(Bundan önce yazdığımız "EROZYON" başlıklı yazımızın devamıdır.)
"İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN" (Hz.Ali)
Geçen yazımızda hissiyatımızda duyduğumuz milletimizin geleceğine dair, bilhassa millî "bekâ" hususundaki şahsi endişelerimiz nedeniyle toplumsal dönüşümdeki dünyevîleşme rüzgârıyla toplumdaki değişimden bahsetmiştik.
Şunu öncelikle belirtmeliyim; yazılarımız herhangi bir siyasî perspektifin eleştirisi veya övgüsü değildir.
Daha çok kültürel/harsî, ve sosyolojik bakış açısını temsil etmektedir. Bir yönüyle "bizim mahalleyi" dikkate davet etmektir. Ait olduğumuz kültürel mirasa aidiyet duygusu ile bağlı olduğunu düşündüğümüz toplumsal kesimi muhatap almaktır.
Ülkemiz Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren, zaman zaman Osmanlıcılık, bazen, İslâmcılık, milliyetçilik, bazen devletçilik, laik(çi)lik, 1950'lerden sonra liberalcilik ekseninde iç ve dış politikalar izlemiştir.
İç ve dış politika konusunda yazmak bizim dışımızdakilerin işi olsun.
1950'lerden sonra çok partili siyasi hayata geçişle birlikte, devlet daha çok demokratlaşmış, hak ve hürriyetlerin sahip olunmasının yanında gerek sanayii gerekse toplumsal yönden refah ve mutluluk yönünden hızla gelişen bir ivme kazanılmıştır.
Uygulanan liberal, demokratik iç ve dış politikalar yukarıda bahsettiğimiz akımların tesiri ile sürdürüdüğünden, doğrudan doğruya politikanın muhatabı iç unsurları, yani milleti, toplumu etkilediği aşikardır.
Her siyasî akımın kendince bir ekonomik rotası ve hedefleri vardır. Günümüzde, özellikle 2. Dünya savaşından sonra oluşan 1990'lara kadar devam eden çift kutuplu dünyanın, Sovyetlerin dağılmasıyla yeni bir hal almıştır. Artık dünya çift kutuplu değil, çok kutuplu hal almıştır. Bu kutupların yörüngesini elinde tutan en önemli unsur "kapitalizm" olmuştur. Kapitalizm dünyayı "küresel köye"dönüştürmüştür.
Kapitalizmi besleyen en önemli unsur da "liberalizm" olmaktadır. Liberalizm kavramını ortaya ilk atanlardan biri Max Weberdir. Biz burada liberalizmin ne olduğunu anlatacak değiliz. Ayrıca liberalizmi bir "şeytan" gibi görmemekteyiz.
Belirtmek istediğimiz sadece liberalizmin etkisi ile toplumdaki oluşan dönüşümün sonuçlarının ve etkilerinin iyi gözlemlenmesi ve dahi gerekiyorsa ciddi önlemlerin alınmasına yöneliktir.
Liberalizm, kalkınmada özellikle kişisel refahın yüceltilmesini esas alan bir faktör olarak görülse de peşi sıra liberalizm özünde taşıdığı "hürriyet" nesnesi nedeniyle kişileri toplum karşısında ferdiyçileştirmektedir. Ferdiyetçi/bireyselci insan kendini öncelemekte, kendinden başkasını ötekileştirmektedir.
Ferdiyetçilik bir yönüyle "çıkarcılık", "menfaatçilik"tir. “Ene”nin mahkumudur. Kendinden başkasını düşünmez. Kişisel menfaati için uyguladığı her türlü yol ve yöntem "meşrû"dur.
Kişesel başarısı için her yol mübâhtır. Kanunlar yasaklamamışsa her türlü kazanç getirici iş yapabilirsiniz. Ahlâkî olması mühim değildir. Meselâ 400 metre kare arsa üzerine 5-6 katlı bina yerine bundan 3-4 kat fazlasını yapmak "akıllık"(!?)tır. Komşunun veya diğerlerinin çıkarı veya refahı hiç mühim değildir.(?)
Trafikte yanında seyreden diğer kişileri bir eşya gibi görebilirsiniz. Aracınızı istediğiniz gibi park edebilirsiniz.(?)
Çöpleri zabıta veya polis görmezse istediğiniz yere atabilirsiniz.(?)
Öğretmeninizle alay edebilirsiniz. Ana, babanız sizi terbiye maksatlı iki tokat vurduysa soluğu polis ka- rakulunda alabilirsiniz.(?)
Yaşı sizden büyüklere ismiyle hitap edebilirsiniz. Hodbinlik yapabilirsiniz.(?)
Eğer yetkili kuruluşların yakalama ihtimali yoksa sucuğun içine at eşek, eti koyabilirsiniz. Suyla şişirilmiş tavukları organik köy tavuğu diye batabilirsiniz.(?)
Devletin size verdiği resmi kimliği kamu düzeni için değil de, haksızken trafikte tartıştığınız kişiyi susturmak için, ayıbınızı örtmek için ceza tutanağı düzenletmek için kullanabilirsiniz.(?)
"Devletin malı deniz, yemeyen domuz" diyebilirsiniz.(?)
Yıllık milyonlarca ciro yaparken, bir emekli kadar vergi vermeyebilirsiniz.(?)
Kurumsal isim yapmış markaları taklit ederek ürün satabilirsiniz.Yine, taklit ürünle etrafınıza "caka" satabilirsiniz.(?)
Devlet dairesinde mesainizi facebook veya twitter hesabın takip ederek bitirebilirsiniz(?)
Hakkınız ve yetkiniz olmadan emniyet şeridinden aracınıza taktırdığınız çakarla geçebilirsiniz.(?)
V.s v.s
Çünkü özgürsünüz(?). Nasıl olsa kanun görmemektedir!
İşte toplumsal dejenerasyon ve sonucunda çöküş böyle başlar.
Ferdiyetçi,"bencil" kişi için hayatın her aşamasında dünyevî kurallar işlemleri belirlemiştir. Kişinin kendisinin tatmin olması yeterlidir.
Bu tutumla kişi bir nevi "homo economicus" bir toplum haline gelmektedir. Yani ekonomi adamı..Ötesini pek düşenmeyen bir kişi olmaktadır.
Başarılı ve çok kazanan insan olmak örnek, model insan(?) olmak için yeterlidir. "İyi insan" olmak tarih ve menkîbe kitaplarında kalmıştır. Hatta işinde her türlü yolla başarılı olan kişi "iyi insandır"(?!)
Globalleşen dünyada kişilerin, toplumların birbirlerini etkilemeleri çok hızlı şekilde gerçekleşmektedir.Bundan 30-40 sene önce bir haftada ulaşılabilen bilgiler, etkiler günümüzde saniyeler içinde dünyanın en uzak noktasına ulaşabilmektedir.Bu etkilerin içinde en önemlisi, yaşayış biçimleri ve alışkanlıklar yer almaktadır. Burada baskın, "hakim" kültür etkilemeyi yapmakta, üretmeyen,"tüketen" toplum ve kişiler ekilenmektedir.
Bu karşılıklı etkileşim ile etken unsurun yaşayış şekli ve "zihniyeti" edilgeni etkilemektedir. Etkilenen taraf dönüşmekte, kültürel köklerinden kopmaktadır. Bu kopuş milletin çoğunluğunu değiştirmektedir. Bu değişim "millî varlığı" zedelemektedir. Misâl, günümüzde görüldüğü gibi, sözde herkes "kahraman bir milletin ahfadı". Ancak, askerlik yapmamak için "bedelli" çıksın diye yırtınıyorlar. Camiler müslümanların mukaddes mekânlarıdır. Ancak Ertuğrul Gazi camiisi avlusu akşam üzerleri genç liselilerin buluşma yeri olmaktadır.
Dediğimiz gibi liberalizmin düşmanı değiliz. Sadece liberalizmin etkisindeki küreselcilik ve/veya küreselciliğin etkisindeki liberalizmin peşi sıra getirdiği "sekülerizm"in milletimizin hayat biçimi olmasından kaygı duymaktayız. Halbuki liberalizmin doğuşunda, modernizmin sekülerizme kaymasında bir karşı hamle olarak ortaya çıkmasına rağmen, günümüzde yanlış anlamlandırılmasından mütevellid sekülerizmi besleyen unsur olarak ortadadır.
Sekülerizm, uhrevî, dinî alanın gündelik/günlük hayattan uzaklaştırılmasıdır. Dünyevî ya da maddî olan, ancak, dinî, ruhî tarafı olmayandır. Dinin toplumsal hayattan(devlet hayatına zaten hiç karıştırmaz) uzaklaştırılmasıdır. Yani öteki âlem, ahiret hayatının zorlamalarının toplumsal ilişkilere karıştırılmamasıdır. Toplumsal ilişkilerde kanunî zorlamalar yeterlidir. Bir alanda kanun yoksa, yasak da yoktur.
Gerçek olan şudur ki, kişilerin düşüncesi ne ise işi(ameli) de odur. Düşüncelerimiz yani zihnimiz işi-mizi belirler. Kişinin zihninde "öte" ye dair endişesi yoksa kendisiden başkasını düşünmez.
Peki "AHLÂK" nerededir?
Ait olduğumuz kültürel mirasın etkilerini günlük hayatımızda ne kadar sahibiz? Bu soru geleceğimizi nasıl olacağını da cevaplayacaktır.
Dünyamızı mamur ederken ahiretimizi tarumar ederek yükselemeyiz. Geleceğimizi inşâ edemeyiz. Zihinlerimizi ahlâki olanla donatmak elzemdir. Günümüz toplumunda, ekmel din olan İslâmın inanç kalplerde taşınmakta, ancak amelde görülememektedir. Ekonomik ahlâk(?!) inancın emrettiği ahlâkın önüne geçmektedir.
Örnek mi istiyorsunuz? Adliye kalemlerine baktığınızda açılan dosyalarda görürsünüz. Bu satırların yazıldığı gün ve öncesinde Mersin ve İstanbul ilinde çöpe bırakılmış iki bebek haberleri anlatmak istediğimize yetecektir.
Bahsettiğimz etkileşim toplumu öyle dönüştürmüştür ki, katı, otoriter laikçi, jakoben tek parti dönemindeki cemiyet hayatında dahi toplumun hoş karşılamadığı sürdürülen kimi hayat tarzı günümüzde hoşgörü ile karşılanmaktadır.
Ne demek mi istiyorum?
Meselenin özünde küreselleşmenin zorladığı, dayattığı hayat tarzı, seküler hayat toplumumuz içten içe kemirmektedir. Kişiler vicdanında inancını korumakta, ancak günlük hayatın her alanında sahip olduğu inancını temsil etmemektedir. Kanuni/yasal olan ahlakî olanın önüne geçmektedir. Bu ise toplumu oluşturan bireyleri birbirinden koparmakta ve uzaklaştırmaktadır. Bencil bireyler haline getirmektedir.Diğergamlık unutulmaktadır. Hesap günü/ yevmid-din unutulmaktadır.
İster kamu alanında olsun, isterse ferdi faaliyetlerde olsun yapılan iş ve işlemleri belirleyici unsur otorite tarafından konulmuş yasal zorunluluklardan öte ahlakî olan olmalıdır. Yoksa devleti oluşturan milletin dejenere olması durumunda Allah korusun 30-40 yıl sonra ortada ismini taşıdığımız millet ortada kal- mayacaktır. Milleti olmayan topluluğun devleti de olamaz.
Ülkemiz ve devletimiz içten ve dıştan her türlü uğursuz düşmanın hedefi durumundadır. Bunun için milleti oluşturan her ferdin eğitimi beşikten mezara kadar ve her alanda etkin bir şekilde formal veya in- formal şekilde hassasiyetle gözden geçirilerek verilmelidir.
Tabii ki bunları söylerken devletin ciddi gayretlerinin yanında, milletimizin içinde bulunan kendi örfünden beslenen bazı vakıf ve derneklerin, gönüllü teşekküllerin hamiyetperver çaba ve gayretlerinin hakkını teslim etmek boynumuzun borcudur. Zaten bu tür teşekküller olmasa halimiz gerçekten acınacak durumda olacak. Allah sayılarını artırsın.
Herşeyi devletten ve hükümetten bekleyemezsiniz. Cemiyeti oluşturan ve “baki” kalmak isteyen milletin fertlerinin şahsi sorumlulğu bulunmaktadır
Bizim derdimiz yukarıdaki bahsettiğimiz endişeler çerçevesinde geleceğimize dair, bilhassa devletimizin ve milletimizin "bekâsına" dair endişelerimiz için toplumun her ferdinin aynı endişeleri duyması temennisidir.
Bu konuda yazmaya devam etmek düşüncesindeyiz.
Kalın sağlıcakla..