Devlet insanoğlunun geçmişinden bu yana gelen sosyolojik bir vakıadır. İnsanlık için olmazsa olmaz bir aygıttır. Bu aygıtın oturduğu temel meşruiyettir. Meşruiyet ise iktidar olmanın, yönetmenin ahlakiliği meselesidir. Devleti kim idare edecek? Hangi merci dikkate alınarak yönetilecek? Bu işin usulü nasıl olacak?
Tarih içinde bu meşruiyet sorunu muhtelif biçimlerde çözüme kavuşturulmuştur. Floransalı Makyavel’e kadar hükmetme yetkisi din-kültür-medeniyet fark etmeksizin göklerde aranmıştır. Meşruiyete tanrısal bir güç atfedilmiştir. Makyavel ile iktidar göklerden alınıp yeryüzüne indirilmiştir. İktidarın kaynağı halk ve bilim olarak temellendirilmiştir. Pozitivizm ve demokrasi. 1789 Fransız İhtilâli ile bu süreç vücut bulmuştur. Muktedir bundan sonra idare etmek için tanrı ile değil Vesfalya antlaşmasıyla oluşturulan Ulus ile sözleşme imzalayacaktır. Bu tarihten sonra dünya devletleri her zaman bu yöne doğru evirilmiştir. İktidarın meşruiyetini çoğunluk ve liberal değerler oluşturmuştur. -Liberal değerler olmadan demokrasiyi düşünemeyiz. – Çoğunluk kendi başına bir şey ifade etmez. Çünkü çoğunluğun koruması gereken bir esasın mutlaka bulunması gerekir. Modern-ulus devlet yapısında savunulan değerlerin esası ve olmazsa olmazı insan haklarıdır. Yani insan hakları meselenin esas noktasını oluşturur ve bu değerler asla tartışılamaz. Çoğunluk bunu korumakla mükelleftir. Bu değerleri korumayan iktidar hem meşru hem de ahlaki bir iktidar olamaz. Politika adamı iktidar olabilmek için demokratik usulleri ve liberal esasları dikkate alarak propaganda yapacak. Sözleşme imzaladığı halkın istediğini yapacak istediğini söyleyecektir. Burada ortaya çıkan mesele ise böyle bir usulün ahlaki olup olmadığıdır. Bireyler hep kişisel menfaatini ister. Bir belediye seçimi olsa adaylardan iş ister. Aday iş vaat eder. Doğrular halkın doğrularıdır. Hakkın doğruları belki kısmen dikkate alınır.
Hâkimiyet milletin midir? Yoksa Hâkimiyet Hakk’ın mıdır? Türkiye’nin ve de Dünya’nın esas meselesi işte bu sorudur. Bizler Hakk’ın kelamı ile mi icraat yapacak, yönetileceğiz? Yoksa pozitivizm ışığında oluşturulmuş aklın bize sunduğu liberal esaslar üzerinde mi devam edeceğiz? Hakk’ın koyduğu değerler ile Liberal değerleri sentezlemek ise asıl büyük tahrifatçılıktır ve bu sentezleme her zaman İslam’ın aleyhine olacaktır, oluyor da. Bu sentezlemelerden ne hezeyanlar çıkıyor. Bu yolla ilk önce Osmanlı tamamıyla silinip atılıyor, sonra koskoca İslam Tarihi silinip atılıyor, ardından hadisler ardından ayetler, ardından sureler, bu yolla Müslümanlar tarihsiz ve imansız olarak bırakılıyor. Müslüman nerden nasıl ve niçin dünyaya geldiğini bilmeyerek kuru bir güruha dönüştürülmek isteniyor. Ve ardından gelecek olan nedir peki? Dindir bu apaçık ortada. İslam dini bütünüyle hayattan soyutlanacak tarihi bir vakıa olarak tarih kitaplarında anlatılacaktır. -Ama buna asla izin vermeyeceğiz.-Bu öyle bir sinsi tezgâh ki Müslümanlar bu tezgâha kolayca düşebiliyor.
Bu meselenin de esasına inersek önümüze epistemoloji gelir. Yani bilginin kaynağı nedir? Bir taraf kesin bir hükümle akıl diyor, aklı esas alarak değerlendirme yapıyor-vahiy de dâhil- diğer taraf ise bilginin kaynağını vahiy olarak kabul ediyor ve bütün olguları vahiy merkezinden yorumluyor.-akıl da dâhil- İkisinde de diğerini tamamıyla silip atma yoktur. Sadece önem noktasında bir sıralama farkı vardır. Aklı ön plana alanlar vahyi ve sünneti tevil ediyor. Bu yolla ortaya bir şirk mevzuu çıkıyor. Çünkü aklı ön plana almak bir yerden sonra tevhidi akamete uğratıyor. Bugün geldiğimiz noktada dinlerin Protestanlaşması şirkin başka bir versiyonunu piyasaya sürmüş bulunmaktadır. İslam dini Protestanlaştırılmak isteniyor.
Bütün bunların üzerine ben Hâkimiyet şartsız ve ortaksız Hakk’ındır düsturuna iman ediyorum. Bu konu da ortak kabul etmiyorum. Seçilen iktidarın bu minval üzerine seçilmesi taraftarıyım ve demokrasiyi ahlakî bulmuyorum. Çünkü bir lider demokratik usûllere ve liberal esaslar üzerinden propaganda yapmasını doğru bulmuyorum. Hatta bizzat propaganda yapmasını doğru bulmuyorum. Hüküm Allah’ındır. O bize bilmediğimizi öğretendir. En iyisini ancak o bilir. Her yaptığında bir hikmet vardır. Bize şer gibi görünen şeyler de kim bilir ne kadar hayırlar vardır. İnsanlar akıl yoluyla Allah’ın hükmüne şirk koşuyor. Bunu da açıktan kabul edemedikleri için tevil yoluna gidiyorlar. Akıl ve kalp İslam’a iman etmezse gideceği yol ancak vehim ve kuru bir zandan ibaret olacaktır. Geçen haftalar da değindiğim bu konu, Müslümanların istikbalini belirleyecektir. Her açıdan yeni ve Müslüman bir dünyanın esas mevzuudur.