Edep; Terbiye, İnsanlara lütuf ile muâmele etmek. Söylem ve eylemlerde yumuşaklık. Güzel ahlâk, usluluk. Hayâ; Peygamberin sünnetine uygun hareket etmek, utanılacak şeylerden insanı koruyan kuvve, meleke. Nâmus, utanma, ar, Allah korkusu ile günahtan kaçınmak, kınanmaktan sıkılmak, mahcup olmak demektir...“Edebi edepsizden öğren. Edepsizin hareketleri, edepli olmanın önemini ispat eder. Edepsizin yüzüne tükürmüşler, ne güzel yağmur yağıyor demiş. Utanmadıktan sonra, istediğini yap. İnsanlardan utanmayan Allah’tan utanmaz. Ar damarı çatlamış” gibi, kültürümüzde yer alan pek çok sözün yanın da, “Edebini bilmek, edebini takınmak, edep dâiresi, edep dışı, edep erkân, edep etmek, edep yeri, edepsiz” ve uluların sıkça söyledikleri ve nâdide hat sanatlarıyla yazılıp çerçevelettirilen “Edep yâ hû” deyimleri ne kadar anlamlı ve manidardır.
Ziya Paşa da öyle demez mi: İlim meclisinde aradım kıldım talep / İlim geride kaldı, illâ edep, illâ edep. Onun için, “Çok ilimden ziyâde az edebe, çok ilimden ziyâde çok kuvvetli îmâna ihtiyaç vardır” denmiştir. Altın sözlerin mîri olanlardan biri der ki: “İnsanlar arasında her şeyin bir süs ve ziynet yanı vardır. İnsanoğlunun ziyneti ise, edebindeki mükemmeliyettedir. İnsan vardır ki, o, ne sebeple göz doldurmasa bile, âdâbıyla mazhar-ı şereftir.” Ya yüce Peygamberimizin mübârek sözleri: “Hayır hayır, Allah’a yemin ederim ki, hayâ sıyrılıp gittiği zaman, ne hayatta ne de dünyada hayır kalır.” Eflâtun’un derslerine yirmi sene devam eden ve yüzden fazla kitap yazan Aristo’nun bilgin kızına: “Kadınlarda en güzel ve sevilecek şey nedir?” diye sormuşlar. Asırlar öncesi verilen cevap hâlâ taptâze: “Utanma duygusundan ötürü yüzde beliren kırmızılık” demiş. Ama ne var ki, sahibini bilemediğim şairin dediği gibi, “Kabiliyyet dâd-ı Hak’tır her kula olmaz nasîb / Sad-hezâr terbiye etsen bî-edeb olmaz edîb” yani; Yetenek bir Allah vergisidir, herkese aynı oranda nasip edilmemiştir. Edep de bir nasip işidir, edepsizi binlerce kez terbiye etsen, yine de edeplenmez.
Edep; insanlık için etik ve estetik bir mücevherdir. Edep, her şeyi taçlandırır ve her şeyi kemâle erdirir. İnsan onunla melekleşir, onsuz canavarlaşır. Nerede ona muhtaç değiliz ki!.. İçtimâî hayatımızda, siyâsette, ticârette, tüketmede, üretmede, konuşmada, yazmada, ilimde, bilimde, sanatta, haberde, takdirde, idâre edende, edilende edep... “Allah’tan hakkıyla hayâ edin” diyen peygamberimize, biz Allah’tan hayâ ediyoruz denilince, Peygamberimiz: “Söylemek istediğim bu sizin anladığınız hayâ değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını ‘göz, kulak, lisan, hâfıza, hayal, tefekkür’ batnı ve onun ihtivâ ettiklerini ‘mîde, ferç, kalb, el ve ayaklar’ muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır” buyurmuşlardır.
Edep; ölçüdür, nizamdır, disiplindir, sorumluluğun idrâkidir. Gökyüzünün direksiz, dayanaksız duruşu, yeryüzünün dibindeki magmalara rağmen ayaklar altında bulunuşu, hâlâ ışınları dünyamıza yetişmeyen yıldızların mevcûdiyeti, gece gündüzün akılları çatlatacak ince bir hesapla tevâlisi, kâinâtın ahengi, var oluş ve yok oluştaki hassas mihenk, eşyânın derûnundaki hikmet, gözlerimizi kamaştıran, beynimizi zonklattıran bin bir türlü ibret, kubbedeki habbe miktarı bildiklerimizdeki karar, bilemediklerimizdeki esrar ve daha neler neler, hep ilâhî “edebin” tezgâhından dökülen, imbiğinden süzülen rengârenk tezâhürler değil midir? Bakınız evrene, bıkmadan bakınız, edebe muhâlif ve muğâyir hiç bir şey görebilir misiniz? Keşke, dillere destan dînî ve millî edebimiz, “Hayâ îmandandır” buyuran peygamberimiz, cidden dost olmayan yabancıların akıl almaz şeytânî tahribatlarına inat, hep örneğimiz ve rehberimiz olsa... Ne gam... Ne gussâ...