Boşnakların sönmeyen ateşine gidiyoruz. İkinci dünya savaşını simgeleyen bir anıt. Hiç durmadan gece gündüz yanıyor. Ülke içerisindeki savaşı hatırlatıyor. Görsel olarak etkileyici. Boşnaklar “İçimizdeki sönmeyen ateş” diyor.
Ben de kendi kendime soruyorum. Boşnakların içindeki bu ateşi kim yaktı? Bu sorunun cevabını Kosova’ya Osman Gazi’nin torunu, Orhan Gazi’nin oğlu, Dedemiz Sultan 1. Murat Hüdavendigar’ın türbesini ziyaret ettiğim zaman anlatacağım.
Yol üzerinde Anadolu Ajansı’nın bürosunu gördük. Çok mutlu oldum. Ziyaret ettik. Ağırlamalarından da çok memnun oldum. Ziyaretin detaylarını haber yaptığımız için anlatmıyorum. Yol üzerinde tramvay çalışıyor. Tramvayların büyük kısmı Türkiye’den gelme. Fotoğrafta görüleceği üzere “Konya” yazıyor. Bunun gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tramvayları da dolaşıyor.
Yol üzerinde Adil Zülfikar Paşa’nın türbesini görüyoruz. Cadde boyu İstanbul’da, Bursa’da Edirne’de nasıl türbelerle karşılaşıyorsanız aynı şekilde burada da aynı mimaride türbelerle karşılaşıyorsunuz. Adil Zülfikar Paşa’yı buradan anlatmayacağım. Merak eden internetten bilgileri alabilir. Başında bir fatiha okuduk.
Aliya İzzet Begoviç’in mezarına doğru yokuşu çıkıyoruz. Çarşı içinden çıktık. Meskenlerden ilerliyoruz. Tamamen Türk mahallesinin içinden geçiyor gibiyiz.
Mezarlığa vardık. Müslüman mezarlığı. Mezartaşlarını okuyorum. Müslüman ve Türk isimlerinden oluşuyor. Allah hepsine gani gani rahmet eylesin.
Aliya İzzet Begoviç’in mezarına ulaşıyoruz. Hilal şeklini alan tasarımın yıldız kısmında Aliye İzzet Begoviç’in mezarı bulunuyor. Bu düşünce, bu incelik bile bizim gönül bağımızı özetliyor. Mezarının başında dua ediyoruz.
Aliya İzzet Begoviç için akademisyenler, tarihçiler her şeyi yazıyor, merak edenler de bunu okuyup öğrenebilir. Ben şunu söylemek istiyorum. Osmanlı’nın dünyaya hediye ettiği “Birlikte yaşama sanatı”nı bu topraklarda devam edebileceğini, milletlerin, dinlerin kardeşçe yaşayabileceğini söyleyen bana göre önce düşünür bilim adamı sonra iyi bir komutandı.
O dönemde Aliya İzzet Begoviç olmasaydı, belki bugün Ata yadigarı bu topraklarda çok farklı bir tabloyla da karşı karşıya gelebilirdik.
Ardından daha tepeye tabyalara çıktık. Savaşların yaşandığı, mücadelenin verildiği alana. Tam tepede. Bütün Bosna’ya hakim bir tepe. Fotoğrafa bir bakın. İşte size bir Osmanlı şehri.
Bu kadar gezintiden sonra bir yorgunluk kahvesini hak etmedik mi? Yine burada tutulan, Türkler’in kurup işlettiği “Gönül Kahvesi”ne gidiyoruz. Güzel bir mekan. Kardeşim Mehmet, arkadaşımız Adnan, Oğllarım Kadir, Yunusemre ve eşlerimizle birlikte bir yorgunluk kahvesi içiyoruz. Devamında oğlumun lisans eğitimi gördüğü Uluslararası Saraybosna Üniversitesi İUS’a gideceğiz. Bu üniversite diğer üniversitelerden çok farklı. Neden farklı olduğunu yarınki yazımda anlatacağım. Üniversiteden sonra Mostar’a ve Alperenler Tekkesi’ne gideceğiz. Anlatmak için sabırsızlanıyorum. Bekleyin.