ın mülkünde hak iddia etmek ve Allah'ın varlığından habersiz yaşamak değildir. Kul olabilmek, nefsimizle mücadele etmek, kötü yönlerimizi görüp düzeltmeye çabalamaktır. İyiliğe olan şevkimizi, motivasyonumuzu arttırmaktır. Dünyada imtihanda olduğumuzu unutmadan yaşamaktır, başımıza gelen kötü şeylere sabretmek, ama ferah içinde yaşarken de haddimizi bilmektir. Ancak bu şekilde insan olmanın, yaradılan olmanın, gereğini yerine getirmiş olabiliriz diye düşünüyorum. Sözlerimi bitirirken, Bütün herkesin, yaşadığımız bu hayatı Allahın razı olacağı şekilde yaşayıp, son nefesimiz geldiğinde ise vazifemizi hakkıyla yapmış olmanın verdiği bir hafiflikle ruhumuzu teslim etmeyi, geride güzel bir koku ve hoş bir seda bırakmayı hocaefendinin "nasıl bilirdiniz" sorusuna yüksek bir iştirak ile İYİ BİLİRDİK şehadetiyle huzur u Rahmana yolcu edilmeyi nasip etsin inşallah.