Başta fikir ve iman olmak üzere her şey kendi kelimeleri ile anlaşılır ve anlatılır. Tıp terimleri ile hukukî bir meseleyi konuşamazsınız, mülkiyet komünizmde hırsızlık, İslâm’da, hak, kapitalizmde güç demektir. Mukaddeslere hakareti de kendi kelimeleri ile haber yapmak gerekir. Kur’ân’a hakaret demek en azından bilgisizliktir. Söz konusu edilmesi gereken Mushaf sayfalarıdır.
İsveç’te Rasmus Paludan adında biri, 21 Ocak’ta şeni bir eylemde bulundu. Daha önce sadece İsveç’te değil, Hollanda ve Danimarka’da da böyle teşebbüsleri olmuştu. Fransa ve Belçika’dan kovulmuş, Danimarka’da ırkçılıktan hüküm giymiş; parti kuruyor, yüzde 2’lik barajı geçemiyor. Bütün bunlara; menfur eylemlerini cami önlerinde ve sonuncusunu büyükelçiliğimizin önünde yapması da eklenince, bâtıl da olsa bir dâvâya kendini adamış, kahramanlık istidadı olan bir gözükara değil, hain tertipler için kullanışlı, fikirsiz ve seviyesiz bir kukla olduğu anlaşılıyor.
Bu kuklanın Mushaf yapraklarını yırtıp yakma haberi, bizde de, dünya medyasına hâkim zihniyete paralel olarak “Kur’ân’a hakaret” diye verildi. Oysa İlâhî Kelâm’a zemin olan sayfalara, kâğıtlara hakaret kastıyla müdahale, İlâhî Kelâm’a uzanmaz, uzanamaz. “Kişi ne ederse, kendine eder” kimsenin Kur’ân’a hakarete gücü yetmez. Kimse onun yüce mânâsına zerre halel getiremez, birkaç kâğıt telef etmiş olur, o kadar. Buna yeltenen, rüzgâra karşı kusmuş ve yüzünü, içinin maddî ve mânevî ufûnetine belemiştir. Kur’ân’a yekpare iman etmiş ve hayatını ona adamış bir millet olarak bunu en iyi bizim bilmemiz gerekir. Bizde de konjonktüre uygun haberlere yer verilmesine bakarak, tarihteki ve bugünkü halimizi teşhis edebilir, farkı görebiliriz.
Çocukluğumdan hatırlıyorum; mushaf ile Kur’ân-ı Kerîm birbirinden ayırt edilerek konuşulurdu: “Mushaf’ı getir Kur’ân okuyalım” denirdi... Tek parti zulmünü anlatan şöyle demişti: “Candarma geldi, biz Kur’ân öğreniyorduk, önümüzden Mushafları aldı ve yere attı”. Yırtılan sayfalar için ciltçiye götürüleceği zaman Mushaf denirdi ve ciltçi, onun zarar gören sayfalarını tamir ederdi, Kur’ân’ın değil, Mushafın sayfalarını tamir ederdi. Olayları; bize servis edildiği gibi değil, hakikatiyle görmek ve değerlendirmek lâzım.
Diplomanızı birisi eline geçirse ve yaksa... Zaten duvarınızda asılı, gizli bir kasada değil. Siz mesleğinizden mahrum mu kalırsınız? Senin o mesleği hak ettiğini beyan eden bir kâğıt telef edilmiştir, o kadar. Bir nüsha daha çıkartmak, küçük bir bürokratik işlemdir. Diplomanızı yakan zavallı, “seni mesleğinden mahrum ettim” dese ona öfkelenir misiniz, güler misiniz? Her hangi bir kitabın; değil birkaç sayfası, binlercesi yakılsa, o kitap ortadan kaldırılmış olmaz. Buna teşebbüs eden, kendisini gülünç duruma düşürmüş olur sadece. Zavallı yel değirmenlerini dev cadılar zannediyor. Nitekim malûm kişi, teşebbüsünün bir şey ifade etmediğini hissediyor ki, daha önce defalarca yaptığı menfur hareketini her cuma tekrar edeceğini söylüyor. Göze ilâç damlatma âletiyle okyanusları boşaltacak.
Tek suret diplomayı yakmak gülünç de, dünya nüfusundan fazla nüshası bulunan, bir ismi de “El-Kitab” (Kitap hakikatinin ta kendisi) olan, bir “Kitab”ın bir nüshasının birkaç sayfasını yakıp, büyük bir şey yaptığını zannetmek gülünç değil mi? O zavallıya ve şeni fiiline değer ve kudret atfemek ahmaklık değil mi? Sayılamayacak basılı nüshalarından ayrı plâk, kaset, video, bant nüshaları bulunan kitaba kim ne yapabilir, onu yok etmeye kimin gücü yeter? Hatlar, tezyin edilmiş yazılar, şahane levhalar, müzelerde sergilenenler de cabası... Kullanışlı ahmağın ne gülünç ve olmadık bir işe kalkıştığını ve nelere âlet edildiğini görüyorsunuz değil mi? Hattâ muhal farz, yazılı ve görüntülü bütün nüshaları yok etse, bir tek mushaf bırakmasa ne yazar? Kur’ân’ın değerinden, o takdirde bile, bir zerre eksilmez, hattâ buna rağmen yaşadığı görülür ve şanı yücelir. O ve kendisinde bu aptalca fiile izin verme yetkisi olduğunu sanan İsveç hükümeti ile bu zavallıları programlayanlar küçülür. O zavallının ve ondan da zavallı İsveç hükümeti mensuplarının ve perde gerisindekilerin idrak edemeyeceği kadar HAFIZI bulunan ve sayısız kişinin ezberinde olan kitaba kimin gücü yeter? Hafızı bulunan tek kitabı yeryüzünden kaldırmaya kimin gücü yetebilir?
Dikkat ettiniz değil mi... Sadece ilâhî vasfı sayesinde ortaya çıkan kemiyet üstünlüğüne, sayı üstünlüğüne işaret ettik. Tek koluyla başpehlivan, rakibini ilk dakikada yendi. İlâhî keyfiyetini ve korunmasının bizzat gönderene ait olduğunu bile dile getirmedik. Kemiyet üstünlüğü karşısında bile düştükleri acze bakın. Güliver’in cüceleri, toplu iğneden kılıçlarıyle devlerin karşısında... Bir fiske bile vurmaya değmeyecek bu palyaçolara devler ne yapsın? Devler, zavallıları oynatan kuklacıyı görsün, bunları düşman saymaya bile tenezzül etmesin. Ancak İsveç hükümetinin şeni fiile “izin” vermesi, üstelik faili “koruma” altına alarak saygısızlığa meşruiyet kazandırma hadsizliği cezasız kalmamalı. NATO konusundaki vetomuza kıymet vermemesi de karşılıksız kalmamalı. Tarihteki ve bugünkü mevkii, düşman tarafından bile kabul edilen bir devleti ve milleti, kimse yetki kullanamama acziyetine düşürtemez.
Propaganda furyası; Kur’ân’a hakaret edildiği, edilebildiği, hakaret karşısında başta lideri olmak üzere, bütün İslâm dünyasının âciz kaldığı telkini yapıyor. Bizi bunun ezikliğine düşürebileceklerini sanıyorlar. Sivrisinek vızıltısı, fırtına alâmeti gök gürültüsü diye yutturulmak isteniyor. Devler, Donkişotlar panayırındaki oyunları görsün ve insanlığın muhatabı “Kitab”ın, muhtevasına ve mesajlarına fikirle cevap verilemediğini anlasın artık.
İnsanlık haysiyeti; “SON KİTAP” ve “SON PEYGAMBER” hakikati karşısında bâtılın; bütün şubeleriyle, temsilcileriyle, güçlüleriyle, fikircileriyle ve soytarılarıyle âciz kaldığını ve böyle oyunlara bel bağlamaktan başka çareleri olmadığını anlayacaktır.