Amerika Birleşik Devletleri´nde üç Müslüman öldürüldü… Baktım, nur yüzlü gençler… Bir doktor ile hanımı ve baldızı… Suratındaki huşunetten İslâm nefreti ayan beyan görülen komşuları bir cani tarafından “taammüden” (bilerek ve tasarlayarak) “infaz”… Gizli değil, açıkça... Katil, daha önce belindeki silâhı göstererek defalarca tehdit emiş. “Barakat´ın yakın arkadaşı yönetmen Kenan Demir, ırkçı katilin üç genci tehdit ettiğini anlattı: Bu kişi, Deah´ın eşine, sen neden başörtüsü örtüyorsun; siz neden Müslümansınız; ne işiniz var Amerika´da, diyormuş. Öldürülen kızların babası da ‘Bu bir infaz… Park yeri kavgası değil, nefret suçu. Her birinin başında kurşun vardı. Adam kızıma ve damadıma defalarca musallat oldu, diye gözyaşı döktü.” (Yeni Şafak, 13.02.2015). Cana kıyacak ve cezayı göze alacak kadar nefrete bakın… Öldürülenler, İslâm nefreti ve düşmanlığının hedefi oldukları için inşallah şehittirler. Allah rahmet eylesin…
Yunus Emre´nin ifadesiyle, “gök ekini biçmiş gibi”… Kendimden biliyorum, herkesin de yakınlarını kaybetmiş gibi üzüldüğüne eminim. Doktor, Türkiye´de Suriyeli sığınmacılara bir yıl ücretsiz hizmet vermiş. İnsanlık ne hale gelmiş ki, ABD basını, –bırakın kınamayı– küçük bir haber olarak bile ele almıyor cinayeti. Haber yapanlar da, “park yeri kavgası” diyerek olayı saptırıyor; cani için de “problemli bir hasta” diyor. Öyleyse şunu demek hakkına sahibiz: Cani, Batı´dan bir numune… Demek Batı´da, “problemli hastalar”, cinayet işleyecek kadar zıvanadan çıkmış. İslâm nefretini tabiî gördükleri, Müslümanın öldürülmesini mühimsemedikleri için medya gibi devlet de olayla ilgilenmiyor. Haydi, basın İslâm düşmanlarının kontrolü altında; devlet neden –dilinin ucuyla olsun– kınamaz? İslâm dünyasında aynı şekilde kendilerinden öldürülenler olsaydı, bütün Batı medyası ve devletlileri ayağa kalkmaz mıydı? O zaman cani, “problemli bir hasta” değil, falan “İslâmî terör örgütüne bağlı” cinayet makinesi olurdu. Hep birlikte yaygarayı basarlardı: “İşte tarlanızın ürünü”… Bunca tecrübeden sonra artık bunu görmeyen kalmamıştır her halde.
Batı; –halk değil– (konjonktüre) hâkim olanlarının diliyle, Müslümanlara, ikinci sınıf halk olmayı kabul etmiyorsanız, “size yer yok” diyor. İslâm düşmanlığı ve nefreti, bu cinayeti plânlamış, “taammüden infaz” yaptırmış olabilir… Veya ferdî bir harekettir… Netice aynı yere varır… Hedef, kendilerinin örük verdiği teröre tepki adı altında İslâm´a düşmanlık… Gördüğünüz gibi, artık kontrol edilemiyor ve beklenmedik yerlerden patlıyor (imajı)… Batı´da (imajı) esas alarak hakikate kıymak, yani ikiyüzlülük o hale geldi ki, medyasının ve devletlilerinin bu “taammüden” sükûtuna sessiz kalınamaz. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın sözlerine katılmamak mümkün değil: “Sayın Obama´ya sesleniyorum, ‘Neredesin Başkan´ diyorum. Dışişleri Bakanına, Biden´e sesleniyorum, ‘Neredesiniz´ diyorum. Biz siyasîler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Tavrımızı ortaya koymak zorundayız. Çünkü halk size oylarını ‘benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın´ diye veriyor. Eğer siz, bu tür bir olaylar karşısında sessiz kalırsanız dünya da size her zaman sessiz kalacaktır. Unutmayın dünya beşten büyüktür.” En yetkili siyasîlere isimleriyle hitap etmesi ve üslûbu, “siyasî nezakete uymuyor” denilerek yadırganmamalı…
Kimse bir devlet adamının, başka devlet adamlarına böyle bir üslûpla hitap etmesi, –tabiri caizse “fırça atması”– doğru değil diyemez. Aş taştı, kepçeye paha yok. Asıl onların sessiz kalışı nezaketsizlik… Canı yanana nasıl feryat edeceğini söyleyemezsiniz… Nitekim muhalefetten de bu konuda bir tenkit olmadı ve bu yazı hazırlanırken, –cinayetten 3 gün sonra– nihayet Obama, dilinin ucuyla cinayeti kınadı. Ajanslar, açıklamanın Erdoğan´ın tenkidinden sonra yapıldığına işaret ettiler. Obama´nın açıklama yapmak zorunda bırakılışına da dikkat ederek, basınımızın ve siyasîlerimizin böyle bir söylemi ve üslûbu yerinde bulmaları, hattâ “az bile” demeleri, kendilerine; o sözleri söyleyenden daha fazla itibar kazandırır. Doğru söylemeye dilleri varmıyor denilmesi mi, rakiplerinin doğru sözlerini takdir edecek kadar haktan yanalar denilmesi mi tercihe şayandır?