İslâm halifelerinin ve aşere-i mübeşşere (cennetle müjdelenen on bahtiyar) nin dördüncüsü olan Hz. Ali, Hicretten 23 sene önce, milâdî 599 yılında Mekke’de doğdu. Babası, Peygamberimizin amcası Ebû Tâlip, annesi, Ebû Tâlip’in amcasının kızı Fâtıma’dır. Ona, Ali ismini Peygamberimiz koydu. Annesi, aslan anlamında Haydar ismini taktı. Hz. Ali bir gün toprak üzerinde uyumuş, terleyen yüzüne topraklar yapışmış olarak Peygamberimiz tarafından uyandırılarak, "Kalk yâ Ebâ Türab / Kalk ey toprak babası" iltifatına erince, "Türab" onun en sevdiği lakâbı oldu. O, beş yaşından itibaren kâinatın efendisinin himayesinde büyümüş, risâletin hemen ikinci gününde, henüz on yaşında iken çocuklardan ilk Müslüman olanlardan olmuş, hiç puta tapmadığı için daha sonraları, ismi anıldığında "Kerremallâhu Veche", harplerdeki kahramanlığından dolayı "Esedullah / Allah’ın Aslanı", döne döne düşmana saldırdığı için "Haydar-ı kerrâr" namlarıyla tâzim görmüştür. Peygamberimizin kızı Hz.Fâtıma ile evlenen, Hz. Hasan ve Hüseyin’in babaları olan Hz. Ali, Peygamberimizi hayatı boyunca gölge gibi tâkip ederek hep yanında bulunmuş, onun katıldığı bütün savaşlara iştirak etmiş, vahiy kâtipliği yapmış; hitâbetin, cesâretin, metânetin, fazilet ve ilmî dirâyetin sembolü olmuştur.
Kalabalık bir gurup tarafından şehit edilen Hz. Osman’ın katillerinin bulunmalarının, bulunsalar dahi cezalandırılmalarının müşkül olduğu bir dönemde, devlet idâresinin sarsıldığı ve zâfiyete uğradığı, vâlilerin kendi başlarına buyruk olduğu ve özellikle Şam Vâlisi Ebû Süfyan’ın bir hükümdar gibi hareket ettiği bir kaosta halife olan Hz. Ali, halifelik etki ve yetkisini idâme ve ikâme fırsatını bulamadan, isyankar katillerin, başlarına komutan yaparak, isim ve nüfuzundan istifâde etmek istedikleri Hz.Aişe ile Basra’da, 656 senesinde, yetmiş civarındaki insanın şehit olduğu Cemel Vakasında, yeni toparlanıp iktidarını ve hâkimiyetini tam tesis etmek üzere iken, fitne ve fesadın, isyan ve başkaldırışın zakkum tohumlarını zihinlere ekmeyi ibâdet telakkî edenlerin, 657 de, Sıffın savaşında Hz.Muâviye ile karşı karşıya getirildi. Dünya, böylesine karmakarışık, kör düğüm hazin bir drama ve trajediye sahne olmamıştır. Hele şu hâle bakın! Her iki taraf Müslüman olduğu halde, birilerinin karanlıkta, şerri hayır gibi gösteren birilerinin, gözüken ve gözükmeyen birilerinin şefliğinde, garâbet makamındaki marşlarını söyleyen ve söylettiren o birilerinin taktik eylemleri neticesinde, kardeşin kardeşi kırdığı bu meş’um harbin bilânçosu: Yetmiş bin küsur insanın ölümü... Bu kan hâlâ bu gün akmakta, akıtılmakta ve bu kangren yara asrımızda bile bir türlü bakınız tedâvi edilememektedir... Sıffın savaşı neticesinde, İslâm devleti hudutları içinde yaşayan halk, Hz. Ali’ye taraftar olanlar yâni, Şia; hakem kararı ile halife seçimini kabul eden Muâviye taraftarlarının oluşturduğu Nâsibe; hakem meselesini protesto eden ve zamanla sayıları bir hayli artıp gelecek idarelerin başına bela olacak olan Hariciler ve hâdiselere karışmayıp müteessir olan Selefiye gibi guruplara ayrılarak, bitmeyecek ihtilafa fide oldular...
Allah’ın aslanı ve kılıcı unvanlarıyla gönüllerde taht kuran, ismi gibi en üstün, en yüce, en yüksek, birincilerin birincisi, pekiyi olan bu eşsiz insan, dört sene, on ay halifelikten sonra, 661 de, 63 yaşında iken, Haricilerden Abdurrahman İbn Mülcem tarafından sabah namazında, camide hançerlenerek yaralandı, iki günün akabinde şahadet mertebesine ulaştı ve Irak’ın Necef şehrinde defnedildi.
O, tasavvur, tedebbür ve tefekkür hususunda emsâli az bir umman idi. Bir gün kendisine, "Ya İmam! İnsanın en alçağı kimdir?" diye soruldu. Cevâbı çok muhteşem oldu: "İnsanın en alçağı, alçak adama gidip yüz suyu dökendir, mayası bozuk olandan mürüvvet bekleyendir, zelîle tezellül edendir."
Onu sevmek demek; onun yolunda olmak, onun gibi Müslüman olmak, onun gibi İslâm’ı anlamak, anlatmak yaşamak ve yaşatmak demektir. Bu gün, onun şahadetinin 1350. sene-i devriyesidir. Bu vesileyle onu yâd ettik Rûhu şâd olsun. Mekânı, makamı ve makarrı cennet olsun… Şefaati, Kur’an ve sünnet ikliminde nefes almanın şuurunun idrakine müdrik olanlara olsun... El bâkî, hüvel bâkî…