Ehemmiyetsiz gibi görünen öyle ölçüler var ki, değeri ancak riayet edilmediği zaman meydana gelen felâketlerden sonra anlaşılabiliyor.
Bir Uzakdoğu eserinde görmüştüm… Seçme bir askerî birliğe komutan tayin edilecek… Adaylara imtihanda soruluyor: “Savaşta nefer ve komutan en çok neye dikkat etmeli? Görevlerin aksaması halinde kimler nasıl zarar görür?”
Şu cevabı veren, seçme birliğe komutan olmak şerefini kazanıyor:
Nefer yakın çevresini iyi görmeli, komutan ise bütünü… Nefer etrafını iyi görmezse kendisini öldürtür; komutan da geneli görmezse, askerlerini öldürtür. Lâzım olan, bütünü iyi gören komutan emrinde, detayları iyi gören askerler… İkisini şöyle birleştirebiliriz: İşini en iyi yapanlar, sorumluluğunu tam bilenler ve ona göre hareket edenler…
Bu, sadece seçme birliklerin değil, her sahadaki sıradan kişi ve kurumların bile vasfı... Hattâ hayatta her şeyin… İşte o zaman sağlam nizam kurulmuş olur. Ağaçta tek gövdeye bağlı dallar ve dallardan sarkan meyvalar… Güneş etrafında aksamayan sistem ve bu sayede yaşanabilir dünya… Arı beyi etrafında işçi ve asker arılar ve bu nizamın ürünü bal… Milletin seçtiği sivil otorite… Bu otorite yönetiminde alanını ve haddini bilen kurumlar… Böyle olursa, analar evlâtlarını güven içinde askere gönderebilir, gençler arkadaşlarını “en büyük asker, bizim asker” diye kükreyerek uğurlayabilir. Beşikteki çocuk babasını mışıl mışıl uyuyarak bekleyebilir…
Başımıza ne geldiyse, bu idrakten mahrum olmamız yüzünden… Bu yüzden hakkını ve haddini bilmeyen kurumlar birbirini yedi (ve yemekte)… Gücünü milletten aldığı halde, paşaların karşısında hazan yaprağı gibi titreyen siyasîler, yumruğunu beyin zanneden komutanlar, terazisini silâh gibi kullanmak isteyen hukukçular yüzünden… Höt denilince, süt dökmüş kedi gibi el pençe divan duran fikirsiz ve korkak siyasîlerle; bir sağdan bir soldan adam asmayı adalet zannedecek, üstelik bunu övünerek anlatacak kadar idrak ve irfan yoksunu komutanlar yüzünden… Milletin seçtiği bir başbakana, “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyecek kadar adaleti hiçe sayan, üstelik şahsiyetsizliğini ilân edecek kadar utanmaz hukukçular yüzünden… Onların yüzünden devlet adamları ve gencecik fidanlar asıldı… Milletin, taşı sıksa suyunu çıkaracak evlâtları, birbirine kırdırıldı… Millet kamplara bölündü… Kardeş kardeşe işkence yaptı…
Zulme bakın… Darbe ortamı meydana gelsin diye, omuz omuza vermesi gereken gençler karşı karşıya getirildi… Üstelik bu yaptıklarına “iti ite kırdırmak” diyerek, kendilerini strateji dehası gördüler ve gösterdiler… Görevini; sorumluluğuna göre değil, yurt dışına bağlı çetelerden aldığı emirlerle yapanlar yüzünden devlet, devletin dişlileri birbirini kırıyor. Bunların içinde hain olanlar da var, er veya komutan sorumluluğunu bilmeyen gafiller de…
“Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”(Mümin, 19) Ve ona göre hesaba çeker…
Ne mutlu “hesaba çekilmeden kendini hesaba çekenlere”…