Düşünmek en büyük bir meziyet, ayrı bir özellik… Öyle olmasa yaratıcı kitabı kadiminde defaatle insanları düşünmeye çağırmazdı. Bilginler düşünmeyi var olmakla müsavi tutmazlardı. Her ne kadar Aristo insanı konuşan canlı diye tarif etse de; kanaatimce insanın asıl lazım-ı gayri müfariki (benzerlerinden ayıran ayrılmaz özelliği) düşünme kabiliyetine sahip olmasıdır. Düşünmeyle insan tekâmüle erer. Düşünme olmadan hiçbir şey olmaz. Düşünmeyi bilmeyen ya da düşünmenin kemaline erememiş insanın konuşması da kabak tadır verir. En basit günlük pratik bilgilerden tutun da ta bu yüzyılın devasa teknolojik gelişim düzeyine kadar her ne varsa hepsi düşünme ile vücuda gelmiştir. Hali, maziyi ve atiyi düşünmeyen; kendisi ve kâinat üzerinde akıl yormayan; hiç bir şeyi sorgulamayan kısaca düşünmenin sırrına vakıf olamayan kişilerin ne bağlı oldukları toplumlara ne de kendilerine bir yararı olur. Düşünmeyi öğrenmenin mektebi de yoktur. Kişi düşünmemeye kendini şartlandırmışsa ona bazı şeyleri düşündürmek çok zordur.
Milletler köklü ağaçlara benzer. Ağacın kökleri ne kadar uzun ve özü ne kadar sağlamsa ömrü o kadar uzun olur. Milletlerin de milli kimlikleri ve tarihleri bir ağacın kökü ve özü gibidir. Özü kurumuş bir ağaç nasıl ki kolaylıkla devrilir ve hayat bulamazsa kendi tarihi ile bağları koparılan ve milli benlikleri yok olmuş toplumlar da tarihin karanlıklarında yok olmaya mahkûm olur. Daha da kötüsü yabancı kültürlerin istilasına maruz kalan bir millet asimile olur ve milliyeti değişir. Tarihte Türk olarak bilinen ama sonra Türklüklerini kaybetmiş birçok devlet vardır. Çünkü Türklük özelliğini devam ettiren tek din İslamiyet’tir. İslamiyet’teki pek çok inanç esasları daha evvelce Türklerin inandıkları Gök tanrı dininde de mevcuttu. Mesela ahiret inancı, tek tanrı inancı, zinanın haram oluşu, kadına verilen değer, kendi dinlerini yaymak arzusu… Bunlar hep İslamiyet ile örtüşüyordu. Daha yüz sene öncesine kadar filozoflarca “Kadın insan mıdır, şeytan mıdır?” diye tartışacak bir kültüre sahip olan Batı medeniyeti ile “Cennet annelerin ayakları altındadır.” ya da “Sizin en hayırlınız kadınlarınıza karşı en hayırlı olanınızdır” diyen İslamiyet arasında ve İslamiyet öncesinde bile kadına büyük değer veren Türkler arasında hiçbir benzerlik olamaz, olmamıştır.
Düşünmeye kendini alıştırmış bir kişi maziyi düşünür. Nereden geldiğini bilir. Hal ile mazi arasında bir münasebet kurar. Bu münasebet neticesinde istikballe alakalı çıkarımlarda bulunup kaygılanır ya da sevinir. Üzülerek müşahede ediyorum ki bu kaygıyı güdecek; dinin, dilinin ve geleceğinin bekçisi olacak idrakte bir nesil ne yazık ki yetiştiremiyoruz. Ve bu neslin kafası çok karıştırılmış. Basılı ve görsel medyanın, bizim içimizden olup da biz gibi olmayan kişilerin tesiri ile tarihinden, ecdadından, örfünden ve ananesinden kopuk; düşünme melekesi kaybolmuş bir nesil yetiştiriyoruz.
Şeyh Edebali’nin “Oğul, Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.” nasihatini,
Fatih’in “İmtisal-i cahidu- fillah oluptur niyetim. Dini islâm’ın mücerret ğayretidür gayretim” sözünü,
Kanuni’nin “Gayreti İslâm içindir kıldığım azm-i sefer. Hak bilir kim etmedim ben anı milk ü şan içün” mısralarını ve daha sayamayacağımız nice müşahhas misalleri, kısaca şanlı tarihimizi düşünecek bir nesle bu milletin bu gün çok ihtiyacı var. Eğer torunları olmakla iftihar ettiğimiz o şanlı ecdadın izinde olmak bir yana, onlara öcü gibi bakan bir nesil bu gün varsa oturup düşünelim. Bu nesle, nereden gelip nereye gittiğini öğretemediğimizi düşünelim. Tarihinden kopan milletlerin gelecekte nasıl yok olacağını düşünelim. Bizim içimizden olup da bizden farklı yetiştirdiğimiz insanların, milletin istikbalini açısından nasıl tehlikeler arz ettiğini düşünelim. Kelamın hitamını İstiklal şairimiz Mehmet Akif’e bırakalım:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?