Kur’anın öğrettiği, Hz.Muhammed’in bellettiği şekilde “Hacı” olmak, mânen arınmak, feleklerin ve meleklerin gıptasına muhatap olmak elbet şereflerin en yücesi, keremlerin incisi, hediyelerin birincisidir ama keşke “Ama”lara inat haccın bütün güzellikleri çiçek çiçek hayatımızın, nokta nokta duygu ve düşüncelerimizin, zerre zerre amellerimizin ve emellerimizin, hece hece kelâmımızın ve eylemimizin İslam’ın iffet ve izzet mengenesinde kristalize edilmesinin dokusu ve kokusu olsa ve âh bir olsa... “Olsa”lar olsa, olsalar ile neler olmaz ki...
Yârin ikindi namazını müteakip Orhangazi camiinden dualarla uğurlayacağımız, dönünceye kadar yollarını hasretle gözleyeceğimiz, döndüklerinde avuçlarının içinde cennet râyihasını buram buram koklayacağımız bütün hacılarımızı tenzihen, Ziya Paşa’yı da dinlemeden geçmek ne mümkün! Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı degalde / Çok hacıların çıktı haçı zîr-i begalde. Yani: Vefasız, hilekâr adama ümit edip bel bağlama, güvenme. Çünkü çok hacıların koltuklarının altından haç çıktı. Hacı değil acı oldular, sıfatlarına nail ve layık olmadılar, olamadılar...
Hac, İslam’ın beş temel farzından biri olup, sağlık ve mâlî durumu yerinde olan müminlerin ömürlerinde bir kez yapmak mecburiyetinde oldukları bir ibadet, evrensel senelik bir kongredir... Kongre üyesi; dilleri, ülkeleri, kültürleri, gelenekleri, renkleri apayrı olan milyonlarca delegasyon tarafından, dînî ve dünyevî görüşülmeye değer her meselenin müzakere edildiği ve bütün beşerî, siyâsî, iktisâdî, sosyal hâdiselerin, akla gelen ve gelecek olan boyutlarının, perspektiflerinin irdelendiği, kurcalandığı, çözümlerinin yapıldığı veya alternatif tekliflerin getirildiği bir fikir platformu, bir karar parlamentosudur...
Haccın özü budur... Ve böyle olması da icap eder... Eder de!.. Heyhât ki, bu gün zarfla mazrufun insicâmı hem ahenk değil!.. Büyük allâme, İslam âleminin hürriyet atası, Pakistan’ın fikir babası İkbal diyor ki: Dünyada en çok sevdiğim şey, hacıları ve umrecileri ziyaret etmektir. Çünkü ben onları ziyaret ettiğim de, o an Mekke’yi ve Mekke’deki mükerrem makamları, Medine’yi ve Medine’deki münevver mekânları görürüm. Bu temâşânın zevkini ve lezzetini hiç mi hiç anlatamam ve hiçbir şeye değişemem... Lâkin hacıları ve umrecileri her ziyaretim de, onların değişmeyen müşterek bir özelliği dikkatimi çeker. İşte aklımı başımdan alan ve içimi yakıp kavuran onlar; onların hepsi de oralardan ‘misvak, hurma, zemzem’ gibi aynı hediyelerle dönüyorlar. Ne olaydı, keşke hacılarımız Hz.Ebu Bekir’in sadâkatini, Hz. Ömer’in adâletini, Hz. Osman’ın sahâvetini, Hz. Ali’nin şecâatini getirselerdi de, onlara baka baka kurtulsaydık, kurtulabilseydik... Çünkü onlar kurtulmaya muhtaç kimsesizlerin kimseleri, örnekleri, numûneleri ve simgeleri...
Onların, Allah katındaki değerlerini peygamberimizden dinleyelim mi! “Hacılar ve Umreciler Allah’ın elçileridir. Allah, onları çağırdı, onlar da bu dâvete icâbet ettiler. Onlar, Allah’dan ne isterlerse, Allah, onlara istediklerini verecektir. Kim gönül kırmadan, günah işlemeden Allah rızası için hacca giderse, annesinden doğan bebekler gibi günahlarından arınmış olarak yurduna döner. Kim sevabını yalnız Allah’tan umarak, Medine’de beni ziyarete gelirse, kıyamet gününde ben onun şâhidi ve şefaatçısı olurum.”
Selâm, bu kutlu yolculuğun mutlu yolcularına ve kara sevdâlılarına... Selâm, selâmet ve emniyet kapısı olan bâb’us selâmdan / selâm kapısından Kâbe’ye girecek bahtiyarlara... Sayısız selâm olsun, Yurdumuzun ve İlimizin bütün mâlum ve meçhul isimlerinden rüyalarımızı süsleyen oralara… Selâm olsun, mükerrem şehir Mekke’ye, nûr şehir Medine’ye… Selâm olsun, oraları mukaddes ve muazzez eyleyen Kâbe-i Muazzama’ya, Ravza-i Mutahhara’ya, Mescidün Nebeviyye’ye, Arafat’a, Müzdelife’ye, Mina’ya, Safa ve Merve’ye, Hacerül Esved’e, Zemzeme, Hıra ve Uhut dağlarına, Sevr Mağarasına, Kuba, Kıbleteyn ve Yedi Mescitlere, Bedir’e, Hendek’e, Hayber’e, Cennetül Muallâ’ya ve Bâki’ye… Selâm olsun, derin vâdilere, uçsuz-bucaksız sahrâlara, Kâbe’ye kıyam eden sayısız yamaçlara, semâdaki yıldızlara inat vahâları dolduran kapkara taşlara, inci çakıllara, un misâli kumlara... Özlenen oralara binlerce selâm, kerrelerce selâm, kürrelerce selâm olsun…