Ana muhalefet partisi genel başkanı; dışişleri bakanının,“gelmiş geçmiş en çapsız dışişleri bakanı” olduğunu iddia ediyor… Bu durumda, önceki bütün dışişleri bakanları, şimdikinden bir gömlek üstün oluyor… Daha önce dışişleri bakanlığı yaptığı için ‘bir gömlek üstün´ olduğunu zımnen kabul ettiği başbakan için de, “gelmiş geçmiş en çapsız başbakan” diyor… Dışişleri bakanlığında ‘bir gömlek üstün´, başbakanlıkta “en çapsız”… Olur mu, olmaz mı, onu sözün sahibine sormalı. Tabiî bu arada, kendisinin “çaplı” olduğunu, en azından insanları değerlendirecek“çapta” olduğunu da, zurnanın deliğinden ilân ediyor.
Sayın genel başkan, –doğru veya yanlış– bir TEŞHİSTE bulunuyor.
Bu teşhis DOĞRUYSA, eyvah!..
Memleket kimlerin elinde!..
Başı “çapsız” olan hükümetin diğer bakanları “çaplı” olabilir mi? Olsa ne yazar!..
Teşhis doğruysa eyvah “çapsızların” eline kalmışız.
Sayın genel başkanın teşhisi doğruysa, çapsızların eline kalmaktan daha beteri var…
Bu durumda milletimizin yarısına yakını, doğru teşhisler koyan “çaplı” ana muhalefet partisinin değerli genel başkanını anlayamayacak, bu sebeple de onu ve partisini değil de “çapsızları” ve onların partisini iktidara getirecek kadar “çapsız”oluyor. Sayın genel başkan millete “çapsız” dediğinin farkında değil…
Eğer, ana muhalefet partisi genel başkanının teşhisi YANLIŞSA…
Yine eyvah!..
Ana muhalefet partisi genel başkanının teşhisi yanlışsa, doğru teşhis koyamayan bir“çapsızı” genel başkan seçen ve onda ısrar eden bir iktidar adayı –her ne kadar bir hayalse de, en azından iktidara en yakın– parti var…
Bu kadar da değil… Bunun da, daha beteri var…
Memleketin aşağı yukarı üçte biri, doğru teşhisler koyamayan o “çapsızın”, teşhiste bulunayım derken, destekli desteksiz hakaret ve iftira etmekten çekinmeyen o lâf ebesinin ileri geri sözlerine “hıı” diyor, konuşmalarını alkışlıyor…
Eyvah ki, ne eyvah…
Al birini, vur ötekine…
Aşağı tükürsen iktidardaki parti, yukarı tükürsen ana muhalefet partisi…
İtham eden sadece o mu?.. Çoğunlukla siyasîler, birbirlerini hep itham ediyorlar… Hiç biri, diğerinde bir değer görmüyor… “Değer görmüyor” demek iltifat oldu. Değer görmemekten öte, birbirlerini en ağır hakaretlere müstahak görüyorlar.
İnsan konuşmadan önce, lâfın nerelere uzanacağını, kimlere neler söylemiş olabileceğini düşünmeli… Ağzından çıkanı kulağı duymalı insanın… Düşünüp de konuşmalı… Atasözümüz, “gırtlak dokuz boğum, sözün sekizini yutmalı, birini söylemeli” der. Yani sözü, ağzımızdan çıkana kadar dokuz elekten geçirmeli. Sözü ağzından çıkardı mı, onu esiri olur insan…
Bazı siyasîler, milleti etkilemek için ‘konuşma dersleri´ alıyorlarmış… Önce susma dersleri alsınlar… “Susmasını bilenin konuşması daha aydınlatıcı olur. Sükûtta hem sessizliğin aydınlığı, hem konuşmanın faydası gizlidir.” (Şems-i Tebrizî). Ayrıca seslerini ayarlama dersleri de almalılar. Sinek vızıltısının, gök gürültüsü yapılabildiği bir devirde, bağıra bağıra konuşmanın abesini öğrenmeliler. “Sesi değil, sözü yükseltmeli… Yaprakları gökgürültüsü değil, sessiz yağmurlar yeşertir.”(Mevlâna). Hakareti değil, fikri yükseltmeli.
Dikkat ediyor musunuz, siyasîlerin; hangi konu olursa olsun, ne düşündüğünü, ne yapacağını ve ne söyleyeceğini merak etmiyoruz. Çünkü susmasını bilmiyorlar. Daha merak etmemize zaman kalmadan konuşuyorlar. Kimin ne söyleyeceğini, kimin kime nasıl hakaret edeceğini önceden kestirebiliyoruz. Susmaları için –hiç olmazsa az konuşmaları için– bu bile yeter…