Allah Resûlü, bir gün amcasının oğlu Abdullah b. Caʻfer’i bineğinin terkisine almış gidiyordu. Derken ihtiyaç gidermek için durdu. Ensardan birine ait bir hurma bahçesi duvarının arka tarafına geçti. Bahçede bağlı bir devenin bulunduğunu gören Allah Resûlü ona doğru yöneldi. Zavallı deve Peygamber Efendimizi görüp inlemeye başladı, gözlerinden yaşlar süzülmekteydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, devenin yanına vardı ve şefkatli elleriyle onun kulaklarını okşamaya başladı. Hayvancağız hemen sakinleşiverdi. Zavallı hayvanın aç bırakıldığını anlayan Rahmet Peygamberi, “Kim bu devenin sahibi? Bu deve kime ait?” diye seslendi. Ensardan bir delikanlı, “O benimdir, ey Allah"ın Resûlü.” diyerek cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona döndü ve “Sana verdiği şu deve hakkında Allah"tan korkmuyor musun? Bu hayvan bana, senin onu hem aç bıraktığını hem de yorduğunu şikâyet etti!” buyurdu. Devenin lisan-ı hâli, zayıf ve yorgun düşmüş bedeni, insana çok şey anlatıyordu. Kâinata şefkat ve merhamet nazarıyla bakan Resûl-i Ekrem de bu dilsiz hayvanın acıklı hâline tercüman olmuş, sahibine hayvanların birer emanet olmaları dolayısıyla, onların haklarına riayet edilmesi gerektiğini hatırlatmıştı. Zira hayvanlar, Allah Teâlâ’nın mülkünde olan, O’nun, istifade etmeleri için kullarının hizmetine sunduğu ve ancak merhametle muameleye izin verdiği birer emanetti.
Yüce Allah tarafından hayvanlardan bazısı binek, bazısı yük taşıyıcı olarak; bazısı ise etlerinden, sütlerinden, balından, yün ve kıllarından yararlanılması için insanın hizmetine sunulmuştur. İnsanlar için sayısız faydaları olan ve hayatı kolaylaştıran hayvanlar, aynı zamanda estetik bir değer olarak da doğanın bir parçasıdırlar. Çeşitli güzellikleri barındıran hayvanlar, tabiatın süsüdür ve Allah Teâlâ, kullarının bu güzelliklerin farkına varmalarını, onlar üzerinde tefekkür etmelerini ve bu vesileyle kendisini anmalarını istemektedir.(Nahl 5-8) “Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır.” buyuran Cenâb-ı Hak, insanların hizmetine sunulan hayvanların aynı zamanda bir ibret vesilesi olduğunu bal arısı örneğinde şu şekilde bildirmektedir: “Rabbin bal arısına: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir." diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” ( Nahl 66) “Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!” (Ğaşiye 17) âyetiyle de mucizevî bir yaratılışa sahip olan deve örneğinde bu canlıları yaratan Allah’ın üstün kudret ve keremine işaret edilmektedir.
Allah Resûlü, yaşadığı coğrafyanın etkisiyle pek çok hayvan çeşidinin bulunduğu bir çevrede yetişmişti. Diğer peygamberler gibi koyun gütmüş, zaman zaman koyunlarını keçilerini bizzat kendisi sağmıştı. Sahip olduğu bu hayvanların bazen bakımlarını da yapan Hz. Peygamber, deveyi sahibi için “izzet” (güç, kudret), koyunu/keçiyi “bereket” olarak nitelendirmişti. Atları çok seven Resûlullah, o dönemde savaşlarda ve ulaşım amacıyla en fazla kullanılan ve gözde konuma sahip olan atların yetiştirilmesine teşvik etmiş, ayrıca onların kıyamete kadar yeleleriyle hayra vesile olacak hayvanlar olduğunu bildirmiştir. Allah Resûlü, insanlarla iç içe yaşaması dolayısıyla kediyi ev halkından saymış, köpeklerin ise ancak av ve bekçilik gibi belli amaçlarla beslenebileceğini belirtmiştir.
Resûl-i Ekrem’in dünyasında hayvanların önemli bir yeri vardı. Rahmet Elçisi, bindiği hayvanları sever, önemser ve onlara özel isimler verirdi. Hz. Peygamber’in Mürteciz isminde bir atı; Ufeyr veya Yaʻfûr isminde bir eşeği; Düldül, Şehbâ ve Beydâ isimlerinde katırları; Kasvâ ve Cedʻâ isimlerinde develeri vardı.
Nitekim çok sevdiği Adbâ adlı devesi, yarışlardaki başarısıyla ünlüydü. Hz. Peygamber’in ashâbından bazıları da hayvanlara olan ilgileri ile meşhur olmuşlardı. Allah Resûlü, Ebû Hüreyre’ye, “kedicik babası” anlamına gelen lakabını, küçük kedileri kucağına alıp elbisesinin eteğine koyarak onlarla oynadığı için vermişti. Resûl-i Ekrem, Enes b. Mâlik’in küçük kardeşi Ebû Umeyr’i gördüğünde ona “Nuğayr” diye isimlendirdiği küçük kuşunu sorar ve “Yâ Ebâ Umeyr! Ne yaptı Nuğayr!” diyerek onunla şakalaşırdı. Bir gün onun çok sevdiği kuşunun öldüğünü öğrenmiş ve yine Ebû Umeyr’e böyle seslenerek onun gönlünü almaya çalışmıştı.
Sevgili Peygamberimiz, bütün canlılara karşı acımasız bir tavrın sergilendiği câhiliye döneminin tüm uygulamaları gibi, hayvanların maruz kaldığı her türlü zulüm, işkence ve eziyeti yasaklayarak, hayvanlara sevgi ve şefkat gösterilmesini, onların korunmasını, onlara merhametle muamele edilmesini emretmiştir. Allah Resûlü, insanlar ve hayvanlar arasındaki bu merhametin kaynağı olarak da Allah’ın rahmetine işaret etmiş ve rahmetin yüz parça olduğunu, bunun doksan dokuzunun Allah’ın kendisinde bulunduğunu, bir parçasının ise yeryüzündeki varlıklara bahşedildiğini bildirmiştir. İşte bu rahmet sebebiyle canlılar birbirlerine şefkat göstermekte, vahşi bir hayvan bu sebeple yavrusuna merhamet etmekte, hatta yavrusunu emzirirken onu rahatsız etmemesi için ayağını kaldırmaktadır.
Resûl-i Ekrem, Allah Teâlâ’nın bütün mahlûkâtına karşı sergilediği merhametli tavrı, hayvanlardan da esirgememiş ve Allah’ın rahmetine mazhar olmanın şartı olarak yaratılanlara merhametli davranmayı önermiştir: “Merhamet edene Rahmân da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, gökteki de size merhamet etsin.” Yaratan’dan dolayı yaratılanı seven Rahmet Peygamberi, hiçbir canlıyı aşağılamamış, hor görmemiştir. “Hayvanlar olmasaydı semadan yağmur inmezdi.” buyuran Hz. Peygamber, hiçbir günahı olmayan o canlıları, Yüce Allah’ın rahmet vesilesi olarak görmüştür. Bu nedenle başta yaşama hakkı olmak üzere beslenme, barınma ve korunma gibi yönlerden onların haklarına riayet edilmesini emretmiş ve hayvanların yaratılış amaçlarına uygun olarak kullanılmalarını istemiştir.
Hz. Peygamber, sebepsiz yere zararsız hayvanların öldürülerek tabiattaki düzenin bozulmasına karşı çıkmanın yanında, onlara eziyet edilip işkence yapılmasını da şiddetle yasaklamıştır. “Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkun. Onlara (binmeye) elverişli hâllerinde binin ve (yenmeye) elverişli hâllerinde onları yiyin.” buyuran Rahmet Elçisi, masum ve savunmasız hayvanların korunması konusunda her zaman hassasiyet göstermiştir. Bununla ilgili olarak onun hayatından pek çok örnek zikredilebilir. Nitekim bir yolculuk esnasında Hz. Peygamber, bazı kimselerin bir serçenin iki yavrusunu yakaladıklarını ve serçenin de kanat çırparak onların üzerlerinde dolaştığını görmüş ve “Yavrusu sebebiyle bu kuşun canını yakan kim?” diye sorarak, yavruların salıverilmesini emretmişti. Yine aynı yolculukta bazı kimselerin karınca yuvasını yaktıklarını görünce, “Ateşin Rabbinden başka, kimsenin ateşle azap etmeye hakkı yoktur!” buyurarak yakanlara tepkisini göstermişti. Bir defasında da ashâbına aç ve susuz hayvanları doyurmanın mükâfatına dair bir kıssa anlatmıştı. Buna göre: “Yolculuk yapan bir adam çok susamış ve yolda rastladığı bir kuyuya inip oradan su içmişti. Kuyudan çıkınca orada bir köpekle karşılaştı. Susuzluktan dilini sarkıtmış olan zavallı hayvan nemli toprağı yalıyordu. Yolcu kendi kendine, "Bu hayvan da benim gibi çok susamış." dedi ve tekrar kuyuya inip ayakkabısına su doldurdu. Sonra ayakkabısını ağzı ile tutup kuyudan çıktı ve köpeği suladı. Bu yaptığından dolayı Allah o kulundan hoşnut oldu ve onu bağışladı.” Hz. Peygamber’in bu sözlerini dinleyen ashâbdan bazılarının, “Ey Allah"ın Resûlü! Hayvanlar(a yaptığımız iyilikler) için bize bir sevap var mı?” sorusuna karşılılık Rahmet Elçisi, “Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır.” buyurdu. Her bakımdan insanlara muhtaç olan hayvanların, beslenme ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak Allah’ın affına mazhar olmaya vesile olduğu gibi, zavallı hayvanları aç ve susuz bırakmak da O’nun azabına sebep olmaktadır. Nitekim hayvanlara eziyet etmenin âhiretteki cezasına işaret eden Hz. Peygamber, bir kediyi hapsederek açlıktan dolayı ölmesine sebep olan bir kadının cehennemlik olduğunu bildirmiş ve bu tür davranışların Allah katındaki karşılığıyla ilgili olarak insanları uyarmıştır.
Peygamber Efendimiz, kendi döneminde hayvanların maruz kaldığı dövülmek, damgalanmak veya hedef tahtası yapılmak gibi her türlü zalimce davranıştan ashâbını men etmiştir. Nitekim “Hiçbir canlıyı hedef edinmeyin!” buyuran Allah Resûlü, insanların hayvanları hedef tahtası olarak kullanmalarını yasaklamıştır. Ashâbdan İbn Ömer de gençlerin bir tavuğu hedef edinerek ona ok attıklarını görmüş ve onlara kızarak, Hz. Peygamber’in böyle yapanları kınadığını söylemiştir. Hayvanlara yapılan işkencelerle ilgili olarak, Allah Resûlü câhiliye döneminden gelen bazı uygulamaları da yasaklamıştır. Nitekim o dönemde hayvanların canlı iken uzuvlarının kesilmesi gibi davranışların yaygınlığından bahsedilmektedir. Hz. Peygamber ise develerin hörgücünü veya koyunların kuyruğunu canlı iken kesmeyi yasaklayarak bu şekilde kesilen uzuvların leş hükmünde olduğunu bildirmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, at ve deve yarışı gibi eğlence türlerini tasvip etmekle birlikte, hayvanlara eziyet veren ve sırf eğlence olsun diye yapılan hayvan dövüşlerini yasaklamıştır. Hayvanları güzel isimlerle çağıran, onlara rıfk ile muamele eden Hz. Peygamber, hayvanların aşağılanarak lânetlenmesini, onlara kötü sözler söylenmesini de hoş karşılamamıştır. Nitekim bir yolculuk esnasında Allah Resûlü orada bulunan bir kadının bindiği devesini lânetlediğini duyunca, “Lânet edilmiş bir deve bizimle birlikte bulunmasın.” diyerek buna tepki göstermiş ve devenin üzerindeki eşyaların alınarak salıverilmesini emretmiştir.
Şefkat Peygamberi ve onun ashâbının uygulamalarında hayvan haklarına titizlikle riayet ettiklerini görmek mümkündür. Allah Resûlü, yolculuk esnasında uygun yerlerde onların otlatılmasını, dinlendirilmesini, binek hayvanlarına haddinden fazla yük vurulmamasını, yiyecek ve içecek bakımından onlara gerekli ihtimamın gösterilmesini tavsiye etmiştir. Hatta sağmal hayvanların tırnaklı ellerle sağılmamasını ayrıca süt sağarken sütün devamının gelebilmesi için bir miktarının sağılmadan bırakılmasını hatırlatmıştır. Onun terbiyesinde yetişen güzide ashâbından Ebû Hüreyre, koyunlara güzel bakılmasını, onların ağıllarının temizlenmesini söylemiştir. Ashâbdan Enes b. Mâlik de yolculukta bir yere konakladıkları zaman hayvanın yükünü indirmedikçe namaz kılmadıklarını söylemiştir.
Sevgili Peygamberimiz, hayvanlara karşı her zaman yumuşak davranmayı emretmiş, onların dövülmesini, özellikle yüzlerine vurulmasını yasaklamıştır. O, hayvanlara karşı, değil işkence ve şiddet uygulamak, kaba davranılmasını dahi hoş görmemiştir. Nitekim bir gün sahip olduğu hayvanı kulağından çekerek sürükleyen adama hayvancağızın kulağını bırakıp boynunun kenarından tutmasını söylemişti. Bir keresinde de Hz. Âişe, hırçın bir deveye binmiş ve onu kontrol altına almak için ileri geri çevirerek hırpalamaya başlamıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ona deveye yumuşak davranmasını söylemiş ve “Rıfk (zarif davranış) işe güzellik katar, rıfktan (zarafetten) yoksunluk ise, işi kusurlu kılar.” buyurmuştu.
İslâm medeniyetinin ulaştığı pek çok yerde hayvanların bakımı ve korunması için özel vakıflar kurulmuş, hadis literatüründe hayvanlarla ilgili özel bölümler yer almış, onların haklarından bahseden müstakil eserler yazılmıştır. Hicrî VII. asrın İslâm âlimlerinden İz b. Abdüsselâm asırlar öncesinden insanlığa sunduğu eserinde, “Hayvanların İnsanlar Üzerindeki Hakları” başlığı altında hayvanların sahip oldukları hakları şu şekilde sıralamıştır:
Sahibine yarar sağlayamayacak kadar müzminleşse veya hastalansa dahi hayvana o bölgede emsal teşkil eden harcama yapılmalıdır.
Ona taşıyamayacağı yük yüklenmemelidir.
İster kendi cinsinden olsun, isterse farklı cinsten olsun, bir yerini kıracak, boynuzlayacak, yaralayacak, kısaca onu rahatsız edecek hayvanlarla bir araya getirmemelidir.
Kestiğinde güzelce kesmeli, vücudu soğumadan, canını tam vermeden onun derisini yüzmemeli, kemiklerini kırmamalıdır.
Hayvanın yavrusunu, onun gözü önünde kesmemelidir. Hayvanı, yavrusundan ayırmamalıdır.
Hayvanın barınağını, güzel yapmalıdır.
Çiftleşme zamanı geldiğinde, erkek ile dişisini bir araya getirmelidir.
GÜNÜN AYETİ:
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi birer topluluktur.” (En'âm, 6/38)
GÜNÜN HADİSİ:
Allah Teâlâ her varlığa iyi davranılmasını emretmiştir. Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde, bu işi (ona eziyet vermeden) güzel bir şekilde yapın. Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, (yine ona eziyet vermeden) güzel bir şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.” (Müslim, Sayd, 57; Tirmizî, Diyât, 14)
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU: Hayvanların kısırlaştırılması caiz midir?
CEVAP: İnsanlar gibi tüm hayvanların da üreme ve çoğalma hakları vardır. Hayvanların yeme içme ihtiyaçlarının teminini engellemek uygun olmadığı gibi üreme özelliklerini ortadan kaldırmak da uygun değildir. Gerekli ve meşrû bir sebep bulunmadıkça hayvanların kısırlaştırılması da câiz değildir.
Ancak gerekli ve meşrû sebeplerle; toplum menfaati gereği evde beslenen hayvanların gebe kalmalarını engelleyici ilaç ve benzeri şeylerin kullanılmasında ve ekolojik dengeyi bozmamak şartıyla kedi, köpek vb. başıboş hayvanların kısırlaştırılarak çoğalmalarının kontrol altına alınmasında dinen bir sakınca yoktur (el-Fetâva’l-Hindiyye, 5/357).
İş gücünden, nesil ıslahından ve et verimliliğinden ziyadesiyle istifade edilebilmesini temin etmek amacıyla dana ve teke gibi bazı hayvanların kısırlaştırılması da câiz görülmüştür (Merğinânî, el-Hidâye, 4/380; İbn Mâze, el-Muhît, 5/375, 376).
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: Hakkı ŞENER-Din Hizmetleri Uzmanı