“Heyte lek / Hadi gelsene!” âyeti, Yusuf suresinde geçmektedir. Büyük allâme Atâ der ki: “Üzüntüden, kederden, ıstıraptan, acıdan sarsılan hiçbir kimse yoktur ki, Yusuf suresini dinleyip de huzura ve kurtuluşa kavuşmamış olsun...” Yahudilerden bir grubun, peygamberimizin bu sureyi okuduğunu işittiklerinde, İslâm’ı kabul ettikleri rivâyet edilir. Mekke müşriklerinin, peygamberimize ve Müslümanlara ezâ ve cefâlarının yoğunlaştığı ve hassaten yirmi beş senelik hayatını, servetinin tamamını ve son nefesine kadar bütün enerjisini İslam’a armağan eden iffet âbidesi eşi Hz. Hatice’nin ve Müslüman olmadığı halde hiçbir desteğini esirgemeyen amcası Ebû Talip’in ölümlerini “Hüzün yılı” olarak değerlendiren günlerin akabinde Mekke’de nâzil olan bu sure, peygamberimizin ıstıraplarına eman ve derman olmuştur. Geçmiş milletler hakkında kâh meraklarını gidermek ve kâh bilgi sahibi olmak ve ibret almak için ilk Müslümanlar, peygamberimize; “Bize kıssa anlatsan olmaz mı?” dediklerinde, “Sana bu Kur’an-ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz” diyen yüce Mevlâ, Yusuf suresini indirdi.
Evet, inanan ve inanmayan, erkek ve kadın herkesin nefes nefes, özellikle aşk ve sevdâya müptelâ genç kızların ve delikanlıların mutlaka nokta nokta ezberlemek üzere, kafalarını çatlatırcasına, yüreklerini doldururcasına ısrarla okumalarının gerekli olduğu Yusuf suresi...
Hz.Yakub’un on iki erkek evladından biridir Hz. Yusuf. Babasının yanında çok özel bir yeri olan Hz. Yusuf henüz on sekiz yaşlarında iken, on bir yıldız, Ay ve Güneş’in kendisine secde ettiklerini gördüğüne dair rüyasını babasına anlatmıştı. Babası da ona peygamberlik ve rüya tabiri etme kabiliyeti verileceğini müjdelemişti. Bir gün kardeşleri, onu gezdirmek için kıra götürmüşler, sonra da kuyuya atmışlar, babalarına da “Onu kurt yedi” diyerek yalan söylemişlerdi. Bu plan ve tuzağa inanmayan baba, “Artık bana düşen güzel bir sabırdır” diyerek ulu yaratana ilticâ eyledi. Üç gün kuyuda kalan Yusuf bir kervan tarafından kurtarılmış ve yok fiyatına köle olarak Mısır’ın Mâliye Nâzırı Futayfar’a satılmıştı. Görülmemiş bir endam ve güzelliğe sahip olan bu gence, Futayfar’ın hanımı Züleyha âşık olmuş, aşkına karşılık göremeyince de olanlar olmuştu...
Gerisini Kur’andan dinleyelim: “Evinde bulunduğu kadın gönlünü ona kaptırıp ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek ‘Haydi gelsene!’ dedi. O ise, Allah’a sığınırım, çünkü o kocan benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zâlimler kurtuluşa eremezler dedi. Andolsun kadın ona göz koyup istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı Yusuf’da ona istek duyacaktı. Biz ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.”
... Saraydaki bu aşk dillere düşmüştü. Züleyha’yı yeren ve kınayan nice ünlü kadınlar, onu görünce, bıçaklarla meyvelerini soyarken şaşkınlıkla ellerini kestiler ve “Hâşâ! Allah için, bu insan değil, ancak şerefli bir melektir” dediler.
... Ve on iki sene süren zindan günlerinden sonra, suçsuzluğu sâbit olunca hürriyetine kavuşan Hz. Yusuf otuz yaşlarında Mısır’a Melik oldu. Yedi sene sürecek kıtlıkla kırılan insanlar onun iânesiyle ve şefkatiyle doydu ve korundu.
... Birinci kez zahire almaya gelen anneden ayrı on kardeşini tanıdığı halde kendisini tanıtmayan Hz. Yusuf, ikinci gelişlerinde üvey kardeşleri ve öz kardeşi Bünyamin ile hasret giderdi. Yirmi iki yıllık ayrılık hasretiyle yanıp yakılan, evlat acısıyla “Hüzün ve kederden gözlerine ak düşen” babasına kavuşmadan, kardeşleriyle gönderdiği gömlek babasının gözlerine devâ oldu ve âile Mısır’da tekrar buluştu...