İnsan davranışlarının iyi ve kötü nitelikleri açısından incelenmesi ve bu davranışların belli yasalara bağlanması konusu, tek tanrılı dinlerin bel kemiğini oluşturur. Ahlâkı içermeyen ve ahlaklı davranış ile bir dine âidiyeti bir arada değerlendirmeyen herhangi bir din hemen hemen yoktur. Modern çağda değişen bilim anlayışı ahlak tanımını da etkilemiş, diğer bütün bilim dallarında olduğu gibi ahlâkı dinden bağımsız olarak ele almayı ve yeniden tanımlamayı hedeflemiştir. Özellikle büyük Alman filozofu İ. Kant (1724-1804) tamamen akla dayanarak, dinden bağımsız bir ahlak düzeninin kurulabileceğinin mümkün olduğunu ‘Salt Aklın Sınırları İçerisinde Din’ adlı eserinde ispatlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla dinden bağımsız bir ahlak olur mu? veya dinin metafizik kabullerinden koparılmış bir ahlak düzeni ayakta kalabilir mi? vs. soruları modern zamanların ahlak felsefecilerinin tartıştıkları konular arasında yer almaya devam etmektedir.
Ahlâkî yaşam, yalnız başına bir dünya görüşü oluşturamayacağından dînî olsun lâdînî olsun mevcut bir dünya görüşünün çizdiği ‘ideal tip / kemale ermek’ arasında çok canlı bir ilişki vardır. Bireyi ahlaksal davranışlara sürükleyen en önemli faktörlerden biri de bu ‘ideal tip / kemale ermek’ algılayışıdır.
Bu arada dinin, insana ve davranışlarına yüklediği anlam ile hedeflediği toplum yapısı arasındaki paralellikleri bulmak önemli olacaktır. İnsanı ‘ahseni takvim’ üzere yarattığını va’z eden Allah onun davranışlarının da belli bir olgunlukta olmasını istemektedir. Bu talebini de dünya-âhiret boyutunda tanımlayarak, insan kazanımının ancak ‘daha güzel’i yakalamaya çalışmak için vereceği mücadeleyle mümkün olacağını buyurmaktadır: “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır.” Kur’anın birçok yerinde de kazananların ancak ‘sâlih amel’ sahipleri olduğu vurgulanmaktadır. Salih amel de insan davranışlarındaki olgunluk ve güzellik çabasına âit bir tanımlamadır. Dolayısıyla İslam dini insana verdiği değerle, insanın davranışlarının belli bir formatta olgunlaşmasını hedeflemiş ve kendisine inananları bu konuda ciddi uyarılara tâbi tutmuştur
İnsan davranışlarını, yaratan Allah ve yaşanılan yakın çevre, toplum ve fizîkî çevre bütünlüğü içinde gerçekleştirilen eylemler bütünü olarak değerlendirmek gerekir. İnsanın yaratıcıyla olan ilişkisinin formatıyla, yaratılanlarla olan ilişkisinin formatı arasında paralellik vardır. Dolayısıyla insanın yaptığı bütün eylemler ‘ibâdet’ olarak tanımlanmıştır. Bu bakış açısı insanın sadece Allah’ın emirlerini / ibâdetleri yerine getirmekle sorumluluktan kurtulamayacağının ifadesidir. Bir başka ifadeyle insan ilişkilerinde gözetilmesi gereken hakkâniyet ve güzellik ile Allah rızası için yapılan ibâdetler paralel olarak kabul edilmektedir.
Literatürde karşılığı ‘ilmü’l-cemal’ olarak geçen ‘estetik’ güzellik bilimi demektir. Güzelliğin mahiyeti, ilkeleri, güzellik teorileri gibi konuları inceler. ‘Güzel’ öncelikle Allah’ın yaratmasında ifadesini bulmaktadır. Kur’anda Allah’ın yaratıcılığı; “İlk defa vücuda getirme, eşsiz ve örneksiz yaratma” olarak ifade edilmektedir. “Allah güzeldir, güzeli sever” mealindeki hadis de; İslam düşüncesindeki güzelliğin ilâhî bir gerçeklik ve bir değer olduğunu teyit eder. Yaratılanın yaratandan ötürü ‘güzel’ olarak tanımlanması da ‘etik’ bir anlayışı yansıtır. Âlemde yaratılanların bir hikmeti, fonksiyonu vardır. Yaratılanların hepsini sevmek, hoşlanmak zorunda değiliz ama yaratıcının tasarrufu olarak düşünüp belli bir ahlâkî davranma formatı geliştirmemiz gerekir. Sonuç olarak, İslam dini ‘etik ve estetik’ algılayışını insanın değeri ve eylemleri paralelinde değerlendirmektedir. İnsanın değeri ile eylemlerinin değeri birbirlerine bağlanarak, davranışlarda ‘kemâle’ ermek hedeflenmiştir.