Geçen hafta “FETÖ ile mücadelenin neresindeyiz?” başlıklı bir yazı kaleme almaya başlamıştım. Yazacaklarımı tasarladım… İlk cümleleri yazdım… Araya şu gâvurca “kahraman” yazan yalancı pehlivan girince, günceli kaçırmamak için ondan bahsetmeye öncelik verdim. Bugüne nasipmiş.
Bu nefsinin ve şeytanın esiri, dış güçlerin maşası psikopatla mücadelenin üç ayağı var… Polisiye, adliye ve… Bu ikisi için elden gelen yapılıyor… Ama asıl üçüncüsü mühim ki, onunla bırakın mücadeleyi, gereği hakkıyle idrak bile edilmiyor… Üçüncüsü itikat… FETÖ’nün itikat arızaları; konuşmalarından, yazılarından, kitaplarından bir bir tespit edilmeli ve kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde gözler önüne serilmeli. Daha doğrusu, serilmeli idi. İlk günlerde ve acilen... Hattâ çok öncelerden… Şimdi polisiye ve adliye faaliyetlerine öncelik verilmesi, bir mazeret olarak ileri sürülemez. Zira onu görevlileri yapıyor. Polisiye ve adliyeden daha mühim itikat arızalarını ortaya dökecek olanlar ayrı bir zümre; fikir erbabı…
Bir fikir laboratuvarı çalışması… Objektif… Laboratuvarda en âdi maddeler bile incelenir. Uzmanlık bunu gerektirir… Neleri ihtiva ettiği ortaya konur. FETÖ’nün de, ilim erbabı tarafından İslâm’la alâkası, İslâm’ı ve milletimizin inançlarını istismarı, sapık fikirleri bir bir ortaya konmalı. Laboratuvar ciddiyeti, vekarı, disiplini ile… Diyanet işleri, YÖK, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, partiler vesaire bunu şimdiye kadar yapmış olmalıydı. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı vesaire de mükellefler arasında. Eğer, o hainin ne mal olduğu, kendi konuşmaları, yazıları, kitapları, dergileri, röportajları vesairelerinden, en kendisine bağlı mensubunun bile itiraz edemeyeceği şekilde gözler önüne serileydi işin başında… Emniyet ve adliye daha rahat ve hızlı çalışırdı… Bugün duyduğumuz endişeler ve tereddütler, ikilemler olmazdı. Gözlerinin önündeki pisliği dünya güzeli sanan mankurtlara bile faydalı olurdu. Başlarını dik tutamazlar, suçlarını inkâr edemezler, masum pozları takınamazlar, komik gösteriler yapamazlardı. Aralarındaki insaf sahipleri, bizim yanımızda yer alırdı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böyle bir faaliyet içinde olduğunu biliyorduk. Nihayet Başkan Görmez’in açıklamaları ile Din İşleri Yüksek Kurulu’nun FETÖ raporu kamuoyuna duyuruldu. Geç de olsa… Nihayet, bu hainin itikat sapıklıkları belgeleri ile kamuoyu önüne kondu. Rapor eksik bile olsa dikkatlerin itikat üzerine çekilmesi bile faydadır.
Bu ihtiyacı Diyanet’in raporundan sonra söylüyor değilim. FETÖ konusunda herkesin cemiyet önünde muhasebesini yazılı veya sözlü yapması gerektiğini defalarca söyledim ve yazdım. Kendim de uzun yazılarla muhasebemi cemiyet önünde yaptım. İşte “Herkes muhasebesini yapmalı” başlıklı uzun yazımdan kısa bir ibare:
“15 Temmuz, muhasebe yönünden bir milât…
Bu muhasebe yaygınlaşacak ve kimse sessiz kalamayacak…
En derin ve çetin muhasebe, kanaatimce din tahsili yapanlarda ve din temalı kişi ve kurumlarda… Onu bir zamanlar övenler, ona “âlim” diyenler, faaliyetlerini yere göğe sığdıramayanlar, şimdi susmakla mesuliyetten kurtulamazlar… Başkaları söylediklerini önlerine koyup hesap sormadan kendilerinin muhasebelerini yapmaları, daha hayırlı olur. Bildiklerini söylemekten çekinenler… Tehlikeyi ciddiye almayanlar, fark etmeyenler… Er veya geç cemiyet önünde muhasebelerini yapmak durumunda kalacaklar. Gecikme işi daha da zorlaştıracak ve farklı mânâlara çekilmesine sebep olacak.
Karanlıkla mücadelenin en kestirme ve kesin çözümü, ışık yakmak… Menhus kişinin itikat arızalarını; kitaplarından, konuşmalarından, hayatından bulup çıkarmak ve itiraz edilemeyecek şekilde cemiyet önüne sermek, onunla ve hempalarıyla ve perde gerisindeki destekçileriyle mücadelenin en kesin ve kestirme yoludur.” (Kardelen; sayı 90, Ekim/Aralık 2016)