EŞ ve BABA OLARAK HZ. PEYGAMBER

Cumadan Gönüllere

Allah Resûlü henüz doğmadan babasını, altı yaşında ise annesini kaybetmişti. Kendisini önce dedesi sonra da amcası himayesine almış, ailesinin eksikliğini hissettirmemeye çalışmışlardı. Amcası ve yengesi onu kendi çocuklarından ayırmamışlar, ona her zaman şefkat ve merhametle yaklaşmışlardı. Hz. Peygamber’in, yengesi Fâtıma bnt. Esed’den “annemden sonraki annem” diye bahsetmesi amcasının ve yengesinin onu gerçek bir aile ortamında yetiştirmeye çalıştıklarını göstermekteydi. Onların bu iyi niyetli yaklaşımları anne baba sevgisinden mahrum, öksüz ve yetim olarak büyüyen Hz. Peygamber’in ileride kendi kuracağı ailesi için örnek olacaktı.

Yirmi beş yaşına geldiğinde, ticaret kervanında çalıştığı Mekke’nin ileri gelen iş kadınlarından olan Hatice, ahlâkı ve dürüstlüğüne hayran olup kendisine evlenme teklif etmişti. Bu teklifi kabul eden Hz. Muhammed, Hatice’yle on beş yılı peygamberlikten önce, on yılı da sonra olmak üzere toplam yirmi beş yıllık mutlu ve huzurlu bir evlilik yaşamıştı. İffetli bir eşle şefkatli bir yuva kuran ve bu eşinden çocuklara sahip olan Hz. Peygamber, çocukluğunda mahrum kaldığı aile ortamına kavuşmuştu. Hz. Hatice için sevgili bir eş, çocukları için de müşfik bir babaydı o.

Aile hayatında aradığı huzura kavuşan Peygamberimiz, bu defa manevî bir arayış içerisine girmişti. Bu arayış sürecinde Mekke’nin her türlü fenalığından uzaklaşmak üzere diğer bazı hanîfler gibi inzivaya çekilmiş, Hira Mağarası’na sığınmıştı. Vefakâr hanımı onu yalnız bırakmamış, uzak bir mesafe olmasına rağmen kimi zaman tefekküre çekildiği bu mağaraya eşi için hazırladığı azığı bizzat kendisi götürmüştü. Bununla kalmamış vahiy tecrübesinde eşini ilk teselli eden de, ona ilk inanan da o olmuştu.

610 yılı Ramazan ayıydı. Muhammed (sav), “Allah’ın Resûlü” olma şerefine eriyordu. Hira Mağarası’nda ilk vahiy gelmişti kendisine. Vahyin ve Cebrail’le karşılaşmanın şaşkınlığı içerisindeki Muhammed (sav) ne olduğunu anlamamış, eşi Hatice’nin yanına koşmuştu. “Ey Hatice, bana ne oluyor?” dedikten sonra başından geçenleri anlatarak kendinden endişe ettiğini söyledi. Hz. Hatice, “Hayır (öyle deme). Sevin. Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü Allah’a yemin olsun ki sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler, bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun.” sözleriyle onu teskin etti. Korku ve şaşkınlık içindeki Allah Resûlü, eşinin sevgi ve anlayış dolu bu sözleriyle bir nebze olsun rahatladı.

Hz. Peygamber’in böyle endişe verici bir olayda eşinin yanına koşması, bu durumu onunla paylaşması, Hz. Hatice’nin ise eşine verdiği bu destek ve teselli, Peygamber’in (sav) kurduğu aile yuvasının tabiatını resmetmekteydi aslında. Sevgi, saygı, güven ve destek... Aileyi ayakta tutacak en temel unsurlar. Resûlullah’ın Hz. Hatice ile yaptığı evlilikte bunların hepsi mevcuttu.

Elbette âlemlere rahmet olarak gönderilen ve müminler için en güzel örnek olarak sunulan Allah Resûlü’nün aile hayatı da tertemiz olacaktı. Bu durumu kendisi, mahlûkatın en hayırlı ailelerinden birine mensup olduğu şeklinde ifade etmişti. “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir. Evlenin! Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim...” buyurarak insanları evliliğe, aile kurmaya teşvik eden Allah Resûlü, aile yaşantısıyla da müminlere örnek olmuş, aile hayatının beden, akıl ve ruh sağlığı bakımından eşler için bir varlık alanı; şahsiyet gelişimi, inanç ve değerler, edep ve iyi alışkanlıklar açısından da çocuklar için bir mektep olduğu gerçeğini ortaya koymuştu.

Allah Resûlü, aile fertlerine samimi ve içten davranan, değer verdiğini hissettiren, sevinçleriyle sevinen, üzüntüleriyle üzülen bir aile reisiydi. Onlarla ilişkilerinde sevgi, saygı ve nezakete dayalı sıcak ve ahenkli bir üslûbu benimsemişti. Nitekim Allah Resûlü, “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en iyi olanınızdır. Ben de aileme karşı en iyi olanınızım!..” buyurarak müminlere aile hayatında huzuru bulacakları yolu göstermekteydi.

Sevgi, saygı, şefkat ve merhametin hâkim olduğu bir aile ortamı isteyen Hz. Peygamber, eşleri ve çocuklarının makul isteklerini yerine getirmeyi ihmal etmezdi. Onlara değer verdiğini hissettirirdi. Nitekim bir bayram günü Hz. Âişe, Habeşliler tarafından oynanan kalkan ve mızrak oyununu izlemek istemiş, Allah Resûlü de onu kırmamıştı. Onu arkasına almış ve samimi bir şekilde istediği kadar seyretmesini sağlamıştı. Bir yere gitmek istediğinde hanımından izin alması, ona verdiği değeri göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Kimi zaman Allah Resûlü, eşinin görüşüne başvurmak ve meseleleri istişare etmek suretiyle hanımına verdiği önemi gösterirdi. İlk vahyin korku ve heyecanını hanımı Hz. Hatice’nin desteği ile üzerinden atan Allah Resûlü, Hudeybiye Antlaşması sonrası yaşadığı bir sıkıntıyı ise eşi Ümmü Seleme’nin fikrini alarak gidermişti. Sadece umre niyetiyle yola çıkan Müslümanlarla, buna izin vermeyerek onları Mekke’ye sokmayan müşrikler arasında imzalanan Hudeybiye Antlaşması’nın ağır şartları ashâbın o kadar zoruna gitmişti ki, antlaşma sonrası kurbanlarını kesip tıraş olmalarını söyleyen Peygamberlerinin emrine kimse karşılık verememişti. Son derece üzülen Allah Resûlü, eşi Ümmü Seleme’nin yanına gidip olanları anlatarak onların bu durumunu hanımıyla istişare etmişti. Ümmü Seleme, “Ey Allah’ın Resûlü, sen bunu yapmak istiyor musun? O hâlde çık, kurbanını kesinceye ve berberini çağırıp tıraş oluncaya kadar onlardan hiç kimseyle tek bir kelime konuşma.” diyerek ona çıkış yolu gösterdi. Eşinin bu fikrini uygulayan Peygamber Efendimiz, ashâbına örnek olmuş, sahâbe de onun yaptıklarını yapınca gerginliğe son verilerek bunalım atlatılmıştı. Böylece Resûlullah, hanımının desteğiyle bu sıkıntılı durumu aşmış oldu.

Ailesiyle ilişkilerinde vefakârdı Allah Resûlü. İlk eşi Hz. Hatice’yi vefatından sonra da sık sık hayırla yâd ederdi. Bir koyun kestiğinde onu, merhum eşinin sevdiği insanlara hediye ederek ona olan vefasını göstermekten geri durmazdı. Onun bu tavrı zaman zaman Hz. Âişe’nin, Hz. Hatice’yi kıskanmasına da sebep olmuştur. Öyle ki Hz. Âişe, kendisini hiç görmemiş olmasına rağmen en çok Allah’ın kendisi için cennette bir köşk hazırladığı Hz. Hatice’yi kıskandığını söylemiştir. Sık sık ondan bahseden Hz. Peygamber’e bir defasında, “Kureyş’in yaşlı kadınlarından, çenesinin içi (dişleri kalmadığından) kıpkırmızı, ölüp gitmiş bir yaşlı kadını niye anıp durursun! Halbuki Allah sana ondan daha iyisini vermiştir!” diye naz yapmıştı. Onun bu kıskançlığını anlayışla karşılasa da Allah Resûlü ona şöyle demişti: “Yüce Allah bana Hatice’den daha hayırlı bir eş vermemiştir. Bütün insanlar bana inanmazken o bana inandı. Herkes beni yalanlarken o doğruladı. İnsanlar (yardımlarını) benden esirgediklerinde o bana malıyla destek oldu. Yüce Allah bana başka kadınlardan değil ondan çocuklar ihsan etti.”

Allah Resûlü, hanımların birbirlerini kıskanmalarını anlayışla karşılamakta ve ortaya çıkan bazı olumsuz durumları da bir şekilde tatlıya bağlamaktaydı. Bir defasında kendi evindeyken Resûlullah’a hanımlarından birinin yemek göndermesini kıskanan Hz. Âişe, tabağı getiren hizmetçinin eline vurmuş, tabak yere düşerek kırılmış ve yemek yerlere saçılmıştı. Hz. Peygamber her zamanki sakin ve olgun tavrıyla yere düşenleri toplamış ve “Anneniz kıskandı!” diyerek ortamı yumuşatmıştı. Hz. Âişe ise yaptığına pişman olmuş ve Resûlullah’a, “Bu yaptığımın bedeli nedir?” diye sormuş, Allah Resûlü de “Tabağın misli bir tabak, yemeğin misli bir yemek.” cevabını vermişti.

Hz. Peygamber’in diğer eşleri arasında da bu tür olaylar yaşanmıştır. Hz. Peygamber, hanımlarının bu yanlış tavırlarına yıkıcı değil yapıcı cevaplarla karşılık vermiştir. Örneğin, Hz. Peygamber’in kendisine olan sevgisini bildiklerinden ashâb, ona hediye vereceği zaman Hz. Âişe’nin odasındayken verirdi. Bu durum Resûlullah’ın diğer eşlerini rahatsız etmişti. Bu nedenle Ümmü Seleme’den Resûlullah’ın sahâbeyi bu konuda uyarmasını istediler. Ümmü Seleme bu konuyu Resûlullah’a her açtığında o, sessiz kalmayı tercih ediyordu. Fakat en sonunda, “Âişe hakkında (söylenip de) bana eziyet etmeyin. Bana Âişe’den başka hiçbir kadının örtüsü altındayken vahiy gelmez.” buyurdu.

Hac yolculuğu esnasında, Hz. Peygamber’in hanımlarından Safiyye bnt. Huyey’in devesi hastalanmıştı. Hz. Zeyneb’in yanında da fazladan bir deve vardı. Resûlullah, Hz. Zeyneb’den fazla olan deveyi Hz. Safiyye’ye vermesini istemişti. Fakat Hz. Zeyneb, “Bu deveyi şu Yahudi’ye mi vereceğim?” diye cevap verdi. Bunun üzerine öfkelenen Resûlullah (sav) Hz. Zeyneb’e bir müddet küs durdu. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye’yi, “Yahudi kızı” diyerek küçük gören Hz. Hafsa’ya, Allah’tan korkmasını söylemişti. Kendisine söylenen bu sözlerden rahatsızlığını dile getiren Hz. Safiyye’ye ise, “Sen bir peygamberin kızı konumundasın, amcan da peygamberdi ve şu an da bir peygamberin nikâhı altındasın. Sana karşı hangi hususta övünüyor?” buyurarak onu teselli etmişti.

Ailenin huzur ve saadeti, eşlerin birbirlerine karşı anlayışlı, dengeli, tutarlı ve orta bir yol izlemeleri ile mümkündür. Hayatın her aşamasında; acı ve tatlı zamanlarında, sevinç ve hüzün günlerinde aynı duygu ve heyecanı yaşayarak eşlerin birbirlerine destek vermeleri ve özel zaman ayırarak karşılıklı sohbet etmeleri, sonsuz bir mutluluk kaynağıdır. Bu yüzden Hz. Peygamber, aile fertlerinin farklı ruh hâllerini, hassasiyetlerini, ahlâk ve karakterlerini göz önünde bulundurur ve gerektiğinde susarak sorunların üstesinden gelirdi.

Ailesinin kendisi üzerinde hakkı olduğunu bilen Allah Resûlü onlara zaman ayırırdı. Bu nedenledir ki kendisini sürekli ibadete vererek ailesini ihmal edenlerin sünnetinden yüz çevirmiş olacağını ifade etmişti. Allah Resûlü zaman zaman evinin hizmetlerini görür ve eşine yardımcı da olurdu. Resûl-i Ekrem’in evdeki hâli Hz. Âişe’ye sorulduğunda şunları söylemişti: “O, normal bir insandı. Elbisesini diker, koyununu sağardı.”

Resûl-i Ekrem’i en güzel örnek olarak âlemlere sunan ilâhî irade, eşler arası muamelede şu rehberlikte bulunuyordu: “...Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisâ, 4/19) Bu âyetten ilham alan Resûl-i Ekrem de şu hikmet yüklü çağrıyı yapıyordu: “Mümin bir kimse, mümine olan eşine nefret beslemesin; (çünkü) onun bir huyunu beğenmezse de hoşlanacağı başka bir huyu mutlaka vardır.” Aynı zamanda Allah Resûlü erkeklerden, hanımlarına hoşgörülü davranmalarını ve onlar hakkında birbirlerine hayrı tavsiye etmelerini istemiştir.

Allah Resûlü dini, insanî ve sosyo-politik bazı nedenlerle birden fazla evlilik yapmıştı. Hanımları ile ilişkilerinde her zaman adaleti gözetmeye dikkat ederdi. Yolculuğa çıkacağı zamanlarda eşleri arasında kura çekerek yanına hangisini alacağını belirlerdi. Diğer vakitlerde ise her hanımına belirli gün ve gecelerini ayırarak onunla ilgilenirdi. Hz. Âişe onun bu hassasiyetini ve düşünceli davranışını şöyle anlatır: “Resûlullah yanımızda kalma süresi bakımından aramızda ayrım yapmazdı.” Hz. Peygamber’in bu inceliğinin idrakinde olan güzide eşleri de onu memnun etmek için yarışırlardı. Nitekim yaşı ilerleyen Hz. Sevde, Resûlullah’ın Hz. Âişe’ye olan sevgisini bildiğinden, onun hoşnutluğunu kazanmak için kendi sırasını Hz. Âişe’ye vermişti.

Resûlullah’la ilgili olarak Hz. Âişe’den nakledilen, “Hanımlarından birini öptü ve abdest almadan namaza çıktı.” şeklindeki ifadeler, her ne kadar hadis kitaplarımızda abdestle ilgili olarak nakledilmişse de haddizâtında bu husus, Resûlullah’ın evinde hanımlarına karşı sıcak ilgisini ve sevgisini gösteren önemli bir ayrıntıdır.

Allah Resûlü eşlerini koruyup gözetir, onlara da kendine de kötülük gelmesinden sakınırdı. Bir gece itikâfta iken Hz. Safiyye kendisini ziyarete gelmişti. Dönüşte Allah Resûlü ona odasına kadar eşlik etmek üzere ayağa kalktı. Mescidin kapısına yaklaştıklarında ensardan iki kişi onlara selâm vererek hızlıca yürümeye devam ettiler. Hz. Peygamber onlara yavaş olmalarını söyleyerek onların yanlış anlamaları ihtimaline karşılık, “Acele etmeyin! Bu (yanımdaki eşim) Safiyye bnt. Huyey’dir.” diye açıklma yaptı. Sahâbîler böyle bir açıklamaya gerek olmadığını söylemişlerse de Allah Resûlü şeytanın onları şüpheye düşürmesinden endişe ettiğini söylemiştir. Bu olay Resûlullah’ın aile şerefi konusundaki hassasiyetinin güzel bir örneğidir.

Hz. Peygamber aile fertlerine asla baskı yapmaz ve onlara karşı zor kullanmazdı. Aşağılayıcı ve can sıkıcı sözlere, azar ve dayak gibi onur kırıcı yollara başvurmazdı. Hz. Âişe’nin anlattığına göre, “Resûlullah (sav), Allah yolunda cihad hâriç eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye!..” Aksine zaman zaman onları onurlandıran ince davranışlarda bulunurdu. Kendisini yemeğe çağıran komşusunun davetini ancak eşini de çağırdığında kabul etmesi, onun bu ince ve düşünceli davranışlarından birisidir. Hz. Peygamber, ashâbından da aileleriyle ilişkilerinde aynı hassasiyeti göstermelerini istemiştir. Nitekim Saîd b. Hakîm’in naklettiğine göre, dedesi Muâviye el-Kuşeyrî’nin, “Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorması üzerine Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.”

Hz. Peygamber’in aile yaşantısındaki maişeti ve harcamaları da gayet mütevazı idi. O, elinde olanı daima birileriyle paylaşmayı tercih eder, ashâbına ve aile efradına fâni dünyanın geçiciliğini ve âhiret hayatının ebedîliğini anlatır, gereksiz harcamalardan ve gösterişten uzak sade bir yol izlenmesi gerektiğini dile getirirdi. Kendisinin ve ailesinin geçimiyle ilgili olarak, “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını geçinecek kadar kıl.” diye dua ederdi. Medine’ye hicret ettiği günden vefatına kadar Hz. Peygamber ve ailesinin üç gün arka arkaya buğday ekmeği yemediklerini ve bir ay boyunca yemek pişirmek için hiç ateş yakmadıklarını, yiyeceklerinin sadece kuru hurma ve sudan ibaret olduğunu bildiren Hz. Âişe, Resûlullah vefat ettiğinde odalarında bir parça arpadan başka yiyecek bir şeyi olmadığını söylemiştir.

Daha önce de belirttiğimiz üzere, her ailede olduğu gibi, Resûlullah’ın evinde de zaman zaman tartışmalar yahut eşlerinin birtakım olumsuz davranışlarından kaynaklanan sorunlar meydana gelebiliyordu. Resûlullah bu durumlarda hep sabır ve teenni ile hareket ederdi. Her şeyden önce onun muhabbet rüzgârı esen evinde meydana gelen aile içi gerilimler, konuşularak çözülürdü. Bazen de vahyin doğrudan müdahalesi hadiseyi sorun olmaktan çıkarıyordu. Örneğin, Allah Resûlü’nün hanımlarından bazıları onun tercih ettiği bu mütevazı hayattan dolayı bazı sıkıntılar yaşamış olacaklar ki Hz. Peygamber’e daha iyi şartlarda yaşamak istediklerine dair arzularını hissettirmişlerdi. Onların bu davranışları Allah Resûlü’nü o kadar üzmüştü ki hanımlarından bir ay boyunca uzak durmuştu. Çok geçmeden bu sorunu çözen ve Resûlullah’ın, hanımlarını dünyayı ya da âhireti tercih etmeleri konusunda serbest bırakmakla emrolunduğu âyet-i kerime nazil oldu: “Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: ‘Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.’” (Ahzâb, 33/28-29.) Allah Resûlü önce Hz. Âişe olmak üzere bütün hanımlarına Allah’ın bu emrini bildirdi ve tercih yapmalarını istedi. Yaptıklarının yanlış olduğunu anlayan hanımların her biri dünyalık isteklerinden vazgeçip Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu tercih ettiklerini söylediler.

Sevgi dolu bir eş olan Allah Resûlü bir baba olarak da son derece müşfik ve merhametliydi. Çocukları mutlu etmeyi severdi. Kızı Hz. Fâtıma yanına geldiğinde onun için ayağa kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Hz. Peygamber de Fâtıma’nın yanına girdiği zaman Fâtıma hemen ayağa kalkar, babasının elinden tutar, onu öper ve kendi yerine buyur ederdi. Çocuklarını çok seven Allah Resûlü, gözleri önünde oğlu İbrâhim’in can çekişmeye başladığını gördüğünde gözleri dolmuş ve şöyle demişti: “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. (Fakat) Biz Rabbimizin razı olacağı şeylerden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrâhim, biz senin için hakikaten üzülüyoruz.”

Çocukların terbiyesine özen gösteren Resûlullah onları incitmemeye dikkat eder, onlara şefkatle davranır, uyarılarını dahi yumuşaklıkla yapardı. Bir gün Hz. Peygamber, hanımı Ümmü Seleme’nin önceki eşi Ebû Seleme’den olan oğlu Ömer’in, yemek yerken elini tabağın her tarafında gezdirdiğini görünce, “Delikanlı, besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye!” buyurarak uyarmıştı. Enes b. Mâlik’e de şu tavsiyede bulunmuştu: “Yavrucuğum, ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver. Bu, kendin ve ev halkın için bereket olur.” Allah Resûlü aile efradına sorumlu oldukları ibadetleri zaman zaman hatırlatarak hem tebliğ görevini yerine getiriyor hem de onların ibadetlerini ifa noktasında ihmalkâr davranmamalarını sağlıyordu. Zira Kur’an, Hz. Peygamber’e dünya hayatının debdebe ve cazibesine kapılmaması gerektiğini, kendisine verilen nimetin hayırlı ve kalıcı olduğunu beyan ettikten sonra şu talimatı veriyordu: “Ailene namaz kılmalarını söyle. Kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz, biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takva iledir.” (Tâ-Hâ, 20/132.) Hz. Peygamber, aile fertlerine bu konularda da baskıcı ve zorlayıcı tavırlar göstermez, uygun bir üslûpla uyarılarda bulunurdu. Nitekim Enes b. Mâlik onun aile efradını namaza davet edişini şöyle anlatır: “Resûlullah (sav) altı ay boyunca sabah namazına çıktığında Fâtıma’nın kapısına uğrayıp, ‘Haydin namaza ey ev halkı!’ dedi ve ‘Ey Peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.’ (Ahzâb, 33/33.) âyetini okudu.”

Resûl-i Ekrem, çocuklarının ve torunlarının azarlanmasını ve aşağılanmasını da hiçbir zaman istemez, sabır ve müsamaha göstererek onların eğitilmesini beklerdi. Bir defasında Hz. Peygamber’in kucağına torununu veren Ümmü’l-Fadl, Resûlullah’ın üstünü ıslattığını görünce çocuğun omzuna vurmuş, bunun üzerine Rahmet Peygamberi (sav), “Oğlumun canını acıttın, Allah hayrını versin!” buyurmuştu.

Her konuda Müslümanlara ve tüm insanlığa örnek teşkil eden Allah Resûlü gerek eş gerek baba gerekse dede olarak aile hayatının nasıl olması gerektiğini yaşayarak göstermiş, “Ben, aileme karşı en hayırlı olanınızım.” sözünü yaşantısıyla doğrulamıştır. Onun aile yaşantısına şahit olan ashâbının anlattıkları da bu gerçeği doğrular mahiyettedir. Uzun yıllar Resûlullah’ın hizmetinde bulunan ve onun yaşantısına yakından tanık olma imkânına sahip olan Enes b. Mâlik’in, “Ailesine karşı Resûlullah’tan (sav) daha şefkatli olan bir kimse görmedim.” ifadesi bunlardan sadece birisidir. Ahlâkı düzgün olan ve aile fertlerine yumuşak davranan kişileri, “müminlerin iman bakımından en mükemmel olanı” olarak tanımlayan Allah Resûlü, meselenin imanî yönüne de dikkat çekmek istemiştir. Zira mümin, en yakını olan ailesine merhamet, şefkat ve anlayışla yaklaşır onların hak ve hukuklarına riayet ederse imanının gerektirdiği güzel ahlâkla bezenmiş olacaktır. Bunun neticesinde de toplumda sağlıklı ilişkiler gelişecek, huzurlu ailelerden temiz nesiller yetişecektir.

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

“...Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisâ, 4/19)

GÜNÜN HADİSİ:

Hz. Âişe’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en iyi olanınızdır. Ben de aileme karşı en iyi olanınızım! ...” (Tirmizî, Menâkıb, 63

GÜNÜN DUASI:

“Ey rabbimiz! Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap!

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Evlenmenin dinî hükmü nedir?

CEVAP: İslâm, evliliği ve evlilik yoluyla neslin devamını emretmiştir. Nitekim âlimlerimiz neslin devamını, İslâm’ın gerçekleştirmeyi hedeflediği beş temel zarurî esastan biri olarak görmüşlerdir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de evli olmayanların evlendirilmesi emredilmiş, fakir olsalar bile Allah’ın onları kendi lütfundan rızıklandıracağı bildirilmiş (en-Nûr 24/32); evlilik hükümleri detaylı bir şekilde anlatılmış (en-Nisâ 4/3, 23) ve insana kendi türünden huzur bulacağı eşlerin yaratılması da Allah’ın varlığının ve hikmet sahibi oluşunun delili olarak gösterilmiştir. (er-Rûm 30/21)
Hz. Peygamber (s.a.s.) Müslümanları evlenmeye teşvik ederek; “Ey gençler! Sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.” (Buhârî, Nikâh, 2-3; Müslim, Nikâh, 1) ve “Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir. Evleniniz. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” (İbn Mâce, Nikâh, 1; bkz. Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5; Abdürrezzâk, el-Musannef, 6/173) buyurmaktadır.
Bu itibarla evlilik, meşru bir mazeret olmadıkça terk edilmemesi gereken bir sünnet olarak görülmüştür (bkz. İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 3/7). Bununla birlikte evlenmediği takdirde günaha girme ihtimali yüksek olan kimsenin evlenmesi vaciptir. Bir kimsenin davranışlarına yansıyan kişilik bozuklukları sebebiyle evleneceği eşine zulmetmesinden endişe edilmesi hâlinde ise evlenmesi mekruhtur (Mevsılî, el-İhtiyâr, 3/82).

KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan: Fatih SARI- İL VAİZİ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.