HİCRET Mİ, KAÇIŞ MI?

ALİ ERDAL

Devleti daha iyi yönetecek bir ideolocyanız ve kadrolarınız mı var; bir parti kurar, seçime girersiniz ve görüşlerinizi millete anlatırsınız. Kazanırsanız, ideolocyanız ve kadrolarınızla devleti yönetirsiniz. Buna gücünüz yetmiyorsa, engin fikirlerinizi kitaplaştırırsınız ve neticeyi gelecek nesillere havale edersiniz. Yoksa devlet kadrolarına sızarak, sistemi işinize geldiği gibi işleterek mevcut yöneticileri devirip başa geçme macerasına kalkışırsanız suç işlemiş olursunuz. Bu, netameli bir teşebbüstür... Devlet çarkının dişlilerini kırmadan ve bir başka devlete dayanmadan –yani dış güçlerin aleti olmadan– kalkışılamaz. Bir başarı olsa bile, dayandığınız devlet kazanır, siz hüsrana uğrayanlardan olursunuz.

Devleti ele geçirmek için kurulan “paralel yapı” içinde bulunmak iddiasına maruz kalanlardan yurt dışına kaçanlar oldu. Bazıları yakalanıp getirildi. Tabiî ki herkes “madem suçlu değiller, neden kaçtılar?” dedi. Yurt dışına kapağı atanların buradaki yandaşları, onların kaçmadığını, “hicret ettiğini” söylüyorlar. Sözlerinin gerçeği ifade edip etmediğini anlamak için hicretin ne olduğu üzerinde düşünmeliyiz.

Hicret, İslâm´ın kavramı… İslâm dışında böyle bir yol teklif eden ve onu sistemleştiren fikir ve inanış yok. Allah ve Resulü yolunda fert ve cemiyet olarak her an yücelmeyi, ancak İslâm isteyebilir ve sağlayabilir. İçerdeki şartlar el vermiyorsa, dışarıda bulunan imkânlarla netice almak için vatan hasreti bile göze alınır… Uzun bir atlayış için, geri çekilmek gibi… İstismara müsait bu yoldaki samimiyet ancak müslümanda olur…

Yurt dışına kapağı atanların yaptığı hicret mi, kaçış mı? Bunu anlamak için, ilk iki hicretin niçin ve nasıl yapıdığına bakalım:

“HABEŞİSTAN´A DOĞRU

Peygamberliklerinin beşinci yılı... Allah´ın Resulü emir buyurdular:

–Çektiğimiz çile büyük... Dileyenler Habeşistan´a gitsin... Orada kendilerine sığınak bulabilirler.

Onbir erkek ve dört kadın yola çıktı. Başlarında Affan oğlu Osman ve zevcesi, Peygamber kızı Rukiyye...

Müslümanlar kafilesi Habeşistan´da çok iyi kabul gördü. Habeş Kralı onları Tanrı misafiri bildi ve kanatları altına aldı.

Mekkeliler de arkalarından, dağarcıklarında bir sürü hediye, Habeş Kralına birkaç murahhas gönderdiler:

–Hediyelerimizi buyur ve bize müslümanları teslim et!

Habeş Kralı hediyeleri ve teslim teklifini reddetti.” (Çöle İnen Nur)

Görüldüğü gibi;

1- Gidecekleri yer emin. Emin olduğunu "EMİN" lâkaplı Peygamber (sav) söylüyor.

2-İnanç ve yaşayıştan taviz yok…

3-Sığındıkları kuvvet, onlardan bir hizmet ve ücret beklemiyor; bilakis onları düşmanlarına karşı koruyor… Yediriyor, içiriyor...

4-Sığındıkları yerin rengine boyanmıyorlar, onları kendi renklerine boyuyorlar. Nitekim kral daha sonra Müslüman oluyor. Sahabi olmak şerefinden mahrum oluyor ama, tabiinden oluyor.

Hicret, Habeşistan´a Müslümanlığın yayılmasını sağlıyor. Habeşistan; Afrika kıtasının kapısı... İslâm onbeş sahabinin hicreti sayesinde bir kıtadan öbür kıtaya atlıyor.

İkinci hicret:

“KANDİL ÇEMBERDE

Dışarıdan merkeze dönmenin başlıca atlama noktası, Medine... Daire muhitinin hâkim noktası Medine...

Tâif tecrübesinin verdiği hazin ders, Allah Resulü´nün hikmet yuvası mukaddes kalblerine ‘Medine´ ismini büsbütün nakşetmistir. (…)

Her yıl “Sûk-u Ukâz” mevsiminde, panayır vaktinde, Mekke´nin dışına çıkıp yolları, ufukları kollamak, âdetleri... Tesadüf ettiklerine Nuru yöneltiyorlar ve onların kalb aynalarındaki akislere bakıyorlar... Ebedî hayat nurunu, alabilen alıyor, alamayan tepiyor.

O devrenin Hac mevsiminde de Mekke´den çıktılar ve Akabe adlı mevki yakınlarında Medineliler´den bir topluluğa rastladılar. Bunlar, Haşim oğullariyle aralarında uzaktan aile ve kan yakınlığı bulunan Hazreçliler... Sordular:

–Siz kimlerdensiniz?

–Hazreç kabîlesindeniz.

–Şöyle bir kenara otursak da biraz şöyleşsek... Hazreçliler, kâinatın dayanağı Nur Sütunu´nun etrafında yer aldılar.

Medineliler´e biraz Kur´ân okudular ve dâvet buyurdular:

–Allah´ın dinine giriniz!

Medineliler öteden beri yahudilerden duymaktaydılar:

–Peygamber gelecek, vakit yaklaşıyor. Kendi ihtiyarları da söylemişlerdi:

–Mekke´de Fihr evlâdından bir Peygamber gelecek...

Teklif karşısında birbirlerine baktılar; ve o günedek işittikleriyle o gün gördükleri arasında öyle bir bedahet duygusuna kapıldılar ki, hemen Müslümanlığa can attılar:

–Allah bir; ve sen onun Resulüsün...

Bunlar, Medineli ilkler... Altı kişi (…) Alev sıçraya sıçraya öbür kandillere geçecek, Medine çemberini baştan başa tutuşturacak, daire muhitini nokta nokta donatacak…

Medine´de başlıca iki kabile: Hazreç ve Evs... Birbiriyle geçinemeyen bu iki kabileden Hazreçli ilk altı kandil, Evs´i de tutuşturacak ve bütün Medine´yi iman çemberi içinde sımsıkı kuşatacaktır.

Medineliler´e:

–Bir yıl sonra yine buluşalım, yine burada...

Emri verildi.

–Evet, ey Allah´ın Resulü, bir yıl sonra aynı yerde tekrar buluşalım...

Dediler ve ruhları alev alev, ayrıldılar.

Bir yıl sonra aynı yerde tekrar buluşmayı vâdeden Medineliler geldi. Bu defa on iki kişi... (…) Kısa bir görüşme... Geriye kalanı da İslâm´a girdi ve hep beraber Allah´ın Resulü´ne bir anlaşma biy´ati ettiler:

Allah´a şirk koşmak yok... Hırsızlık yok... Zina yok... Evlât öldürmek yok... İnsanlara zulüm ve iftira yok... Allah´ın emirlerine isyan yok… Allah´a kulluk ve bağlılık dışına çıkmak yok…

Allah´ın Resulü buyurdular:

–Kim bu ahde vefa gösterirse Allah onu Cennet´e alır. Kim küfre düşmeksizin ahdini bozarsa Allah´ın iradesine kalmıştır.

Hep birden baş eğdiler ve Medine´ye döndüler. Aralarından biri, Allah´ın Resulü´yle kaldı.

Medine müslümanlarının başı, Esâd Bin Zerrâre... Kandili, her tarafı alev alev yalıyor.

Bu defa onbir kişi olarak Medine´ye dönünce, aralarındaki Evs kabilesinden iki şahıs, iki kabileyi birbirine büsbütün yaklaştırdı.

Kandiller, Medine çemberi üzerinde, birinden öbürüne atlıya atlıya kırk kandili yaktı. Bir zamanlar Allah Resulünün etrafındaki ilk halka... Tam kırk... Mekke´ye bir mektup gönderdiler:

–Ey Allah´ın Resulü; bize Kur´ân öğretecek ve müslümanlığı gösterecek bir muallim gönder.

Bir sahabî gönderildi.

Bundan böyle Medine müslümanlarının ismi Ensâr... Nusret ediciler, yardımcılar... Mekke müslümanları da ´Muhacirin´ muhacirler ismini alacak…

Kırk kandil alevler içinde... Alevler sıçraya sıçraya gidiyor. Allah Resulünün gönderdikleri din talimcisi yerine varır varmaz kandil çemberi üzerinde yeni bir nefes... Tutuşan tutuşana...

İşte Abdül-eshel oğulları kabilesinden iki ileri insanın müslümanlığı kabul etmesi, bütün kabileyi, kadınlı ve erkekli, İslâm dairesine atıverdi. (…)

Yine bir mevsim sonra, aynı buluşma yerinde, yetmiş Medine´li müslüman, Allah Resulünün huzurunda.. Aralarında iki de kadın… Yeni ahd:

‘–Bu andan itibaren Allah´ın Resulünü, nefslerimizi, zevcelerimizi, çocuklarımızı koruduğumuz gibi koruyacağız! O´nu canımızdan kıymetli bileceğiz! O´nun düşmanlarını düşmanımızdan sayacağız ve karşılarına kılıçla çıkacağız. O´nun yolunda, gerekirse Arapla ve Acemle (bütün dünya ile) cenkleşeceğiz.´

Allah´ın Resulü elini uzattı ve Medine büyükleri, teker teker ellerini, insanlığı çekip kurtarmak için yaratılan mukaddes elin üstüne koydular.” (Aynı eser)

Bütün Medine, dört gözle beklediği yolcularını karşılıyor; bağrına basıyor ve baş tacı ediyor. Gittikçe kabaran İslâm denizine hicret...

Orta öğretim yıllarında öğrendiğimiz bir deney… Hiç unutmam... İçilebilir su ile tuzlu su arasında ince bir deri geriliyor… Bir süre sonra bakıyorlar, iki taraf da eşit tuzlulukta… Az yoğundan, çok yoğuna geçiş olmuş… İşte hicret bu… İslâm´ın anlatılamadığı ortamdan, İslâm´ın hâkim olduğu ortama, susuz çöllerden İslâm denizine geçiş…

Ayette hicret, cihatla birlikte ele alınıyor:

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek mü´minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” (Enfal, 74)

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” (Nahl, 41)

Her iki hicret de, İnsanlığın Önderi Peygamber Efendimiz´in emri, müsaadesi ve rehberliği ile yapılmıştır. O buyuyor:

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah´a ve Resülü´ne ise, onun hicreti Allah ve Resülü´nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.”

Fare kılı ile fil kılı, sadece kıl olarakı bakıldığında birbirinden ayırt edilemezmiş. Ama erbabı, aralarındaki farkları görür ve ayırt eder. Müslüman, ak sütün içindeki ak kılı görecek basirette olur. Hicretle kaçış, zahirde aynı görünse de, müslüman ayırdeder.

Şimdi siz karar verin… Yakalanmamak için y

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.