Mübarek Ramazan ayının çoğu geçmiş, en bereketli kısmı kalmıştı. Kutlu Nebî âdeti olduğu üzere bu ayın son on gününü yine Medine mescidinde, itikâfla geçirmekteydi. Akşam olmuş, hava kararmıştı. Derken eşi Safiyye bnt. Huyey mescide, onu ziyarete geldi. Biraz oturup konuştular. Zaman ilerleyince validemiz kalkmak istedi. Hanımlarına nezaket ve saygıyı esirgemeyen Allah Resûlü, onu Üsâme b. Zeyd’in mahallesindeki evine doğru uğurlamak için kalktı. Ümmü Seleme’nin odasının yanındaki mescit kapısına geldiklerinde yanlarından iki kişi geçti. Resûlullaha selâm verdikten sonra adımlarını hızlandırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ağır olun, bu yanımda bulunan (kadın yabancı değil, eşim) Safiyye bnt. Huyey’dir” dedi. Hz. Peygamber’in Safiyye’nin kimliğini belirtme ihtiyacı hissetmesi onlara ağır geldi ve “Sübhânallâh! Hâşâ biz senin hakkında başka türlü nasıl düşünebiliriz ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü onlara, “Şeytan, insanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Ben, şeytanın sizin gönüllerinize kötü bir şüphe atmasından endişe ettim” buyurdu. (Buhârî, Farzu’l-humus, 4)
Zan delilsiz, temelsiz bir tahminden ibarettir. Kimi zaman gerçeğe yakın bir ihtimal ise de çoğu zaman konunun aslıyla ilgisi olmayan bir önyargıdan başka bir şey değildir. Tereddütle, şek ve şüpheyle kalbin meşgul edilmesi, oyalanmasıdır zan... İyimser olunmadığında önyargıya neden olan, daha ileri boyutlarıyla kalpteki hastalıkları tetikleyen bir kuruntudur. Bu yüzden Allah Resûlü zannın sürüklediği âfetlere karşı insanları şöyle uyarmaktadır: “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28)
Kur’an-ı Kerim’de, insanların kötü zanna dayanarak birbirini çekiştirmesi kesin bir dille yasaklanır. Bu tutumun günahlara zemin hazırlayabileceğini bildiren Yüce Allah inananları şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Biriniz kardeşinin ölü hâlinde etini yemeyi hiç arzu eder mi? Demek tiksindiniz! O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât, 49/12.)
Zan, kötü düşünceye, önyargılı bakış açısına, araştırmadan hüküm vermeye yol açar. Bu nedenle bazı rivayetlerde, “Zanna kapılıp, tereddüde düştüğünüz zaman o işi yapmayın!” denilmektedir. (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, III, 461.)
Kötü zan, insanı hatalı davranmaya sevk eder. Önemsenmeyerek kalbe ekilen sû-i zan tohumunun meyveleri acıdır, hem kişiyi hem de başkasını incitir. Bu hastalıktan korunmak için en başta gelen tedbir, insanların aklında soru işareti bırakacak, gönüllerine şüphe düşürecek, töhmete neden olacak durumlardan sakınmaktır. Bu yüzden Rahmet Peygamberi, “Üç kişi iseniz, ikiniz diğerini bırakıp da fısıldaşmasın, çünkü bu onu üzer” tavsiyesinde bulunarak zan konusundaki hassasiyetini ortaya koymuştur. (Müslim, Selâm, 38)
Nitekim huzurunda, bir adamın arkadaşını fazlaca övmesi üzerine Peygamber (sav) ona üç defa, “Yazıklar olsun sana! (Âdeta) kardeşinin boynunu kesip kopardın! Sizden biriniz bir kimseyi illâ methedecekse bari, "Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah’tır. Onun karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam." desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 95)
Çünkü insanların ve meselelerin iç yüzünü ancak Allah bilir.
İnsan, herhangi bir zanna sahip olmakla birlikte, buna dair kesin bir bilgiye sahip olmadıkça, düşüncelerini fiiliyata dökmemelidir. Nitekim zannını içinde saklayıp ona dayanarak bir fiil işlemedikçe, kişi günahkâr olmaz.
ZANNIN ÇEŞİTLERİ
Büyük hadis âlimlerinden Süfyân es-Sevrî’nin belirttiğine göre, zan, günah olan ve olmayan şeklinde iki çeşittir. Günah olan zan şudur: Bir kimse, bir başkası hakkında zanda bulunur ve onu söyler. Günah olmayan zan ise şudur: Bir kimse, bir başkası hakkında zanda bulunur fakat o zan kalbinde kalır onu kimseye söylemez. (Tirmizî, Birr, 56.)
Sakınılması gereken zan “sû-i zan”dır; Hucurât, 49/12.
Güzel düşünen kimsenin kalbine gelen düşünceler ise “hüsn-i zan”dır. İyiliğin emaresi olan hüsn-i zan, iyimser olmak, kötü düşünceleri bertaraf etmektir. Hayır dilemek, hayra yormak, kişiler ve olaylar hakkında art niyetli olmamaktır. Müslümanın hayatında bu bakış açısı esas olmalıdır. Aksi ispatlanmadığı sürece hüsn-i zandan vazgeçilmemelidir. Aksi takdirde insan hayatını, onurunu rencide edecek birçok olayın önüne geçilemez
Sevgili Peygamberimiz herhangi bir konuda insanlar hakkında değerlendirme yaparken ihtiyatlı bir dil kullanılmasının gereğine dikkat çeker.
Allah nezdinde büyük günah olduğu vurgulanmıştır. Özellikle iffet ve haysiyet ile ilgili söylentilere inanan kadın, erkek bütün Müslümanların duyarsız ve bilinçsiz davranışları kınanmıştır. Onlar böyle bir iftira duyduklarında basiretlerini kullanıp, "Böyle bir söylentiye alet olmak bize asla yakışmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu çok büyük bir iftiradır" demeli.” (Nûr, 24/16) ve masum olan Âişe’nin iffet ve onuru korunmalıydı.
Hüsn-i zan, yani iyi düşünmek “hüsn-i edeb”den ileri gelir, kişinin iyi bir Müslüman olduğunu gösterir. “(Allah hakkında) hüsn-i zan beslemek, (onun af ve mağfiretini ummak) güzel bir ibadettir/ibadetin güzelliğindendir.” (İbn Hanbel, II, 407) hadisi bu anlamda, insanın bütün varlığı ile Allah’a yönelmesi gerektiğine ve yaptığı ibadetlerin kabul olacağına dair hüsn-i zan beslemesinin de ayrıca ibadet olduğuna işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığı takdirde hüsn-i zannın başlangıcı da insanın kendisini yoktan var ederek kâinatı hizmetine sunan Rabbine karşı iyi duygular beslemesidir. Zira “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyuran Rabbimiz, (Buhârî, Tevhîd, 22) kullarına karşı çok lütufkâr, çok merhametlidir. Mümin, Rabbini zât ve sıfatlarıyla lâyık olduğu biçimde tanıdığında daha sağlıklı bir Allah inancına sahip olur. Böylece O’na karşı daima hüsn-i zan besler.
ALLAH HAKKINDA ZAN
Kulun Allah hakkındaki zannı, ibadetlerinin karşılığının verileceği, tevbesinin kabul edileceği, duasına icabet edileceği ve isteklerinin yerine getirileceği kanaatini taşımasıdır. Kişi hüsn-i zan beslediği takdirde ilâhî rahmet ve mağfiretten istifade edecektir. Sû-i zan beslediğinde ise, korktuğu olumsuzluklarla karşılaşacaktır. “Kulum benim hakkımda nasıl düşünüyorsa ben öyleyim! Eğer zannı hayır şeklinde ise onun (mükâfatı da) hayır olur. Eğer zannı şer ise onunla karşılaşır” hadisi de bu durumu izah etmektedir. (İbn Hanbel, II, 391.)
Sevgili Peygamberimiz, Allah’tan hiçbir zaman ümit kesmemeyi, hayatın son anına kadar her daim Rabbine karşı hüsn-i zan hâlinde olmayı, hayırlı olanı yapmayı buyurdukları hadisleriyle bildirmişlerdir: “Hepiniz ancak Yüce Allah’a hüsn-i zan besleyerek can verin.” (Müslim, Cennet, 82)
“Mümin daima hayır üzerindedir. Bedeninden ruhu çıkarken bile Allah’a hamd eder.” (Nesâî, Cenâiz, 13.)
Sevgili Peygamberimizin terbiyesinde yetişen sahâbe bu hususun farkındaydı. Allah Resulüne biat etme şerefine erişen sahâbîlerden Vâsile b. Eska’, ölüm döşeğinde hasta olarak yatan Ebu’l-Esved’i ziyaret eder. Ebu’l-Esved büyük bir memnuniyet duyar. Vâsıle hastanın durumunun ağır olduğunu anlar ve “Sana bir tek soru soracağım” der. Ebu’l-Esved de, “Nedir o?” deyince, Vâsile, “Rabbine karşı zannın nasıl?” der. Ebu’l-Esved de, "Güzel" dercesine başıyla işaret eder. Bunun üzerine Vâsile, “Müjdeler olsun! Ben Resûlullah’ı şöyle derken işittim, "Yüce Allah buyurdu ki: "Kulum benim hakkımda nasıl düşünüyorsa ben öyleyim!"" (İbn Hanbel, III, 492.)
Mümin, bütün hayatında, özellikle de ölüm anında, Rabbinden yana ümitvar olur, hüsn-i zan beslerse rahmet ve mağfiretinden nasiplenir. Çünkü bu, aynı zamanda onun inancının varlığını ve devamlılığını gösterir. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler güruhundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” âyeti de bu duruma işaret etmektedir. (Yûsuf, 12/87.)
Allah Resûlü kudsî hadis olarak şöyle bir bilgi aktarır ashâbına: “Bir kul günah işledikten sonra, "Allah’ım, günahımı bağışla." derse, Yüce Allah da, "Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor." buyurur. Bu kul, tekrar günah işledikten sonra, "Ey Rabbim! Günahımı bağışla!" derse Yüce Allah, "Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor." buyurur. Kul dönerek tekrar günah işledikten sonra, "Ey Rabbim! Günahımı bağışla." derse, Yüce Allah, "Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor. Dilediğini yap, senin günahını bağışladım" buyurur.” (Müslim, Tevbe, 29.)
“ALLAH AFFEDER” KURUNTUSU
Hadiste Allah’a karşı sorumluluğunun farkında, ancak bir türlü nefsine sahip olamayarak tekrar tekrar günaha giren bir şahıstan bahsediliyor. Bu şahıs her ne kadar zaaflarına yenilip günah işliyorsa da, onun, tevhid inancı taşıyan ve Allah’ın bağışlayan ve merhamet sahibi olduğu hususunda hüsn-i zan sahibi bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa burada o şahsın helâl ve haramlarına aldırış etmeden, “Allah büyüktür! Affeder, bağışlar!” gibi kuruntularla hareket eden sorumsuz biri olduğu kast edilmemektedir. Çünkü bu düşünceye sahip olanlar Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden söz alındığı hâlde, “(Nasıl olsa) Bağışlanacağız” dedikleri için Kur’an’da eleştirilmektedirler. (A’râf, 7/169.)
Başka bir âyette de Yüce Allah tarafından şöyle uyarılmaktadırlar: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun!” (Lokman, 31/33.)
“Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın! O aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi aldatmasın!” (Fâtır, 35/5)
Dolayısıyla yukarıdaki âyet ve hadisler, her şeye rağmen insanların ümitsizlik ve vesveseye kapılmadan “beyne’l-havfi ve’r-recâ” diye nitelenen “korku ile ümit arasında” Allah’a karşı hüsn-i ibadet ile birlikte hüsn-i zan beslemeye ve O’nun hakkında olumlu düşünmeye teşvik etmektedirler.
Kur’an’da, “Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüş. Allah’a karşı câhiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar” âyetinde, (Âl-i İmrân, 3/154) “câhiliye zannı”ndan da bahsedilmektedir. "câhiliye zannı" hakikati olmayan yalan yanlış fikirlerin Allah’a isnad edilmesidir. “Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık."... De ki, "Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."” âyeti, (En’âm, 6/148.)
Allah hakkında yanlış zanda bulunan müşriklerin tutumuna dair bir örnek vermektedir. Bunun yanında, "Allah isteseydi Peygamberine yardım ederdi", "İsteseydi onu zora ve sıkıntıya düşürmezdi" şeklindeki iddialar da bahsedilen zannın farklı şekilleridir. Buna göre câhiliye zannı, kişinin yaptığı yanlış uygulamaların kendisine ait olmadığı, hatta kendisine dayatıldığı zannına sahip olmasıdır. Allah hakkında oluşan bu yanlış zannın temelinde şüphesiz ki inançsızlık yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de kendilerine deliller gösterildiği hâlde, arzularına uyarak bu şekilde Allah’a gerçek dışı zanda bulunanların azaba uğrayacakları ayrıca bildirilmektedir. (Fetih, 48/6)
“Yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz, işte bu sizin Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır.” (Fussilet, 41/22-23)
“Dediler ki, dünya hayatından başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur, onlar sadece zanda bulunuyorlar.” ( Câsiye, 45/24)
“Onların çoğu zannın ardından gider. Oysa zan, hak/hakikate dair hiçbir bilgi vermez. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir” âyetleri, (Yûnus, 10/36) insanın bilgisiz bir şekilde gerçekle ilgisi olmayan zanlara nasıl dayandığını göstermektedir.
Rahmet Elçisi, inananların kalplerini, zihin ve düşüncelerini yalan yanlış bilgi kırıntılarından, zanlardan arındırmalarını istemiş; gerçeğin peşinde, güvenli ve sağlam bilgiye dayanan örnek bir toplum inşa etmek istemiştir. Bunun için onlara: “Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” demiştir. (Buhârî, Edeb, 57)
Bu kardeşliğin ilk adımı da kardeşine iyi zan beslemekle atılır. Kötü zan ise kardeşliğe zarar veren bir tavırdır. Mümin Allah’a ve insanlara hüsn-i zan besleyen, ne yaptığının bilincinde olan insandır. O, şu ilâhî ikazın hep farkındadır: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” (İsrâ, 17/36)
GÜNÜN AYETİ:
Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. (Yûnus, 10/62-63)
GÜNÜN HADİSİ:
Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır. (Tirmizi, "Kıyâmet", 54)
GÜNÜN DUASI:
Allah’ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi, haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle, fazlı kereminle beni Senden başkasına muhtaç eyleme.
BİR SORU - BİR CEVAP:
SORU: Çocuğa isim koyarken nelere dikkat edilmelidir?
CEVAP: Anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel bir isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber, insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 69) buyurmuştur. Konulacak isimlerin mutlaka Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez. Çocuğa isim koyarken dikkat edilecek husus, yadırganmayacak güzel anlamlı bir isim olmasıdır.