Cinayet haberlerini duyduğum zaman aklıma İsmail Hami Danişmend’in bir kitabı gelir: “Garp Menbalarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı”. Allah rahmet eylesin Danişmend, Batılı yazarların eserlerini incelemiş ve bizim ahlâkımıza ait yazdıklarını kaynaklarını da göstererek kitap haline getirmiş.
Batılı, 18. yüzyıl Osmanlı Devleti halkı için diyor ki... “Halk silâh taşımayı pek sever. Piştov, kama, hançer, kılıç ve saire her çeşitten silâhlarla dolaşan insanlar, bunları kullanmayı ve hele müslümanlar için kullanmayı aklının ucundan bile geçirmez. Öfke küpü haline bile gelseler, silâha sarılmazlar”. İnsanların pür silâh “canlı bomba” gibi dolaştığı halde İstanbul'da yılda sadece dört zabıta vakası olduğunu söylüyor. Üçü azınlıklara ait ve para meselesinden, sadece biri bize ait ve basit bir vaka...
1970’li yıllarda... Kütahya’da bir Asmalı Kahve vardı. Yol üzerine kurulmuş, her tarafı gören pencerelere sahip büyük bir mekân... Dışarısını temaşa etmek mümkün iken, içerdeki konuşmalara dikkat kesilirdi herkes. İnsanlar, kenarlardaki kilim ve halılar konmuş sedirlere oturur, işlemeli yastıklara dayanarak konuşmaları dinlerdi. Kahveci, örnek bir açık oturum yöneticisi... Kimse konuşanın sözünü kesmez, zaten konuşması gerekenler kendisini bilir, dinleyenler de kimlerin konuşması gerektiğini bilirdi. İmkân buldukça oraya gider, istifade ederdim. Bir gün bir ihtiyar, o günlerde Kütahya’da işlenen bir cinayet sebebiyle babasından duyduğunu nakletti:
Babası çocukluğunda şahit olduğu ibret verici bir vakayı anlatıyor... Eskişehir’de bir cinayet işlendiği duyulmuş ve bütün Kütahya yasa boğulmuş. Kim kimi öldürmüş bilmiyorlar. Sebebiyle de ilgilenmiyorlar. Sadece bir insanın bir insanı öldürmesine ve bunun yakınlarında vuku bulmasına üzülüyorlar. Müftü Ulucami’de bir vaaz vermiş ve demiş ki... Biz ne günah işledik ki, cinayet bizim yakınımıza kadar geldi. Burnumuzun dibinde bir cinayet işlendi. Bunun için hep birlikte tövbe edelim. Allah bizi affetsin... Yağmur duasına çıkar gibi bütün halk, belirtilen yerde toplanmış... Tövbe etmişler ve Allah’tan af dilemişler.
Çocukluğumda... Ölüm; ya bir hastalık, ya kaza sebebiyle veya savaşta şehit olmak şeklinde olur zannederdim. İlk defa bir cinayet işlendiğini duyduğum zaman dehşete düşmüştüm. Bir insan, bir insanı öldürmüştü. Bütün köy de derin bir yeis içinde idi. Bir adam, kızını kaçırmaya gelen genci öldürmüş, sonra da gidip karakola teslim olmuş... O günlerde insanların yüzünde gördüğüm ıstırabı anlatamam.
Pür silâh, âdeta seyyar bir silâh deposu gibi dolaşan, buna rağmen yerdeki karıncaya bile basmayan, basamayan; bir kuş ötüşüne ağlayan, kuş evleri yapan kuzu gibi bir milleti; silâh yasaklarına, polise, güvenlik kameralarına rağmen en yakınlarını bile öldürecek hale getiren ruhî, içtimaî, fikrî sebepler nelerdir? Sadaka taşını icat eden cemiyeti; yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük haberlerini yadırgamaz hale ne getirmiştir? Nasıl narkoz yemiş gibi bir hale gelmiştir? O devirde… İşvelerine kanmayan Türk beyini, İngiliz (leydi)si, takdirle anlatır… Bugün kendi paralarıyla tezgâhlara gelip, kasetlerle esir alınıyor insanlar.
Everest tepesinden Lut gölüne… Üstelik de nereden nereye geldiğimizin farkında değiliz.