HELAL VE HARAM ALLAH’IN KULLARI İÇİN KOYDUĞU SINIR

Cumadan Gönüllere

Resûlullah (sav) bir gün ashâbına şöyle anlatıyordu:

“Yüce Allah şöyle bir benzetme yapıyor: Bir yol düşünün! Dosdoğru bir yol. Her iki taraf boydan boya duvar. Her iki duvarda da yerlere kadar sarkmış asılı perdeleri bulunan açık kapılar var. Yolun başında bir uyarıcı yola girenlere şöyle bağırıyor: 'Ey insanlar! Şu doğru yola hep birlikte girin, ayrılmayın!' Yolun ortasında başka uyarıcılar da bulunmakta ve kapıların perdesini açmaya çalışanları ikaz ediyor: 'Ne yapıyorsun! Açma orayı sakın. Eğer açarsan oraya düşer, yoldan çıkarsın!' diyorlar.”

Daha sonra Allah Resûlü dostlarına bu tasviri şöyle izah eder: 

 “İşte bu yol, İslâm'dır. İki taraftaki duvarlar Allah'ın sınırları, açık kapılar ise O'nun yasaklarıdır. Yolun başındaki uyarıcı, Yüce Allah'ın Kitabı; yolun ortasındaki davetçiler de Yaratan'ın her Müslüman'ın kalbine yerleştirdiği vaizdir.”

İnsanları sorumluluk sahibi varlıklar olarak yaratan Allah, onlara yeryüzünde sayısız nimetler vermiştir. Bu nimetlerin pek çoğunu onlara helâl kılarken bir kısmına ise sınırlama getirmiştir. Söz gelimi bunca üzüm bağını bahşeden Allah, sarhoş ederek insan aklını giderdiği için içkiyi yasaklamıştır. Koymuş olduğu yasaklar, aslında yine insanların yararına yöneliktir.

Yüce Allah neyin haram, neyin de helâl olduğunu bazen gönderdiği kitaplar ve elçiler aracılığıyla açıklamış ve kendisine inananların bu yasaklara dikkat etmesini istemiştir. Hakkında herhangi bir hüküm belirtilmeyenler ise yapılmasında bir sorun olmayan uygulamalardır. Nitekim yağ ve peynirin yenilip yenilmeyeceği, hayvan derisinden yapılan elbiselerin giyilip giyilmeyeceği sorusuna Allah Resûlü şu cevabı vermişti: 

“Helâl, Allah'ın Kitabı'nda helâl kıldıklarıdır. Haram da Allah'ın Kitabı'nda haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey demedikleri ise müsamaha gösterdiği (mubah) şeylerdendir.”

Böylece câhiliye Araplarının hoşlarına giden şeyleri yiyip, alışkanlıkları dışında kalanları necis/pis addederek terk etmelerine karşın, İslâm'da helâl ve haram sınırı Allah'ın belirtmesiyle çizilmiş oluyordu.

Helâl haram konusunda Allah Resûlü ise şu açıklamaları yapmaktadır: 

 “Helâl bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur.”

Resûl-i Ekrem sözlerini şu nefis benzetmeyle sürdürmektedir:

 “Bu, tıpkı bir koruluğun etrafında hayvan otlatan çobanın durumuna benzer, sürüsü her an oraya girebilir. Bilin ki her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise O'nun haramlarıdır. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam olursa bütün beden sağlam olur, ama bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O et parçası, kalptir!”

Bu sözleriyle Allah Resûlü, insanın doğru yolu bulmasında temiz bir kalbe ihtiyacının olduğunu ve vicdana çok büyük görev ve sorumluluk düştüğünü bildirmekte, salih amellerin ancak salim bir kalple gerçekleşebileceğini haber vermektedir.

İslâm'da helâl ve haramı belirlemek Allah'a ve O'nun izniyle de Hz. Peygamber'e aittir. Dolayısıyla insanların kendi arzularına göre bir şeye helâl veya haram demeleri şiddetle yasaklanmıştır. Oysa câhiliye döneminde Araplar, ellerinde geçerli herhangi bir delil olmaksızın bazı şeyleri kendilerine helâl, bazılarını da haram sayıyorlar, helâl haram sınırını arzularına göre belirliyorlardı.

Müşriklerin kendi arzularına göre, istedikleri şeylere helâl veya haram demelerini kınayan Yüce Allah,

 “Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, 'Şu helâldir, şu da haramdır.' demeyin, sonra Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz, Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 16/116.) âyetiyle de Müslümanları uyarmıştır.

İnsanların, kendi arzularına göre Allah'ın helâl kıldığına haram, haram saydığına ise helâl demeleri, Allah'ın hükümlerini inkâr etme, dolayısıyla da kendilerinde helâl haram sınırını belirleme hakkı görerek O'na şirk koşma anlamına geleceği gibi, bu hükümlerin körü körüne kabul edilmesi de Allah'a şirk koşmakla eşdeğerdir.

Hıristiyan iken arayış içinde dolaşan Adî b. Hâtim'in başından geçenler konuya açıklık getirmektedir: Adî b. Hâtim, boynundaki altın haçı ile Hz. Peygamber'in huzuruna gelmişti. Allah Resûlü, ona boynundaki putu atmasını söyledi. Ardından Adî b. Hâtim Resûlullah'ın (sav),  “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rableri olarak kabul ettiler...” ( Tevbe, 9/31.)   âyetini okuduğunu işitti. Âyet-i kerimeyi açıklayan Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Doğrusu onlar din adamlarına ibadet etmiyorlardı. Ancak din adamları bir şeye helâl dedikleri zaman helâl, haram dedikleri zaman da haram kabul ediyorlardı.”

Öte yandan Allah'ın hükümlerini istedikleri gibi tevil etmek suretiyle helâli haram, haramı da helâl sayan kişiler, sert bir şekilde kınanmıştır. Örneğin Yahudiler, Allah'ın haram kıldığı cumartesi günü balık avlama yasağını  arzularına göre tevil etmiş, diğer günlerde gözükmeyen balıkların cumartesi günü akın akın geldiğini görünce o gün ağlarını kurup, pazar günü de toplamışlardı. Böylece onlar, aslında yasağın içini boşaltmışlardı. İbn Abbâs'ın naklettiği şu hadis de Yahudilerin benzer şekillerle yasakları nasıl tahrif ettiklerini göstermektedir:

Allah Resûlü, Müslümanları, Allah'ın haram kıldığı bir şeyi, basit hilelerle helâle çeviren Yahudiler gibi olmaktan sakındırmıştı.

Bazı şahıslar, İslâm'da helâl kabul edilen şeyleri, aslı itibariyle haram saymasa da, onları kendi nefsine yasaklayabilmektedir. Oysa İslâm, inananları bu davranışlardan kesin olarak menetmiştir. Nitekim sahâbîlerden birisi gelerek, “Ey Allah'ın Resûlü! Ben et yediğim zaman şehevî hislerim kabarıyor, bu yüzden et yemeyi kendime haram kıldım.” demişti.

Bunun üzerine şu âyet-i kerime inmiş ve ilâhî hitap o zâtın şahsında inananları şöyle uyarmıştı:  “Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.” (Mâide, 5/87)

Benzer şekilde sırf daha fazla ibadet edebilmek amacıyla helâl olan bazı şeylerden el çekmek, onları kendilerine yasaklamak isteyen başka sahâbîler de vardı. İşte onlardan bir grup Hz. Peygamber'in eşlerine gelerek onun geceleri yaptığı ibadetleri sormuşlar, fakat aldıkları cevabı azımsamışlardı. Bunun üzerine onlardan biri, “Ben evlenmeyeceğim.”, diğeri “Ben et yemeyeceğim.”, bir diğeri de “Ben artık yatakta uyumayacağım.” demişlerdi. Onların böyle söylediklerini haber alınca Allah Resûlü bir hutbe irat etmiş ve şu uyarıda bulunmuştu:  “Bazılarınız neden böyle sözler söylüyor? Hâlbuki ben, geceleri hem namaz kılarım hem uyurum. Bazı günler oruç tutar, bazen de tutmam. Evlilik hayatı da yaşarım. Kim benim sünnetimden ayrılırsa benden değildir!”

İlginçtir ki bir defasında Resûlullah (sav) de benzer bir konudan dolayı ilâhî uyarıya muhatap olmuştu. Hanımı Zeyneb bnt. Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiş ve bu yüzden de yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan Hz. Âişe ve Hz. Hafsa'nın, aralarında anlaşarak, Peygamberimizi gördüklerinde, “Sende megâfir (arıların şerbet topladıkları ağaç) kokusu var!” demeleri üzerine Hz. Peygamber bir daha bal şerbetini içmeyeceğini söylemişti. Bu olayla ilgili Yüce Allah, indirdiği şu âyetle Resûlü'nü uyarmıştı: 

 “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi kendine niçin haram ediyorsun?” (Tahrîm, 66/1)

Yüce Allah, 

 “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin. Bu hususta taşkınlık etmeyin. Sonra gazabım sizi çarpar...” (Tâ-Hâ, 20/81)   buyurarak kullarına helâl rızık peşinde koşmalarını emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz de 

 “Ey insanlar! Allah'tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç kimse (Allah'ın kendisine takdir ettiği) rızkı —geç de olsa— elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah'tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin!” buyurmuştur.

Ayrıca Allah Resûlü, helâl kazanç talep etmenin her Müslüman'a farz olduğunu belirtmiş, meşru bir işten helâl rızık kazananların, işlerine içtenlikle sarılmalarını istemiştir. Hatta Peygamber Efendimiz, “Öyle bir zaman gelecek ki, kişi, malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak!”  buyurarak nesiller değiştikçe helâlinden kazanmanın daha da zorlaşacağına işaret etmiştir.

Helâl peşinde koşmanın sonu cennet, haramla beslenmenin varacağı yer ise cehennemdir. Bu yüzden Allah Resûlü, haramla beslenen bir bedenin cehennemde yanmaya lâyık olduğunu söylemiş, haram yoldan elde edilen şeylerin tasadduk edilmesiyle sevap kazanılamayacağını haber vermiştir.

Haram kazançla yapılan ibadetleri Yüce Allah'ın kesinlikle kabul etmeyeceğini anlatan Sevgili Peygamberimiz, bununla ilgili olarak uzun bir yolculuğa çıkmış, saçı başı dağılmış, toz içinde kalmış bir adamı örnek göstermiştir. Bu adam ellerini semaya kaldırmış, 'Yâ Rabbi, yâ Rabbi!' diye yalvarmaktadır. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, beslendiği gıda haramdır! Onun bu hâldeki duası nasıl kabul edilebilir ki?

Bu yüzden, duası makbul bir kişi olmak isteyen Sa'd b. Ebû Vakkâs'a Resûlullah'ın (sav),  “Yediklerinin helâl olmasına dikkat et ki duaların kabul olsun.” tavsiyesinde bulunduğu nakledilmektedir.

İnsanın yemesi, içmesi, giysisi, hülâsa her şeyinin helâl olmasını şart koşan İslâm, zaruret hâllerinde ise kişinin ölmeyecek kadar haram yemesine ruhsat tanımıştır. Örneğin, ölmüş bir hayvan etinden başka herhangi bir yiyeceği olmayan birisi, kendisini yaşatacak kadar o hayvanın etinden yiyebilir. Nitekim Kur'an'da, 

 “Allah, size ölüyü (leş), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa taşkınlık yapmadan, haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan ve çokça esirgeyendir.”  (Bakara,2/173.)  buyrularak zaruretlerin haramları mubah kılacağı belirtilmiştir.

Müslümanlar, harama düşmemek için son derece dikkatli davranmalı hatta haram mı yoksa helâl mi olduğu belli olmayan şüpheli şeylerden bile kaçınmalıdırlar. Zira,  “Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak!” sözü her zaman akılda tutulması gereken nebevî bir düsturdur. Böylece onlar kendilerine korunaklı bir yer edinecek, haramdan uzak yaşama imkânına kavuşacaklardır. Resûlullah'ın benzetmesiyle, “Sürüsünü koruluğun etrafında otlatan bir çobanın koyunlarını oraya kaçırması nasıl muhtemelse, şüphelere dalan bir kimsenin de harama düşmesi aynı şekilde muhtemeldir.”

Şüpheli şeylerden kaçınmak oldukça önemlidir, ancak bazı insanlar boş yere şüpheye düşerek helâl rızıkları da hemen terk etme eğilimine girebilmektedir. Nitekim, “Ey Allah'ın Resûlü! Yeni Müslüman olan kimseler kesilmiş et getiriyorlar. Ancak bu hayvanlar kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz.” diyen sahâbîlere Hz. Peygamber,  “Siz, 'Bismillâh' deyin ve yiyin.” Buyurarak bunun, peşine düşülmesi gereken bir şüphe olmadığına işaret etmiştir.

Netice olarak helâl ve haram sınırları Allah'ın kullarına bahşettiği sınırlardır. Bunlar, insanları kötü şeylerden uzaklaştırmakta ve onları iyi olana çağırmaktadır. Allah, kulları için bu sınırları (hudûdullâh) çizmiş, bunlara riayet edenler için mükâfat vaad ederken, çizgiyi aşanlar için ise alçaltıcı bir azabın var olduğunu haber vermiştir.

Allah, sınırlarını gerek Kur'ân-ı Kerîm, gerekse Resûlü aracılığıyla kullarına bildirmiş, her ne şekilde olursa olsun bunları aşmayı yasaklamış, insanların kendi arzularına göre şu helâldir veya şu haramdır demelerini de açık bir şekilde kınamıştır. Öte yandan dinimizde, insanların kendi yorum ve tevilleriyle haramların içini boşaltmamaları, helâl olan şeyleri kendi nefislerine haram kılmamaları istenmiştir. Haram olduğu belirtilmeyen, başka bir deyişle hakkında herhangi bir hükmün indirilmediği konuların ise mubah kabul edilmesi, daha fazla kurcalanmaması öngörülmüştür.

Bir müminin ebedî saadetini tehlikeye sokacak olan haramlardan kaçınması son derece önemlidir. Allah Resûlü ümmetini sadece haramlardan değil, şüpheli şeylerden de sakındırmıştır. Çünkü şüpheli şeyleri işlemekte mahzur görmeyen bir kişi, adım adım harama yaklaşır ve belki de bilmeden harama düşebilir.

Ancak “şüpheli şeylerden kaçınmak” her şeyi önce “şüpheli” diye tasavvur edip sonra da ondan uzaklaşmak, üstelik bu davranışı dinî bir erdem olarak kabul etmek anlamına gelmez. Çünkü bu tür davranışlar, belki de helâl olan her şeyden şüphe duymak ve hayattan tamamen soyutlanmak demektir. Bir tür vesvese veya evham diye nitelenebilecek olan bu tutum İslâm'ın kesinlikle onaylamadığı bir tavırdır.

Dinin özünü teşkil eden helâl ve haramlar, Allah Teâlâ'nın kullarının ebedî saadeti için koymuş olduğu ve aşılmamasını emrettiği sınırlardır. Helâl ve haramlara dikkat edilmek suretiyle hem Allah'ın dininin ilkelerine sadık kalınmakta, hem de can, akıl, nesil ve mal gibi dinin temel amaçları (zarûrât-ı hamse) korunmuş ve bunlara yönelik ihlâller engellenmiş olmaktadır.

Allah'ın koyduğu sınırlara riayet edilen bir dünyada, insanlar can ve mal güvenliği kaygısından uzak, nesillerini muhafaza ederek ve her türlü haksızlığın engellendiği bir hayata sahip olacaklardır. Böylece toplumda yaşanan güvenlik endişeleri ve helâl haram dengesinin kurulamamasından kaynaklanan bütün ciddi sıkıntılar ortadan kalkacak, aranan huzur ve mutluluk elde edilebilecektir.

Sayısız helâle karşı sınırlı haramların belirlenmesinde insanların can, mal, akıl gibi temel haklarının muhafazasının yanında farklı amaç ve faydalar, çeşitli hikmetler de gözetilmiştir.

Nitekim helâl ve haramlar konusunda belirleyici olan hususlara bakıldığı zaman, insanların hoşlandığı, tabiatı itibariyle temiz, iyi, güzel, yararlı olan tutum ve davranışlar helâl kılınırken, kötü, pis ve zararlı olabilecek sınırlı birtakım şeyler haram sayılarak yasaklanmıştır.

Münker, habîs, bâtıl olarak nitelenen haramların yerine, ma'rûf, tayyib ve hak olan helâller konulmuştur. İnsan, bu sınırlı haramlardan uzak durarak, Allah'ın emrettiği şekilde, oldukça geniş olan helâl dairede yaşamak suretiyle kulluk sınavını geçip, dünyevî ve uhrevî saadete nail olabilecektir.

                                                               KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır." (Bakara, 2/168)

 

GÜNÜN HADİSİ:

Ebu'l-Havrà es-Sa'dî anlatıyor: Hz. Peygamber'in torunu Hasan b. Ali'ye (r.a.), "Resûlullah'tan (s.a.s.) ne ezberledin?” diye sordum. O da şu cevabı verdi: “Ondan şunu ezberledim: Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak!” (Nesâî, Eşribe, 50)

 

GÜNÜN DUASI:

“Allah’ım ! Harama bulaşmaktansa helalinle yetineyim. Beni lütfunla (zengin kılarak) senden başkasına muhtaç etme.”

 

ASR-I SAADET'TEN

   Bir defasında Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allah Teâlâ temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, peygamberlerine emrettiği şeyleri müminlere de emretti." Ardından kendisini dikkatle dinlemekte olan ashâbına şu ayetleri okudu: "Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarımızı hakkıyla bilmekteyim." (Mü'minûn, 23/51) "Ey iman edenler Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin." (Bakara, 2/172)

    Resulullah, (s.a.s.), bu ayetleri okuduktan sonra uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış bir adamın halini anlattı Adam ellerini göğe uzatarak, "Ya Rab, yâ Rab!" diye yalvarıp yakanıyordu. Böyle gariban haliyle duasına derhal icabet edileceğini zannettiğimiz bu adam hakkında Resûl-i Ekrem (s.a.s.) sözlerine şöyle devam etti: "Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?" (Müslim, Zekât, 65; Tirmizi, Tefsiru'l-Kur'ân, 2) O halde, insanı Allah'a yaklaştıran, duasını ve ibadetini güçlendiren, hayatına anlam kazandıran en önemli hususlardan birisi haram-helal çizgisine dikkat etmekti. Allah'ın sınırlarına riayet ederek her işinde helali önceleyen ve haramdan sakınan insan, dünya ve ahirette gerçek kazanca ve mutluluğa erişen insandı.

 

         HİSSEMİZE DÜŞENLER

  • Bütün peygamberler; yeryüzünde iyiliği hâkim kılmak, kötülüğe engel olmak için gönderilmiştir.

 

  • Helal ve haram sınırları, varlıkların en şereflisi olan insanın onurunu ve saygınlığını korumak içindir.

 

  • Rabbimizin lütfettiği tertemiz fitratı muhafaza etmek, helal ile yetinip haramdan uzak durmaya bağlıdır.

 

  • Helal dairesinde kalıp harama bulaşmamak imanımızın bir gereğidir.

 

  • Haramdan ve haram olma ihtimali bulunan hususlardan kaçınmak mümince bir hayatın göstergesidir.

 

  • Haram davranışları sıradanlaştırıp kötülüğün esiri olmak bizi Allah katında değersizleştirir.

 

 

 

 

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU   :  Haram kazançlarla alınan mallar kişinin ölümünden sonra mirasçılara helal olur mu?

CEVAP : Bir kimsenin geriye bıraktığı mirasın tamamı; gasp, hırsızlık gibi meşru olmayan yollarla elde edilen mallardan oluşuyorsa, sahiplerinin bilinmesi halinde kendilerine, kendileri sağ değilse mirasçılarına, sahiplerinin bilinmemesi halinde ise fakirlere veya hayır kurumlarına verilmelidir. Çünkü İslam’a göre haram yolla elde edilen malın sahibine verilmesi, bu mümkün değilse yoksullara verilmesi gerekir.

Haram yollarla kazanılan para ve mallara gelince; mirasçıların fakir olmaları durumunda söz konusu mirastan yararlanmaları caiz ise de, fakir olmayan mirasçıların yararlanmaları caiz değildir. Bu tür para ve malların, fakirlere veya hayır kurumlarına verilmesi gerekir.

Bir kimsenin geriye bıraktığı miras; tümüyle haram kazanca dayanmayıp helal ile haram karışık vaziyette bulunur ve bunların birbirlerinden ayırt edilmeleri de mümkün olmazsa, mirasçıların bu tür malları paylaşmaları caizdir.

Şu kadar var ki, maddi durumu elverişli olanların bu tür para ve malları almak yerine, fakirlere veya hayır kurumlarına vermeleri takvaya uygun bir davranış olur (Alauddin, el-Hediyyetu’l-Alâiyye, 197).

 KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

                                    Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.